İDRİS GÖKALP

Musibeti Nimete Dönüştürmek

MUSİBETİ NİMETE DÖNÜŞTÜRMEK
Yoksul ve ailesinin eline baktığı bir genç, kendisini bulan bir kavga sırasında can vermiş; sevenleri ve yakınları başsağlığı için toplanmışlardı.
Taziyede nasihatler ediliyor, musibetler ve ölümden ders almak üzerine konuşuluyorken gencin dayısı sürekli yakınıyordu:
-Ne işin vardı be orada?
-Gidecek başka yer mi bulamadın?
-Kim bilir hangi arkadaşına uydun?
-Musibet de hep yoksulu bulur?
Ne “Ayıptır, yeter!” diyen yakınları onu teskin edebiliyorlardı ne “Musibet karşısında isyan, daha büyük musibettir!” diyen hocalar.
Bir an adam yine öyle söylenip durmuş, sonra herkesi protesto edercesine dışarı çıkmıştı ki bir anda dehşet verici bir fren sesi duyulmuştu.
Taziyedekiler figan içinde dışarı çıktıklarında adamı yerde yatıyor görmüşlerdi. Kamyon çarpmış ve orada hemencecik can vermişti.
Musibet, böyle bir hâldir… Kimi zaman, insanın hiçbir etkisi yok iken gelip insanı bulur.
Sözlükte “ansızın bastıran yağmur” anlamındaki “savb” kökünden türemiş musibet kavramı; “bir şeyin hedefine ulaşması, birinin payına düşmesi” anlamına gelir.
Kurak Arap coğrafyasında… Mekke gibi bir yerde… İnsanların pek de yağmur beklemedikleri bir memlekette… Ansızın yağan yağmur, nasıl ki sel baskınına yol açar, ölüm getirir, ev yıkar, ortalığı tarumar eder… Benzer musibetler de kimi zaman öyle ansızın gelir ve ortalığı tarumar eder.
“İsabet etmek” ifadesinden anlaşıldığı üzere, musibetin bir anlamı “bir şeyin hedefine ulaşması”dır. Kişi için takdir olan musibet bir şekilde onu bulur.
Başka bir anlamı ise “payına düşmek”tir.
Musibetler, imtihan dünyasında hakikaten adeta pay edilmiş: Kiminin payına hastalık, kiminin payına göç; kiminin payına küfür, fısk u fücur musibet olarak düşmüştür… Ama bir şekilde herkesin musibetten yana bir payı vardır.
Paya düşen her musibet Allah’tandır.
“Sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Eğer başına bir musîbet gelirse, “Biz tedbirimizi önceden almıştık” derler ve sevinerek dönüp giderler. De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.” (Tevbe 50-51)
Ve paya düşen her musibet, mutlak bir şekilde “Kitab”a yazılıdır:
“Gerek yerde, gerek kendi canlarınızda meydana gelen (kıtlık, afet ve hastalık gibi) herhangi bir musibet, biz onu yaratmadan önce mutlaka bir Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da) yazılmıştır. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid 22)
Hepsi kitaba yazılan musibetlerden bir kısmı imtihan dünyasında insanın iradesi söz konusu olmadan payına düşmüştür. Çığ felaketinde kar altında kalmak gibi… Ani bir sel baskınında varını yoğunu kaybetmek gibi… Ya da bilinmedik bir yerden gelen “kör kurşun”un isabet etmesi gibi…
Yine mutlak bir şekilde “Kitab”a yazılı musibetler de var ki insanın plansızlığının, tedbirsizliğinin bir neticesidir:
“Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.” (Nisa 79)
İnsanın böyle bir musibetle karşılaşınca “Bir musibet bin nasihatten yeğdir.” kaidesi gereği yapacağı, musibetten ders almak, sonraki işlerinde planlı ve tedbirli olmaktır.
Burada mazerete sığınmak, kusuru başkalarında aramak, insan için hiç kuşkusuz eksikliktir, kusurdur…
Ya insanın iradesi dışında kendisine isabet eden musibetler…
Vahyin mucizevi bir yanı da harfiyen tatbik edildiğinde “kâmil” ve her koşulda “mesud/mutlu” insanı inşa etmesidir.
“Kamil” olmayan insan, dolayısıyla “eksik insan”, nimet karşısında bile mutsuzdur, dünya malı ve arzuların tatmini için fiziki etkenleri elinin altında bulundurması onu mutlu etmez…
“Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah, bununla ancak onlara dünya hayatında azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.” (Tevbe 55)
Nimet, bile kâfir için azaptır. Kâfir her halükârda eksiktir, eksik olduğu için parçalıdır, yaralıdır ve bir şekilde mutsuzdur.
Vahiy ile kemale ermiş insan için ise nimet şükür sebebi olduğu gibi musibet de şükre vesiledir.
“Allah’ın müminler için ön gördüğü hükmü/kararı beni oldukça sevindirmektedir. Şöyle ki,   kendisine bir hayır /bir iyilik dokunsa Rabbine hamd eder ve şükreder. Başına bir musibet gelse hamd eder, sabreder. Her durumda hatta hanımının ağzına koyacağı bir lokmadan ötürü dahi mümin için bir ücret, bir mükâfat vardır.” (Hadis-i Şerif)
Mü’min nimetle karşılaşınca “Elhamdülillah” der, şükreder. Musibetle karşılaşınca “Elhamdülillah ala külli hâl, siva el küfrü ve’d-delal” der.
Hamd’ın bir yanı övgüdür, diğer yanı o övgünün fiili karşılığı olan bağlılıktır. Vahyin rehberliğinde kemal bulmuş insan, musibet de görse Allah’a övgüyü ve Allah’a olan bağlılığını terk etmez. İnsan, Rabbiyle buluşmuşsa eksiklikten kurtulmuştur, dünyevi eksiklikler, onun hamdinin azalmasına neden olmaz. O, Allah’a tevekkül etmiştir, onun dayanağı, hiç şüphesiz sağlamdır.
Dayanağı sağlam olmayan insan ise rüzgârın önündeki yaprak gibidir. Nimetin çokluğu karşısında şımarır ki bu nimeti musibete dönüştürür; zahmet karşısında ise isyan eder ki bu da musibet üzere musibettir. O, ham insandır.
Vahyin, musibet karşısında inşa ettiği insan tipi ise sağlama dayanmakla, vakalara karşı dayanıklılık kazanmış bir insan tipidir. Ne nimetlerin çokluğu onu şımartır, gaflete sürükler, gevşetir, yarı yolda bırakır ne zahmet onu isyan ettirir.
O, her hâlükarda… Fırtınalı havada… Günlük güneşlik bahar gününde… Ya da yaz sıcağında… Her şartta dosdoğru yol üzeredir. Nimet onu şımartmayınca, zahmet onu isyan ettirmeyince Sırata’l-mustakim’i, dosdoğru yolu asla kaybetmez… İşte o, olgun insandır. Olgun olduğu kadar istikrarlıdır. Rabbini bulmakla mutlu olmuş, hiçbir koşul onu mutluluktan uzaklaştırmaz.
Ama şunu da unutmamak gerekir:
Mü’min olmak hatasız olmak anlamına gelmez. Mü’min, bir musibetle karşılaştığında onu değerlendirir:
  1. Musibet, planlamasının eksik, tedbirinin yerinde olmamasına dayanabilir. Vahyi rehber edinmiş insan, böyle bir musibetten sonra planlarını daha sağlam yapmak, tedbirlerini daha iyi almak için uğraşır.
  2. Musibet, arzularının aklına galebe çalmasından kaynaklanabilir. Yani planlaması sağlam, tedbiri de yerinde olduğu hâlde, henüz yola girmeden veya yola girdikten sonra nefsinin aklına galip gelmesi üzerine hata yapmış olabilir. Vahyi rehber edinmiş insan, böyle bir musibetten sonra, istiğfar ve tevbe eder; nefsine karşı daha iyi donanmak için zikrini artırır.
  3. Musibet, tamamen kendi iradesi dışında, imtihan vesilesiyle onun payına düşmüş olabilir. Vahyi rehber edinmiş insan, daha önceki iki halden ders aldığı gibi böyle bir musibetten de ibret alır. Kendisini anlık musibetlere karşı hazır hâle getirir. Musibetlere rağmen istikametini kaybetmez.
Musibetlere rağmen istikametini kaybetmeyen, dünyada saadeti bulduğu gibi ahirette de saadeti bulur inşaallah…
“Muhakkak ki biz sizi korkuyla, açlıkla ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. O sabredenleri müjdele! Onlar ki, başlarına bir musibet geldiği zaman: “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz.” derler.” (Bakara 155-156)
“Her kim bir musibete uğradığında ‘istirca’da bulunursa (“İnna lillahi ve inna ileyhi raci’un” demek suretiyle Rabbine yönelir ve sığınırsa) Allah, o musibetten kaynaklanan yarayı sarıp sarmalar. O kişiye güzel bir akıbet hazırlar ve o musibeti izale buyurup onun yerine çok uygun ve kulunun da hoşnut olacağı şartlar yaratır.” (Hadis-i Şerif)
 
Dr. Abdulkadir TURAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir