İlk Davetçi Öğretmen Musab b. Umeyr

İLK DAVETÇİ ÖĞRETMEN MUSAB B. UMEYR

  1. a) Kimdir?

Aşk ehlinden bahiste, ön sırada gelen isimlerdendir. Elinin tersiyle ittiği rahatlık ve zenginlik, engin imanının onurlu eylemidir. Adı Musabu’l Hayr’dır. Umeyr’in oğludur. Gökyüzüyle anılan yeryüzü yıldızıdır.

Orta boylu olup genç, oldukça yakışıklı, narin yapılı, güzel ve uzun saçlı idi. Miladi 585 yılında Mekke’de dünyaya geldi. Kureyş’in zengin ve asil iki ailesinden birine mensuptu. Annesi Hünas binti Malik adında otoriter bir kadındı. Üç kardeşin en küçüğü olan Musab’ın üzerine titrer ayrı bir önem verirdi. Musab; elbisenin en kaliteli ve en pahalısını, en güzelini giyerdi. En güzel kokuyu sürerdi. Hatta Hadramî diye anılan kaliteli ayakkabılar, olmazsa olmazıydı.  Öyleki Müslüman oluncaya kadar  zenginlik içinde ailesi tarafından şımartılmış biri olarak yaşadı.

  1. b) Müslüman Olması ve Yaşadıkları:

 Zeki biri olan Musab, içinde bulunduğu put dolu yaşamı kabullenemediğinden, içindeki boşluğu bir türlü dolduramıyordu. Müslümanların sayısının artması ve yeni din İslam’ın Mekke müşriklerinin sohbetlerinde gündem olması, Musab’ın dikkatini çekti. Bazı Müslümanlarla yakın ilişkisi bir süre sonra Darü’l Erkam’da soluk almasına sebep oldu.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in davetine bir öğle vakti icabet etti. Önceleri otoriter annesi ve ailesinden imanını gizledi. Her fırsatta Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gidip yeni şeyler öğrendi.

Osman b. Talha onu namaz kılarken gördüğünü annesi Hünas’a ihbar edince Müslüman olduğu anlaşıldı. Anne ve babası onu evlerine veya mahzene hapsettiler.  Aç ve susuz bırakıp baskılar uyguladılar. Günlerce aç ve susuz kalmasına rağmen annesini hep hidayete davet etti. Ne annesi ne de Musab davalarından vazgeçmiyordu.

Ağır baskılar ve hakaretler altında olan Musab’ın hayatı, artık değişmişti. O zengin ve şımarık gencin yerini, güzel ahlaklı Hz. Musab radiyallahu anh almıştı. Fakir, zülme uğrayan ve perişan biriydi. Bu yaşadıklarına rağmen imanını haykırmaktan hiç vazgeçmedi.

Habeşistan’a hicrete izin verildiğini duyunca bir şekilde tutuklu bulunduğu evden kaçıp Habeşistan’a muhacir oldu.  Birinci Habeşistan hicretinden dönen Müslümanların içinde olan Musab’a, annesi tekrar baskı kurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Onu kovarken “Defol! Artık annen değilim!” demesi Musab’ı, annesini hidayete davet etmesinden alıkoymadı:

“Anneciğim! Sana iyiliği söylüyor, acıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet et!”

Fakat Hünas, yeminle bunu söylemeyeceğinde diretiyordu. Anne oğul artık bir yol ayrımında vedalaştılar.

Habeş ülkesine yapılan ikinci hicrette de yer alan Musab, yaşadığı birçok sıkıntıdan sonra iki hicret sahibi olarak Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında yer almaya devam etti.

  1. c) Davetçi ve Öğretmen

 O sıralarda Akabe’de Müslüman olmuş Medineliler, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e bir mektup gönderdiler:

“Ey Allah’ın Resulü! İslamiyet aramızda yayılmaya başlandı. Halkı Allah’ın kitabına davet edecek, Kur’an-ı Kerim’i okuyacak, İslam dinini anlatacak, İslam’ın sünnet ve emirlerini aramızda ikame edecek, namazlarımızda bize imamlık yapacak bir kimse gönder.”

Böylece Musab b. Umeyr, ilk öğretmen ve davetçi olarak Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından Medine’ye gönderildi. Hz. Musab, Medineli ilk Müslümanlardan olan Esad b. Zürare’nin evine misafir oldu. Davet ve tebliğ faaliyetlerine oradan başladı. Yapılan çalışmalar semeresini yavaş yavaş veriyordu. 2. Akabe Biatı’nda Hacca giden Medineli kafilenin içinde 70’ten fazla Müslüman vardı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Hz. Musab’ı Medine’ye davetçi ve öğretmen olarak atamasındaki isabetlilik kendini göstermişti.

Basiret ve ferasetiyle Hz. Musab, gün geçtikçe davet halkasını genişletiyor, İslam’ın nuru Medine’nin evlerine giriyordu. Esad b. Zürare’nin yardımlarıyla fertlerle, ailelerle, kabilelerle toplantılar düzenliyorlardı.

Bir gün bir bahçede insanlara sohbet ederken Medine’nin ileri gelenlerinden Useyd b. Hudayr, öfkeyle üzerlerine gelip kızdı. Kavmini, dininden çıkarmakla suçladığı Hz. Musab, yumuşak ahlakıyla onu buyur etti:

“Oturmaz mısın? Şayet söylediklerimizi beğenirsen kabul edersin. Beğenmezsen senden vazgeçeriz.”

Tehditlerine karşılık Hz. Musab’tan güler yüz, tatlı dil ve nazik tavırlar görünce, güzel ahlakını ve mantıklı yaklaşımını kabul etti. Derken Yüce Allah onun kalbine İslam’ın nurunu yazdı.

“Bu ne güzel ne kadar iyi bir söz…” deyip iman etti.

Useyd b. Hudayr’ın hidayetinden sonra teyze oğlu ve Medine’nin ileri gelen reislerinden olan Sad b. Muaz da aynı üslupla ve hiddetle yanlarına vardı. Akıbeti, Hudayr gibi imanla neticelendi. Medine’nin bir diğer ileri gelenlerinden olan Sad b. Ubade de iman edenlerin kervanına katıldı. Medine’nin üç önderi İslam’ın Medine’ye yayılmasında büyük bir pay sahibi oldular.

Öyle ki Sad b. Muaz, iman ettikten sonra reisi olduğu kavmine vardı:

“Ey kavmim! Allah’a ve Resulüne iman etmezseniz, erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun.” diyerek tavrını ortaya koydu. Bu sayede Medine’de İslam’ın hemen hemen girmediği ev kalmadı.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, başkasını değil de Hz. Musab’ı Medine’ye göndermekteki hikmet, daha çok anlaşılır oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tebliğ tarzını çok iyi kavraması, Kur’an-ı Kerim’den o zamana kadar inmiş ayetleri ezbere bilmesi ve etkili konuşmasıyla gönüllere nasıl ve ne tür yaklaşımla girildiğini bilen, davet ehli bir öğretmen…

d)Vefatı:

Hicretten sonra Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, onu muhacirlerden Sad b. Ebû Vakkas, Ensardan Ebu Eyyub el-Ensarî ile kardeş yaptı. Bedir savaşında Müslümanların sancaktarı olarak görev alan Hz. Musab, Uhud savaşında da sancaktardı. Zırh giymiş haliyle Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e benziyordu.

Uhud savaşında Müslümanların yaşadığı hezimet sonucu çıkan kargaşada bir elinde sancak olan Hz. Musab, İbni Kamia adlı müşriğin saldırısına hedef oldu. Önce sağ kolu koparıldı, sancağı sol eline alınca sol eli de koparıldı. O ise sancağın üzerine kollarından arta kalanıyla abanıp onu düşürmemeye çalışıyor, bir yandan da Ali İmran Suresi 144. ayet olan “Muhammed ancak bir Resuldür. Ondan evvel nice peygamberler gelip geçmiştir.” sözlerini okuyordu. 625 yılında 40 yaşında Uhud’ta ruhu şehadet alemine göçen Hz. Musab, artık bu dünyadan göçmüştü.

İbni Kamia ise o sırada Hz. Musab’ın zırhlı halini  Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e benzetip “Muhammed öldü, Muhammed öldü!” diye bağırıyordu.

Savaştan sonra Hz. Musab’ın cesedini gören Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem gözyaşları döktü. Etrafındakilere bakıp;

“Şu yiğide bakın hele!” dedi. “Allah, onun kalbini nurlandırdı. Anne ve babasının yanında sizin görmediğiniz yiyecekler ve içeceklerin en iyileriyle beslenmekteyken Allah ve Resulünün sevgisi ona, hepsini bıraktırdı.” dedi.

Daha sonra Hz. Musab’a dönerek konuştu:

“Ben seni Mekke’de gördüğüm zaman senden daha narin elbise giyen, senden daha güzel, uzun saçlı bir yiğit yoktu. Şimdi sen, bir hırka içinde saçı başı karma karışık bir haldesin.”

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem savaş alanında yatan Hz. Musab’a ve tüm arkadaşlarına baktı:

“Allah’ın Resulü şehadet eder ki, siz kıyamet gününde Allah katında şehit kimselersiniz.”

Yanındakilere dönüp devam etti:

“Ey insanlar! Onları ziyaret edin, onlara gidip selam verin. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününe kadar birisi onlara selam verse, onlar o kimsenin selamını alırlar.”

  1. e) Fazileti:

Amir b. Rebia, Hz. Musab hakkında şunu demiştir:

“Müslüman olduğu günden Uhud’da sehid düştüğü güne kadar dostum ve arkadaşımdı. Habeş ülkesine her iki hicrette de bizimle birlikte yola çıkmıştı. Kafile içinde yol arkadaşımdı. Onun kadar güzel huylu olan kimse görmedim.”

Defin sırasında Hz. Musab için kefen bulunamamıştı. Bir zamanlar Mekke’nin en zengin iki ailesinden birine mensup olan yiğit için kaftanı baş tarafını örtecek şekilde kullanıldı. Açık kalan ayak kısmı ise otlarla örtülerek defnedildi.

Hz. Ali şöyle demiştir:

“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte mescitte bulunuyordum. Yanımıza Musab b. Umeyr geldi. Üzerinde yamalı deri hırkadan başka bir şey yoktu. Onu böyle görünce gözleri yaşardı. Çünkü o, daha önce nimetler/zenginlik içinde yüzüyordu. Bugün ise yamalı bir deri içinde bulunuyordu.”

Selam olsun Hz. Musab’a…

 

Mehmet Ali GÖNÜL

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir