İDRİS GÖKALP

10 YAŞ ÇOCUĞUN GELİŞİMSEL VE DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİ

10 YAŞ ÇOCUĞUN GELİŞİMSEL VE DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİ

 

BİSMİLLAHİRRRAHMANİRRAHİM

 

Çocuklarımız hayattaki en kıymetli varlıklarımızdır. Allah’ın bizlere bahşettiği nadide emanetlerdir. Peki bizler, yani ebeveyn veya eğitimciler, anne karnından başlayan süreçle hayatımıza giren en eşsiz varlığımız olan çocuklarımızı ne kadar tanıyoruz acaba? Onlarla kurduğumuz iletişim ne kadar sağlıklı yada onları ne kadar anlayabiliyoruz. Özellikle biz Müslüman eğitimciler çocuklara vereceğimiz din ve ahlak eğitiminde muvaffak olmak istiyorsak, çocuğu tanımalı, onun ruh ve beden gelişimini doğru tespit etmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki hangi tür eğitim olursa olsun, ancak bir sistem dahilinde yapılırsa başarıya ulaşabilir. Bu, eğitim öğretim yapabilmenin ilk şartıdır. Nasıl ki çiftçi toprağını, heykeltıraş işlediği mermerin cinsini ve özelliğini tanımak zorundaysa, biz eğitimcilerde çocuğu her yönüyle bütün karışık ve sadeliğiyle tanımak mecburiyetindeyiz.

Bugün Allah nasip ederse sizlerle forum konusu çerçevesine de 0 -10 yaş aralığındaki  çocuğun gelişimsel ve davranışlar özellikleri hakkında derlediğim bilgileri paylaşmaya çalışacağım. Malumunuz olduğu üzere konu çok teferruatlı bir bir içeriğe sahip. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce önemli bazı bilgileri sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Araştırmalar özellikle çocukluğun ilk altı yılında ( ki bu dönem eğitimcilerin ittifakıyla kişiliğin şekillendiği KRİTİK DÖNEM olarak adlandırılır.) kazanılan davranışların yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, alışkanlıklarını, inançlarını ve değer yargılarını büyük ölçüde biçimlendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle bizler bebeklik döneminden başlayarak çocuğun tüm gelişimsel ve davranışsal özelliklerini iyi tanımak zorundayız.

                                                                   

İlk Çocukluk Devresi (2-6. yıllar)

Yukarıda esas olarak kabul edilen gelişim safhaları çerçevesinde, ilk çocukluk devresini incelemeye başlarken, bir noktaya değinmek yerinde olacaktır. Çocukluk çağlarını kesin sınırlar ve çizgilerle tasnife tabi tutmanın zor olacağı, hemen her psikoloji kitabında ifade edilmekte ve bunda bir çok faktörün rol oynadığı belirtilmektedir. Aynı şekilde, ilk çocukluk devresi içinde yer alan yılları da kesin çizgilerle ayırmanın zorluğu ortadadır. Buna rağmen, bu devreyi, (2-4.) ve (4-6.) yaşlar olarak ele alıp incelemenin daha uygun ve elverişli olacağı inancındayız. İlk çocukluk yıllarının, çocuğun geleceği bakımından büyük bir önem arz etmesi, gelecekte kişinin yaşayacağı dinin temellerinin büyük ölçüde bu dönem içinde oluşması ve insanda ruhî hayatı oluşturan ilk önemli etkenlerin bu devreye ait olması, bu yıllar hakkında yeterli bilgiye sahip olmayı gerektirmektedir.

(2.-4.) Yaşları

Bazı psikologlar 2. yaşı, hayatın “saadet yılı” olarak kabul etmektedir. Çünkü çocuk bu yaşla birlikte, yürüme ve konuşma gibi iki önemli yeteneği kazanmıştır.

Süt çocukluğunu geride bırakan çocuk, artık çevresiyle ilgilenmeye başlayacak, dengesiz yürüyüşüne ve beceriksizliğine bakmadan, her yere uzanmak ve her şeyi tutmak isteyecektir. “Müstakil olma devresi” olarak ta bilinen bu çağın özellikleri şu şekilde özetlenebilir:Bebeklik çağından çıkmasıyla birlikte çocuk, artık zamanın büyük bir bölümünü yatakta veya kucakta geçirmeyecektir. Yürüme yeteneğini henüz kazandığından, ayakta durma denemeleri yaparak, yavaş yavaş yürümeye çalışacak ve sürekli hareket halinde olmak isteyecektir. Ortaya çıkan kudret duygusuyla, başkalarına muhtaç olmadığını göstermek istiyormuşçasına elinin ulaşabildiği her eşyayı almak ve oynamak isteyecektir. Durmadan konuşacak; usanmadan sorular soracaktır. Her gördüğüne sahip çıkacak, evde bulduğu kitabı, defteri, okuyormuş gibi yapacak, eline kalem geçirdiğinde ise rastgele çizecek, bazen de yırtacaktır. Bulduğu her şeyi, yenilir olup olmadığına bakmaksızın ağzına götürecek; evin içinde, nerede ne bulursa onunla, kimseye sormadan meşgul olacak ve kendi isteğince oynayacaktır.

Bu yaşlarda çocuk, özellikle duygusal bir tabiata sahip olduğundan, düşüncelerinde akılcı (rasyonalist) davranamaz. Duyguları daha yayılıcı olduğundan, bağlı bulunduğu kişileri ve objeleri tanırken, önce duygularıyla hareket eder.Meselâ, iki kişiyle karşılaştığında, onlardan hangisi kendisine sevgi göstermişse, önce ona karşı yakınlık duyar.

Bu çağ onun çok çabuk ilerlediği bir çağdır. Bu yaştan itibaren aile dışındaki kişilerle de ilgilenmeye başlar; aynı zamanda akranlarıyla da birlikte olmaktan zevk alır.

İki yaşındaki çocuğun tüm beceri ve eğilimlerini, “güçlü olma ve bağımsızlık” duyguları büyük ölçüde etkilemektedir. Bu yaşlardan itibaren çocuğun dinî inançla karşılaşması da ilgi çekicidir. Ancak, onun bu karşılaşma sırasındaki tavrının, diğer olaylar karşısındaki durumundan farksız olduğu göz önünde tutulmalı ve çocuğun en erken, üç yaşanan itibaren dinî nitelikte bir korku ya da davranışla ilgilenmeye başladığı bilinmelidir.

 

İnatçılık Devresi (Negativizm=Olumsuzluk)

İki ilâ üç yaşları arasında ve genellikle 2,5 yaşından sonra, geçici bir süre için çocukta inatçılık ve uyumsuzluk görülmektedir. 2,5 yaşları, çocuk gelişimindeki zorlu dönemlerden biridir. “Serkeşlik devresi” de denilen bu dönemde çocuk, dengesiz, olumsuz, kararsız ve isyankârdır. Büyüklerinin sözünü dinlemez; hatta söylenenin tersini yapar. Hareket ve davranışları kısıtlandığında ise, öfkelenir. Her işi yardım görmeden kendi başına yapmakta direnir. Aşırı disiplin ortamında negativizmin arttığı görülür. Bu dönemde oluşan saplantılar ve bunalımlar ise ileriki yıllarda inatçılık ve direnç belirtileri şekline dönüşebilir.Bazı psikologlar ise bu dönemi, “İlk yeni yetmelik çağı” olarak niteleyerek, çocuğun bu devredeki davranışlarını, gençlerin bulûğ çağı öncesindeki durumlarına benzetirler.

Bu yaşlara olumlu açılardan bakılacak olursa, bu dönemdeki çocuğun enerjik, meraklı ve hareketli olduğu görülecektir. Bu dönemdeki çocuğun yüklendiği başlıca görev, güçlü bir benlik duygusu kazanmak ve kendi kişiliğinin bilincine varmaktır.

Negativizm döneminin bitmesiyle, çeşitli huysuzluk ve uyumsuzluklarını terk eden çocuk, üç yaşından itibaren çevresiyle olumlu ilişkiler içine girmektedir. Bu yaşlarda anne-babasını, hatta kardeşlerini bile hoşnut edecek davranışlara yönelmiş; ayrıca, bekleme ve paylaşmaya da alışmıştır. Çocuğun bütün dünya ile barış içinde olduğu kabul edilen üçüncü yaşa eğitim yönünden, belirli kuralların yerleştirilmesi için, en uygun dönem gözüyle bakılmaktadır.

Üç yaşındaki çocuğun masallara, hikâyelere ve çizgi filmlere ilgisi artmıştır. Elinde tutabileceği kısa öyküler ve ilginç resimleri içeren küçük kitaplardan hoşlanmaktadır. Bu kitaplarda çoğunlukla, gerçek dışı şeyler anlatılmasına rağmen, çocuk bunları dinlerken büyük bir zevk duymaktadır. Zira çocukların bunları dinlerken büyük bir zevk duyması, bu yaşın en belirgin özelliklerinden biridir.

Dinî yönden bu yaşın önemli sayılabilecek özelliklerine gelince; çocuğun masallara ve hikâyelere karşı içinde büyük bir ilgi duyduğu bu sıralarda, inanma ile ilgili hikâyeler ve menkıbeler, çocuğun dinî hayal gücünü ve duygusunu uyandıracağı gibi; eşyanın içinde ve ötesinde gizli kuvvetler olduğu düşüncesinin gelişmesini de hızlandıracaktır. Neticede -soru sorma çağının da başlamasıyla- çocuk, ne, nasıl ve neden? Sorularıyla her şeyin aslını öğrenmeye çalışacak; bu soruların bir devamı olarak, başta “Allah kimdir; nedir; nasıldır; ne kadar büyüktür?” gibi sorularla yaratıcı gücü aramaya başlayacaktır.

 

(4.-6.) Yaşlar

İlk çocukluk devresinin ikinci bölümünü oluşturan 4 ilâ 6 yaşlan arasında kalan devrede, çocuk yine birtakım iniş çıkışların tesiri altındadır. Ne var ki, inatçılık dönemi atlatıldıktan sonra, çocukta “biz” kavramı yavaş yavaş teşekkül ederek, sosyalleşmeye doğru adım atılacaktır. Çocuk “biz” derken, anne baba, kardeşler ve yakın akrabalarını kasdetmektedir. Yardımlaşma duygularının gelişmesiyle,çevreye karşı da açık bir nitelik kazanacaktır. Arkadaşlarıyla pekiyi geçinemese bile, arkadaşlık etmek, onun için en önemli olaylardan biridir.

Çocukta bu olumlu gelişmelerin yanı sıra, birtakım olumsuz yönler de göze çarpmaktadır. Bu yaştaki her çocukta, sık sık ölçüyü kaçırma hareketlerine rastlanır. Gövde hareketlerinde ölçüyü kaçırır; vurur, tekmeler, tepinir. Konuşmasında ölçüyü kaçırır, küfürleri, ayıp sözleri özellikle başkalarının yanında söyleyerek, üstünlüğünü ispatlamaya çalışır. Aynı şekilde, kişisel ilişkilerinde de ölçüyü kaçırır; çevresindekilere buyruk vermeye ve hükmetmeye özenir, kısıtlamalara ve kurallara karşı çıkar. Bu yaşta hayal gücünde de büyük bir gelişme vardır. Çocuk, gerçek ile hayâli çoğu zaman birbirine karıştırır. Bu yüzden kafasında kurduğu hayalleri gerçekmiş gibi anlatır ve bu da annesi tarafından yalancılıkla suçlanmasına sebep olur.

Dört yaşındaki çocukta mülkiyet duygusu yoktur. Egosantrik duyguların tesiriyle, gördüğü her şeyin kendisine ait olduğuna inanır. Bunun bir sonucu olarak, komşusunun evinde oynadığı oyuncağı, giderken evine götürmek ister. Çünkü, ona göre bir şeyi ele almak ile, ona sahip olmak aynı şeydir.

Dinî inancının canlılık kazanması, bu yaşın önemli özelliklerinden sayılmaktadır.

Dördüncü yaştan sonra, ilk çocukluk devresinin düğüm noktası olarak nitelendirilen beşinci yaş, aile ve çocuk açısından “altın yaş” olarak bilinmektedir. Kendine güveni arttığı için, eskisine oranla daha serinkanlı, daha yumuşak, daha anlayışlı ve başkalarıyla ilişkilerinde daha uyumludur. Genellikle becerebileceğini sezdiği işlere girişir ve bu yüzden de giriştiği işlerde başarı sağlar. Dört yaşındaki çocuğun bocalamalar içinde olmasına karşılık, beş yaşındaki çocuk, tutarlı ve kararlıdır. Dört yaşındaki bir çocuk, yapmakta olduğu resmin, bitinceye kadar ne resmî olduğunu bilmediği halde, beş yaşındaki çocuk, ne yapacağını önceden tasarlar ve bu tasarıyı gerçekleştirmeye çalışır. Başladığı şeyi bitirmek ister; yaptığı işi nerede bitirmesi gerektiğini bilir. Davranışlarını kontrol edebilir.

İçinde bulunduğu yer ve zamanla sınırlanan dünyası ona yeterlidir. Hayal gücünü kullanmaz. Nesneleri, kullanışlılık açısından tanımlar: “Kuyu, kazmak içindir.”; “Dondurma, yemek içindir.” gibi . Ne çevresiyle ne de kendisiyle çatışma halinde değildir. Üç yaşlarındayken gösterdiği uyumu, bu yaşta daha üst düzeyde olmak üzere yine gösterir. Annesi hâlen onun için her şeydir. Ona yakın olmayı, ona yardım etmeyi, onu sevindirmeyi ister. Dolayısıyla, beş yaşından itibaren, çocuğun kalbine hitabetmek ve ondan annesinin hoşuna gidecek davranışları istemek mümkündür.

Zikredilen bu olumlu davranışlar yanında, yine de çocuk çevresine bağımlıdır, güçsüzdür. Dolayısıyla bakılmak, korunmak ve kollanmak ister. Hızlı bir zihin ve dil gelişmesi vardır; sürekli deneme ve öğrenme içindedir. Ancak zekâ ve zihnî gelişmesi tamamlanmamış olduğundan, realiteleri, olayları, hayal gücüyle ve birtakım korkularıyla çarpıtabilir. Gördüklerini ve duyduklarını eksik idrak ettiği gibi; yanlış bir şekilde de yorumlayabilir.

Zaman kavramı henüz lâyıkıyla gelişmemiş olup, düşüncelerini ve duygularını oyun vasıtasıyla ifade etmeye meyillidir. Bu yaşlarda da düşüncesi, müşahhas olan (görülebilen) şeylere yöneliktir.

Canlı cansız ayrımı yoktur; canlı olarak kabul etiği bebeğiyle konuşur, dertleşir; ayağına çarpan ve canını acıtan bir eşyaya ise gayet rahat bir şekilde kızarak onu azarlar.

Bütün bunların yanında denebilir ki, beş yaşındaki çocuk her yönden denge içindedir. Kendi kendine yeterliliği ve çevre ile uyumu vardır. Kendine güvenir ve aynı zamanda karşısındakilerle de baş kaldırmadan uzlaşabilir. Dikkatli, anlayışlı, sezgi ve algılarında güçlüdür. Nâzik, düşünceli ve cana yakındır. Kısacası, beş yaşındaki çocuk, çevresine sevinç getiren bir varlıktır.

Son çocukluk dönemine geçmeden önce, genel anlamda ilk çocukluk yıllarını özetleyici bilgilere ve bu yıllardaki dinî gelişimin durumunu belirleyen ifadelere yer vermek yararlı olacaktır.

Aşağı yukarı 2. yaştan başlayarak 5-8. yaşlara kadar süren döneme “oyun çağı” da denmektedir. Bu yaşlarda büyüme ve fizyolojik süreçler kararlılık kazanmış olup, çocuk kendi başına oynayabilecek ve bazı işleri yapabilecek duruma gelmiştir. Bu yaşlardaki çocuklar, rahatça yürüyebilmekte, koşabilmekte ve konuşabilmektedir. Ayrıca, kendi kendine yemeyi, giyinmeyi, cinsiyet farkını, sevmeyi, sevilmeyi ve sevgiyi paylaşmayı da öğrenmiştir.

İlk çocukluk yıllarındaki çocuklarda başkalarına benzeme ve büyükleri taklit etme arzusu da görülmektedir. Kız çocuğu anneye, erkek çocuğu babaya yardımcı olmak, onların işini benimsemek gibi özellikler göstermektedir. Kız çocuklar için anneler, erkek çocuklar için de babalar en güçlü ve en başarılı insanlardır.

Bu yıllara dinî gelişim yönüyle bakılacak olursa; Bu çağdaki çocukların zekâsı henüz mücerred (=görünmeyen) kavramları anlayacak seviyede gelişmediği için, çocuğun, dinî eğitimde kullanılan kelimelerin çoğunu anlayamadığı görülecektir. Bazı kelime ve cümleleri papağan gibi tekrarlayabilir; fakat bunlar, onun için henüz bir şey ifade etmemektedir. Egosantrik duygular tesiriyle, dine olan alâkası da egosantriktir. Duâ, çocukça arzuların yerine getirilmesi için baş vurduğu bir yoldur. Allah’ı ise, tıpkı anne-babası gibi, bir şey isteyince yerine getirecek bir kimse olarak düşünmektedir.(35) İlk çocukluk yıllarında, çocukların dinî hikayelerden oldukça etkilendikleri ve bu yaşlarda dine karşı büyük bir ilgi ve istek duydukları da tespit edilmiştir. Ayrıca, zihnî ve ruhî gelişmenin imkanlarına dayanarak yaratıcı gücün mahiyetini araştırma denemelerine giriştikleri bu yaşlar, çocukların kendilerine anlatılanlardan da kolayca etkilendikleri bir dönemdir.

 

Son Çocukluk Devresi (6-11. Yıllar)

Genellikle 6. yaştan başlayarak, kızlarda 11, erkeklerde ise 12. yaşa kadar süren bu çağa, “Son çocukluk devresi”adı verilmektedir. Bu devreye sahne olan yılların, bir bütün olarak ele alınacağını öncelikle belirtmek gerekir.

Ferdî farklılıklar nedeniyle, çocuktaki gelişim safhalarını kesin sınırlarla belirlemek mümkün olmasa da, 7-12. yaşlar, çocukta açıkça fark edilebilen, belli ve önemli bir gelişim dönemi olmasıyla dikkati çekmektedir. Çünkü yedinci yaş, çocukta tabii yönelişlerin ortaya çıkmaya başladığı yaştır. Ayrıca bu yıllarda büyüme hızının istikrar bulduğu da gözlenebilmektedir. Çocuk zaman kavramlarını öğrenmiş ve bazı oyunlarda beceri kazanmıştır. Okuma, yazma ve hesaplama gibi temel okul becerilerinin yanında, akranlarıyla yaşamaya da alışmıştır. Ev dışındaki başka yetişkinlerle ilişki kurabildiği gibi; kendi davranışlarının sorumluluğunu da yüklenebilecek bir duruma gelmiştir.

Yedi yaşından itibaren, belirli ferdî idrak gücünü ortaya koyan çocuk, konuşmakta, hüküm vermekte ve sonuç çıkarmakta oldukça ilerlemeler gösterebilmektedir. Zihnî fonksiyonların işlerlik kazanması sayesinde, eşya ve olaylar hakkında tecrîd (ayırma) ve ta’mîm (genelleme) yoluyla bir takım kavramlar edinebilmektedir. Uzun bir çalışma pahasına da olsa çocuk bu yaşlarda, soyut düşünceye lüzumlu fonksiyonları elde ederek, müşahhas olan şeylerden ve hayâlden sıyrılarak, mücerred olan kavramlara ve gerçeklere doğru bir açılış içindedir.

6 ilâ 7. yaşların ayırıcı özelliklerinden biri de zihnî açıdan, “akıl çağı”nı oluşturmasıdır. Çocuktaki zihin gelişimiyle ilgili araştırmalarında Piaget, 6-7. yaşından itibaren çocuğun daha rahatça “nereden, nereye” sorularını sormaya başladığını tesbit etmiştir. Bugün bazı psikologlarca yedinci yaşın çocukta ayırtetme (temyîz) yaşı olarak kabul edilmesi görüşünü,yıllarca önce Gazzâli’nin de savunması, ilgi çekicidir. Gazzâli’ye göre, yedi yaşından sonra çocuğun temyiz gücü artık gelişmiş ve o, duyulan objelerin dışında olan şeyleri de kavrayabilecek bir duruma gelmiştir.

Son çocukluk devresinin diğer bir adı ise, “Öğrenme dönemi”dir. Çünkü bu yaşlardaki çocuğun ruhî durumu, öğrenmeye ve topladığı bilgileri zihnî koordineye tâbi tutarak işlemeye; duyguları, düşünceleri ve davranışlarıyla, sosyal hayata uyum sağlamaya elverişli bir hale gelmiştir. Kısaca, yedi yaşından itibaren çocukların, sistemli bir eğitim ve öğretime ruhen hazır bir duruma geldikleri söylenebilir.

Yedinci yaşın bizim açımızdan önemli olan özelliklerine gelince: Anlatım yeteneği oldukça gelişmiş olan çocuk, kendisini, türlü ilişkiler içinde olduğu gibi doğrudan da anlatabilecek bir durama gelmiştir. Çocuk üzerinde, güven duygusu ve samimi bir hava oluşturulacak olursa, gelişim derecesine göre ondan dinî duygu ve düşüncesi hakkında zorlanmadan değerli bilgiler alınabilmektedir. Zira Piaget’nin ifadesiyle, yedi yaşından itibaren, çocukları sözle anlamak ve onlarla anlaşmak mümkündür.

Bu yaşlarda dinî inanç gelişme döneminde olduğundan, çocukların dinî kavramları öğrenmeleri ve konuşma diline aktarmaları da oldukça gelişmiştir. Bu sâyede onlar, inançlarını zorluk çekmeden anlatmaya başlamışlardır. Zaman zaman içlerinde, Allah’a güven içinde inananlar olduğu gibi, inançlarının sebeplerine de inebilen çocuklara rastlanmıştır. Zaten genelde, 6-7 yaşlarından sonra çocuk, çevre ve hadiseleri, münasebetleri içinde kavramaya ve yavaş yavaş mücerred aleme nüfuz etmeye başlar.Böylece bu çağdaki ruhî gelişimlerinde çocuklar, tabii olarak Allah’ın her yerde olduğunu ve her türlü işleriyle ilgilendiğini düşünmeye hazırdırlar. 7-10 yaşları arasındaki yıllar, aynı zamanda çocukta ahlâkın da istikrarlı bir hal almasına yardım edecek olan derin bir dinî gelişmeye sahne olan yıllardır.

İlkokul dönemindeki gelişmesi ilerledikçe, çocuğun daha az egosantrik davranışlar gösterdiği ve toplumsal yöde de hızla geliştiği görülmektedir. Özellikle, 8-10. yaşlarda, çocuğun sosyal, zihnî, firî, manevî ve estetik bakımından sahip olduğu ferdî kabiliyetleri, ilgiler vasıtasıyla ortaya çıkmaktadır. Düşünce tarzı ise, kıyasî (analogic) bir muhakemeden, tümden gelime; diğer bir ifadeyle, bütünden parçaya doğru (deduction) gelişme göstermektedir.(51) Bu yaşlardaki çocuklar da mutlu tesadüflere, hurafelere, büyük bir inançla bağlıdırlar.

Bu devrenin sonlarına doğru, 10 yaşlarındaki çocuk, temel gelişimin doruk noktasındadır. Bedenî ve ruhî yönden önemli ölçüde olgunlaştığı gibi; büyüklerle ilişkilerinde de dengeli, uyumlu ve başarılıdır. Kısaca, çocukların en mutlu oldukları yaş, 10 yaşlandır denilebilir.

Son çocukluk devresinin, dinî yönden arzettiği, önem şu şekilde özetlenebilir: 7 ilâ 11 yaşları, çocukta vicdan denilen üst-ben (süper-ego)in oluştuğu ve ahlâkî şuurun geliştiği bir dönemdir. Özellikle 9-10 yaşlarından itibaren, çocuk artık iyi-kötü, haklı-haksız kavramlarını ayırabilecek bir durumdadır. Ne var ki, bu yaşlarda kendisine, ideal bir insan tipi seçme ihtiyacını şiddetle hissedeceği için, yetişkinlerin bu konuda dikkatli davranması gerekmektedir.

 

DUYGUSAL GELİŞİM

 

Sevgi

Hemen her psikoloji kitabının his ve heyecan bölümünde yer alan sevgi için, psikolog ve pedagoglar pek çok şey yazmakta ve hepsi de sevginin gereği üzerinde birleşmektedirler.

Bebek ilk aylarda, tamamiyle pasif ve alıcı bir varlıktır. Bu dönemde onun ruhî ihtiyacı, tek kelimeyle sevgidir. Annenin ilgisi, şefkati, sıcaklığı, hatta kokusu, çocuğun sütten daha çok ihtiyaç hissettiği gıdalardır. Annenin bebeğini kucağına alması, okşaması, koklaması, ona gülmesi, bebek için en büyük saadet kaynağıdır. Onun bu sevgi ve şefkat dolu yaklaşımı, bebeğin zihnî ve ruhî gelişmesi için en kuvvetli vitamindir.

Sevginin önemi psikologlarca bu şekilde ifade edilirken, tıbbî yönden çocukla ilgilenenler de bu görüşlere katılmaktadırlar. Nitekim pediatrisiler (çocuk hastalıkları uzmanları) bugün bir çok varlıkların gelişmelerini sağlamak için yapılan en etkin fizikî itinanın dahi yeterli olmadığını daha iyi anlamışlardır. Sevgi ve şefkat görmeyen çocuklardan çoğu kısa zamanda canlılıklarını kaybetmekte ve hatta ölmekte iken, sevgi ve şefkat içinde büyüyen çocuklar sağlık ve gıda bakımından kısmen mahrum olsalar bile, yine de kuvvetli ve sağlıklı olarak yetişmektedirler.

Sevginin önemini şu ifadeler daha belirgin bir şekilde dile getirmektedir. Mukayeseli araştırmalar, süt verme esnasında sert ve haşin davranan, sevgi göstermeyen annelerin çocuklarının, sinirli, saldırgan ve uyumsuz olduğunu ispatlamıştır. Sevgi, açlık, susuzluk gibi, sürekli doyurulmak isteyen bir duygudur.Çocuk temiz havaya nasıl muhtaçsa, aynı şekilde sevgiye de muhtaçtır ve bu ihtiyaç hayat devam ettiği sürece hissedilecektir.

Zihnî ve ruhî gelişmenin neredeyse tek kaynağı sayılabilecek sevginin, bebekliğin ilk günlerinden başlatılıp, devamlı ve ölçülü bir şekilde olması gerekmektedir.Çünkü sevginin boşluğunu doldurabilecek ve onun yerine geçebilecek başka bir şey gösterilemez.

Bütün bu ifadeler, sevginin çocuk için önemi küçümsenemeyecek bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Her şeyden önce, insan ancak sevildikten sonra sevebilmektedir. Çocukluğunda yeterli sevgi görmeyen insanların, başkalarını sevmekte zorluk çektikleri bilinmektedir. Bu itibarla, başta Allah ve Peygamber olmak üzere dinî kavramları çocuğa sevdirebilmek için, onu yeterli ve ölçülü bir şekilde sevmek ve bu sevgiyi de hissettirmek gerekir.

 

Korku

Duygusal gelişimin içinde yer alan diğer bir duygu da korkudur. Korku, canlı varlıkların, görünen ve görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri en tabiî tepkidir denilebilir. Psikologlar, çocukluk çağında sık sık görülen bu ruhsal durumu, canlıyı uyaran ve kendi savunmasını sağlayan yararlı bir mekanizma olarak görmekte ve korkuyu, “hem kaçınılmaz, hem de temel bir duygu” olarak nitelemektedirler.

Doğduğu andan itibaren, çevresiyle çeşitli ilişkiler içine giren çocuk için herhangi bir korku objesi söz konusu değildir. Genellikle çocuklarda korkular 2-3. yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Bu yaşlar ise, zihnî gelişimin başladığı çağa rastlamaktadır. Bu yaşlarda ortaya çıkan korkuların da ne kadarının telkin neticesi, ne kadarının içgüdüsel olduğu tartışılabilir. Nitekim yapılan araştırmalarda, küçük çocukların sadece kulakları dibinde duydukları kuvvetli bir ses ve dengelerini kaybederek düşmekten korktukları, ortaya çıkmıştır.

Korkular genellikle yaşa paralel olarak artmaktadır. Ancak bir çocuğun ne zaman ve neden korkacağını tesbit etmek oldukça zordur. Çünkü korkunun meydana gelişinde, çevre şartları, geçmiş yaşantılar ve o andaki psiko-fizyolojik durum rol oynamaktadır. Meselâ: Köy çocukları incelenmiş ve korkuya sebep olan faktörün % 75’ini hayvanların oluşturduğu tesbit edilmiştir; erkek çocuklar vahşi hayvanlardan, kız çocuklar ise böceklerden korkmaktadır.

Yapılan bir diğer araştırmada, çocukların korktukları konular şu şekilde sıralanmıştır.

-Karanlık (çatı katı, bodrum), hayvanlar (köpek, yılan vb.) % 96

-Bedenî sakatlıklar, % 95.

-Hayaletler, cinler, dışarıdan eve zorla giren insanlar, % 91.

-Otoriter kişiler, % 82.

-Korkulu düşler, % 81.

-Yabancılar, kötü insanlar, % 80.

-Anne ya da baba tarafından terkedilmek, % 63.

-Su, deniz, nehir, % 41.

-Gök gürültüsü, şimşek, % 39.

Bu tesbitler ışığında, çocukta korku uyandıran objeler üç grupta toplanabilir.

  1. Çocuğun yalnız kalması.
  2. Karanlıkta bulunması.
  3. Kendisine âşinâ olduğu bir kimsenin yerine başka bir yabancıyı görmesi.

Çocuklarda rastlanılan korkuların % 90’ının hatalı ve yanlış eğitimden kaynaklandığı gerçeği bizi, korkunun en önemli nedeninin bunlar olduğu sonucuna götürmektedir. Çünkü, hakkında hiçbir fikre sahip olmadığı herhangi bir şeyi çocuk -telkin vasıtasıyla- sevebilir veya ondan korkabilir. Nitekim bunu doğrulayıcı mahiyette olan şu hadiseyi zikretmek mümkündür.

Bir kız çocuğuna, altı aylıkken oynaması için zehirsiz bir yılan verilmiştir. Bundan sonraki yıllarda da yılanla birlikte olan ve onunla bir oyuncak gibi oynayan çocuk, yetişkin bir kız olduğunda, bütün yılanlara korkmadan yaklaşabilen biri haline gelmiştir.

Bu bilgiler, çocukların Allah, cehennem vb. korkularının olmadığını göstermekte ve bizi, bu korkuların genellikle yetişkinlerin hatalı telkinlerinden kaynaklandığı sonucuna ulaştırmaktadır.

 

ZİHİNSEL GELİŞİM

Zihin Nedir?

Eski terbiye kitaplarından birinde, “Zihin bir meleke-i umumiyyedir ki, nefs anınla kesb-i ma’rifet eder. Ma’rifet veya ma’lümât (ise) ruhun bir fiilidir, bir vâkıadır.” denilmektedir. Günümüz eğitim sözlüklerinde ise çeşitli tariflere rastlanmaktadır. Birkaçını sıralayacak olursak;

“Zihin, bilincin irade ve heyecan karışmadan algılama ve düşünme kısmı, anlayış ve kavrayıştır.”

“Zihin, her türlü bilinçlilik ve zekâ biçimlerini anlatan genel bir terimdir.”

“Zihin, anlama, bilme ve unutmama kuvvetidir.”

Zihnî gelişimin hangi yaşta başladığı kesin sınırlarla belirlenemez; arıcak, bazen birinci yaşın sonunda, fakat çoğu kere ikinci yaşın başlarında beliren yürüme hareketleri, eşyayı birbirinden ayırdetme ve dildeki gelişmeye, çocuğun zihnî güçlerinin faaliyet ve inkişâfı gözüyle bakılabilir. Bu inkişâf başladığı andan itibaren gelişme ve olgunlaşma gösterecektir. Bu süreç içinde ise, zekâ, taklit, hayâl ve dil gibi diğer zihnî güçler ortaya çıkacaktır.

Biyolojik gelişme gibi zihnî gelişme de önceden bilinebilen bir sıra takip etmekte, doğuştan mevcut olan bazı kabiliyetlerin ortaya çıkması ve bunlara yenilerinin eklerımesiyle kendini göstermektedir. Sözgelimi, doğuştan konuşma kabiliyetine sahip olan bebek, başlangıçta birtakım manasız seslerden sonra, heceler ve kelimelerle cümleler kurabilmektedir.

Zihnî gelişim içinde sırasıyla, zekâ ve gelişiminden, dil gelişimi ve çocuk zihniyetinin temel yapılan olarak bilinen Egosantrizm ile Artifısializm’den bahsedeceğiz.

 

Zekâ Nedir?

Zaman zaman zihinle aynı manada kullanılan zekâ için kesin bir tarif vermenin zor olduğu hemen her psikoloji kitabında ifade edilmektedir. Çünkü zekânın ne olduğu henüz yeterince bilinemediği gibi, nasıl ölçüleceği konusunda da ulaşılan kesin sonuç yoktur.

Tarifi zor olmasına rağmen, bugüne kadar zekâ için çeşitli şeyler söylenmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse, “Zekâ, zihnin öğrenebilme, öğrenilenden yararlanabilme yeteneğidir.” Ayrıca zekâyı, canlıyı bilinçli davranışa yönelten bir güç olarak kabul etmek te mümkündür.

 

Zekâ Gelişimi

Zekâ gelişimi çocuklarda bazı farklılıklarla birlikte genellikle, 1,5 ilâ 2 yaşlarından itibaren başlamaktadır. Bu yaştan önce görülen zekâ, zihnin bir fonksiyonu olup, zihnî gelişim ise ancak 1,5-2 yaşlarından sonra inkişâf edebilmektedir.

Zekânın inkişâfıyla başlayan gelişme seyri, 4-6 yaşlarında hızlanmakta ve bu durum 15-16 yaşlarına kadar devam etmektedir. Zekâdaki bu hızlı gelişmeyi 4-6 yaşlarında belirgin bir şekilde hissetmek mümkündür. Denilebilir ki, insan zekâsının yansı dört yaşına geldiğinde, üçte ikisi de altı yaşına geldiğinde teşekkül etmiş durumdadır.

Kelime dağarcığındaki artış ile başlayan zekâ gelişimi, en basit öğrenme olayları ve alışkanlıklar ile bu gelişim seyrine devam eder.

Yapılan araştınnalarda, zekânın her çocukta aynı hızla gelişmediği görülmüştür. Bu farklılık, yaş ilerledikçe daha da artmaktadır. Bunda gerek fizikî gelişimin, kalıtım ve beslenmenin, gerekse çevre şartlarının rolü olmaktadır. Ailenin sosyo-ekonomik durumunun yanında, eğitim düzeyinin etkisi de unutulmamalıdır. Bütün bu faktörler yanında zekânın üstünlüğü ya da geriliğinde en büyük rolü kalıtımın oynadığını da eklemeliyiz.

İki yaşlarından başlayarak çeşitli aşamalarla gelişen zekâ, bu gelişimini yirmi yaşından sonra da devam ettirmektedir. Ne var ki, ergenlik çağından sonra görülen zekâ gelişimi, pratik akıl yürütmekten çok, mücerred akıl yürütme ve kelime öğrenme şeklinde olmaktadır.  

 

Dil Gelişimi

Çocuktaki zihnî gelişimin bölümlerinden biri olan dil gelişimi, çocuk tarafından ilk kelimelerin telaffuz edilmesiyle başlar. Bazı araştırmacıların tespitine göre ilk kelimeler 8-10. aylarda duyulmaktadır. Fakat anlaşılabilecek ilk kelime belki de ancak 10. aydan sonradır.

Genellikle çocuklar birinci yaşın sonunda konuşmaya başlamaktadırlar. Hem erken, hem de düzgün konuşma yönüyle kızlar erkeklerden başarılıdır.

Eski terbiye kitaplarından birinde, çocuğun dil gelişimi üç safhaya ayrılmıştır.

  1. Teşebbüs ve temrin (alıştırma, exercise) devresi.
  2. Kelime ve cümle devresi.
  3. Cümle devresi. Bu eserde, yukarıdaki safhaların hangi yaşlarda olduğuna dair bilgiye rastlayamadık, ancak Piaget’nin bu konudaki görüşleriyle konuyu bütünleştirebiliriz. Üç yaşından önce çocuk, bizzat kendi kendine konuşmayı sever. Piaget buna “Monolog döneme”‘ (kendi kendine konuşma) adını vermektedir. Bu ilk aşamadan sonra çocukta, bildiğimiz “Kollektif monolog” gözlenebilir. Çocuk belirli bir kişiye bakmadan, “Bak! veya dikkat!” diyerek konuşur. 5-6 yaşlarından itibaren ise, yavaş yavaş sosyalleşmiş dile geçiş vardır.

Bir başka psikolog ise, çocuktaki dil gelişimini iki döneme ayırarak incelemektedir.

  1. Pasif dönem (1-2. yaş arasındaki dönem).
  2. Aktif dönem (2-3. yaş arasındaki dönem).

Buna göre; pasif dönem denilen devrede, çocuk konuşulanları sadece dinler, anlamaya çalışır ve ancak anladıktan sonra konuşma çabalan gösterir. Bu devrede dikkat edilmesi gereken şey, çocuğa sevgiyle yaklaşarak, doğru ve yeterli bir şekilde konuşmaktır. Aktif dönemin başlamasıyla, çocuk eşyaya ad verme iktidarını kazanarak tek kelimelik cümlelerden, çok kelimeli cümlelere geçmeye muvaffak olacaktır. Konuşması giderek önem kazanacak ve çocuk bu dönemde uydurma kelimelerden de vazgeçecektir.Dilin iyi konuşulduğu bir çevrede, üç yaşındaki bir çocuğun ortalama olarak 1000 kadar kelimeyi anlamlı olarak kullandığı tesbit edilmiştir.

“Dil gelişimi açısından 3. ve 4. yaşlar özellikle önemli yıllardır; çünkü sözcükleri doğru olarak seslendirememe, kekemelik gibi konuşma bozuklukları bu yaşlarda başlar. Bu dönemde çocuğa yaşının düzeyinde iyi modeller vermek çok önemlidir.”

Aile çevresinde çocuğun konuşmasının desteklenmesi, ailenin sosyo-ekonomik durumunun iyi, kültür seviyesinin yüksek olması çocuğun dil gelişimin hızlandırmakta; bunun aksi durumlar ise gelişimi yavaşlatmaktadır. Ayrıca anne sevgisi ve bakımının da dil gelişimine önemli katkısı olmaktadır. Yetiştirme yurtlarındaki çocukların dil gelişiminin, anne babası tarafından büyütülmüş çocukların dil gelişiminden daha aşağı olduğu tesbit edilmiştir.

Dilin konumuz açısından önemine gelince: Bilindiği üzere dil, zihnî bir iletişimdir. Bir kişiden diğerine aktarılacak konulan ihtiva etmektedir. Ailenin dili çocuk için konuşulan dil olmakta ve buradaki mânevî hayat dile yansımaktadır. Yine ailede kullanılan dil, o ailenin dünya görüşünü de yansıtmaktadır. Mânevî hayatın ağırlık noktası dil üzerinde toplanmakta ve çocuk bu mânevî atmosfer içinde gelişip olgunlaşmaktadır.

Konuyla ilgili bir âyette, “Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmeyen kimseler olarak çıkarmıştır.” buyurularak, her çeşit kültürel kazancın konuşma devresinden itibaren kazanıldığına işaret edilmiştir. Eğitim açısından da, çocuk için en önemli devre onun konuşmaya başladığı devredir. Çünkü çocuk artık söylenenleri anlıyor, düşüncelerini anlatabiliyor, kısacası muhatap olabiliyor demektir. Bu durum ise -kültür ve eğitim konusu kılması yönüyle- çocuğu, diğer canlılardan ayıran bir özelliktir.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) fıtrat ile ilgili hadisinin, Müsned’deki varyantında da konuyla ilgili ifadelere rastlanmaktadır. “Doğan her çocuk fıtrat üzere yaratılmıştır. Konuşmaya başlayıncaya kadar bu hal üzere devam eder. Bundan sonra ebeveyni onu Yahûdi veya Hıristiyanlaştırır” denilmekte ve doğuştan getirilen fıtrat hâlinin konuşma devresine kadar devam ettiğine dikkat çekilmektedir.

Çevrenin çocuk üzerindeki etkisi ve çocuğun taklide gayet elverişli olduğu, bugün artık bilinen bir gerçektir. Hz. Peygamber’in de çocuktaki bu özellikleri göz önünde tuttuğu görülmektedir. O, konuşma çağına gelmiş çocuklara özel bir ilgi gösterirdi. İbn Şuayb (r.a.) şöyle rivayet etmektedir: “Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk konuşmaya başlayınca, Hz. Peygamber ona, `De ki, hiçbir evlat edinmeyen ve mülkünde hiçbir ortağı olmayan Allah’a hamdolsun.'(105) meâlindeki ayeti, yedi defa okutarak öğretirdi.” Yine Hz. Peygamber’in, “Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz kelime `Lâilâhe illallah’ olsun.” buyurarak, çocuk konuşmaya başladığı andan itibaren ona İslâm’ın özü olan Kelime-i Tevhîd’in öğretilmesini tavsiye ettiği görülmektedir.

 

ÇOCUK ZİHNİYETİNİN TEMEL YAPILARI

Egosantrizm

Egosantrizm, “çocuğun çevresini keşfettiği, bu çevrenin kendisi için yaratıldığı inancını taşıdığı ve başka kimselere aldırış etmediği bir dönemdir.”Çocuğun kendisi ile kendi dışında olanları ayıramadığı bu dönem, genellikle 2-6 yaşlarını kapsamaktadır.

Egosantrizm dönemindeki çocuk, dünyayı yalnız kendi bakımından görmektedir. Ona göre, çevresindeki kişiler ve etrafındaki eşyalar kendisi gibi düşünürler ve hissederler. Bundan dolayı inançları da günlük tasavvur ve idraklerinden ayrı değildir.

Çocuktaki egosantrik düşünceler zaman zaman çeşitli şekillerde tezahür eder, çocuk konuşmalarında hep kendisinden bahseder, oyuncaklarıyla başkalarının oynamasına izin vermez. Anne babasının yalnız kendisiyle ilgilenmesini ister ve bu yüzden, yeni doğan kardeşini kıskanır, onu istemez.

Çocuk egosantrizminin çeşitli tezahür şekillerinden biri de, “Finalizm (Gayecilik)”dir. Çocuktaki finalizme göre her şey insanın işine yaramak için yaratılmıştır ve her şeyin hayatta bir görevi vardır. Çocuğun bu tür bir düşünceye sahip olmasında yetişkinlerin rolü küçümsenemez. Çünkü, gözünü açtığı andan itibaren bütün ihtiyaçları büyükleri tarafından karşılanan çocuk, dünyadaki her şeyin kendisine hizmet için yaratılmış olduğuna inanmakla pek hatalı sayılmaz. Son çocukluk yıllarına kadar devam eden bu düşüncenin tesiriyle, çocuk her şey hakkında pratik bir şekilde akıl yürütmektedir. Meselâ, “Güneş bizi aydınlatmak için yaratılmıştır.”; “nehir, üzerinde kayıkla gezmek için akmaktadır.”

İnsana yaratılıştan bu tür duyguların verilmiş olması dikkat çekicidir. Acaba insanın, kendisine çeşitli nimetler sunan yaratıcısını araması mı istenmiştir? Yoksa, her şeyin olduğu gibi, bu dünyaya gönderilişin de bir gayesi olduğu düşüncesine, bir yönlendirme mi vardır? Kur’ân-ı Kerîm’de insanoğlunun egosantrik duygularına hitap eden pek çok ayetin varlığı da dikkat çekicidir. Allah Teâlâ,

“Ademoğlunu şerefli kılarak, onların karada ve denizde gezmelerini sağladığını, temiz nimetlerle onları rızıklandırdığını” bildirirken; başka birçok âyette ise, “İnsan için yeryüzünde ve gökyüzünde olan her şeyi; Güneş’i, Ay’ı, yıldızlan, denizi, geceyi, gündüzü, nehirleri… müsahhar (faydalanılabilir) kıldığından bahsetmektedir.

 

Animizm

Animizm için eğitim ve psikoloji sözlükleri, “çocuğun çevresindeki eşyaları canlı saydığı dönemdir.”diye söz ederler. Zihnî inkişâfın başlamasıyla, animizm dönemi de başlamış demektir.

Animizm dönemindeki çocuk, etrafındaki varlıklara; güneşe, suya, evlere hatta çakıl taşlarına bile hiç fark gözetmeden canlı ve şuurlu varlıklar gözüyle bakar. Çevresindeki varlıkları canlı veya cansız olarak ayıramadığı için oyuncaklarıyla konuşur, bebeklerine isimler takar, odadaki veya bahçedeki her şeyi kendi isteğine göre birer şahıs olarak tahayyül eder; bazen de başını çarptığı masayı, “pis masa!” diyerek tekmeler.

“Beş yaşındaki kız çocuğu çemberini çevirirken birden durur ve annesine şöyle der: `Sanıyorum bu çember canlı; çünkü nereye istersem oraya gidiyor!’ İki yaşındaki bir çocuk ise, parmaklarını güneşe doğru tuttuktan sonra, kırmızı renkte gördüğü parmakları için, `Güneş parmaklarımı kanatıyor!’ demiştir. Bir başka oğlan çocûğu da yağmurlu bir günde, garajdaki otomobili, `Yağmur yağdığı için garajda uyuyor’ diye düşünür.”

Yukarıdaki ifadeler çocuk animizminin bilinen örnekleridir. Üç yaşındaki bir kız çocuğu, “Evler niçin yürümüyor” diye rahatlıkla sorabilir; çünkü ona göre ev, kendisini barındıran canlı bir varlıktır.

Araştırmalara göre çocuklar bir suçun kötü bir tesadüften doğan bir olayla cezalandırılmış olduğuna inanmaktadır. Meselâ köprü, altından kaçmakta olan bir hırsızın üstüne çöker. Çocuklara göre bu inanç, orada kendiliğinden var olan adaletin tezahürüdür. Piaget buna çocuğun animizmi gözüyle bakmaktadır.

Jacquin’e göre, egosantrizmin, animizmle aşağı yukarı aynı zamanda görünen bir başka sonucu da Artifisializm’dir. Buna göre çocuk, her varlığa bir sanat eseri olarak yapılmış gözüyle bakmaktadır. Ona göre, ırmakların yatağını kazan, güneşi ileri doğru iten, rüzgârı estiren çok büyük bir insandır.

Piaget ise artifisializmi, “Tabiatın bir insan tarafından yapıldığını veya insan tekniğine benzer yolla kendi kendini meydana getirdiğini düşünmek” şeklinde anlamaktadır.

Piaget’nin anlatımıyla, Bovet’nin bir eserinden konuyla ilgili ifadeleri aynen aktarıyoruz.

“Çocuğun kendine vergi bir çok fikirleri vardı. Yeryüzünün düz, güneşin de ateşten bir top olduğunu zannediyordu. İlk olarak birçok güneşin var olduğunu, her gün bunlardan bir tanesinin doğduğunu düşünüyor, nasıl doğup battıklarını anlayamıyordu. Bir akşam tesadüfen çocukların iple bağlı yağlanmış ve ateşlenmiş yumakları havaya atıp çektiklerini gördü. Yine aklına güneş geldi; güneşin de aynı şekilde havaya atılıp çekildiğini düşündü. Fakat hangi kuvvet yapıyordu bu işi? Büyük, kuvvetli bir adamın San-Fransisko’yu çevreleyen tepelerin arkasında gizlendiğini farzetti. Güneş bu adamın oyuncağı idi; adam her sabah onu göklere fırlatıp akşamları çekmekten hoşlanıyordu.”

Piaget, bundan sonraki ifadelerinde, çocuğun gökte büyük ve kuvvetli bir adam olarak tasavvur ettiği varlığı, sonradan Tanrı olarak kabul ettiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Jacquin, çocuğun içinde yaşadığı çevre, onun zihnine çok güçlü bir Allah fikrini yerleştirmese bile çocuk, bu artifisialist düşüncesiyle her şeyin bir yaratıcısı ve yöneticisi olduğunun farkına varacağını ifade etmektedir.

         Sonuç olarak diyebiliriz ki, Çocuk, ana baba elinde bir emanettir Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir Temiz bir toprak gibidir Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsulü alınır Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse, oraya yönelir Eğer hayrı adet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür Çocuklara iman, Kur’an ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler Bu saadete ana-baba ve hocaları da ortak olur Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar Yapacakları her fenalığın günahı, ana-baba ve hocalarına da verilir Her müslüman, emri altında bulunanlardan mesuldür

         İşte bu vesile ile Müslüman bir anne baba veya eğitimcinin çocuğun gelişimsel ve davranışsal özelliklerini iyi bir şekilde öğrenmesi gerekmektedir. Gelecek nesillere hayırlı evlatlar bırakmamız ve dört başı mamur İslam medeniyetimizin yeniden çocuklarımızla dirilebilmesine vesile olması açısından biz ebeveynler çocuk eğitimi üzerinde İslami sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Hz. Ali’nin dediği gibi “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin”

 Allaha emanet olunuz…

                                                                                     İdris GÖKALP

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir