MÜ’MİN ÜMİDİNİ YİTİRMEZ
Hz. Yusuf aleyhisselam, bizzat kardeşleri tarafından kuyuya atıldı. Kuyuya atılmak, sıradan bir öldürülmeden beterdir. Kuyuya atılmak, aynı zamanda umutsuzluk içinde ölüme terk etmeyi simgeler.
Sonra Yusuf aleyhisselam, yabancılar tarafından çıkarılıp Allah’ın Peygamberinin evladı iken köle olarak satıldı, saraya hizmetkâr yapıldı.
Yusuf aleyhisselam, kuyuda eziyetle imtihan oldu; sarayda zevk ve sefa ile… Haramla zevklenmeyi reddedince zindana atıldı.
Eziyet çekenler bilirler: Önce eziyet çekip sonra rahatlığa kavuşana eziyetin tekrarı, kat kat daha eziyet verici gelir, insanı daha çok karamsarlaştırır, umutsuzlaştırır. Üstelik Yusuf aleyhisselam, zindanda unutulur. Ama o Rabbinden umut kesmez. Nihayet zindandan çıkarılır ve Mısır’a vezir olur.
Kuyuya atılmak… Hem de kardeşleri tarafından… Kuyudan sonra saraya çıkmak… Sarayda iftiraya uğrayıp zindana düşmek… Buna rağmen umutsuzluk ve karamsarlığa düşmemek… Bu nasıl bir hâl, cevabı Hz. Yakub aleyhissellam’dadır.
Hz. Yakub, aradan geçen onca zamana rağmen umudunu kesmemiş; “Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf’u ve kardeşini arayın. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf 87)
Allah’ın peygamberinin ifadesi açık: Ancak kâfirler Allah’ın rahmetinden umut keser…
Yusuf aleyhisselam, karamsarlığa kapılıp Rabbinin rahmetinden umut kesseydi, zindanda kendini parçalaması gerekirdi.
Yakub aleyhissellam, karamsarlığa kapılıp Allah’ın rahmetinden umut kesseydi, Yusuf’u ve kardeşini aramaktan vazgeçerdi. O, “Ben gam ve kederimi sadece Allah’a arz ediyorum ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.” (Yusuf 86) İmanla Allah’tan umut kesmenin yan yana gelmeyeceğini bildi ve bildirdi. “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf 87) diye tavsiye etti.
Bu ibretli kıssadan Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem ve ashabının Allah cümlesinden razı olsun, yaşadıklarına geçelim:
Onlar, kendi kavimleri tarafından reddedildiler, hakarete uğradılar, dışlandılar. Ashab, Kureyş mensupları olarak Arap’ın eşrafından iken, Siyahî Hıristiyanların ülkesi Habeşistan’a sığınmaya muhtaç duruma düştü. Onların bu hâlinin izahı o gün açısından o kadar zor ve karamsarlığa sürükleyici ki kelimeler izaha kifayetsiz kalır. Sonra Yesrib’e sığındılar. Ama kardeşleri, amcaları, amca çocukları, dayıları, dayı çocukları ve sair akrabaları oraya kadar gelip hatta Yahudilerle dahi işbirliği yaparak onlarla savaştılar. Yine de karamsarlığa düşmediler, umutsuzluğa kapılmadılar.
Müslüman, muzaffer ruhludur ve bu muzaffer ruhunu Allah’a imandan alır. “Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan (dalalette olanlardan) başka kim ümit keser?” (Hicr 56) İslam’la hidayet bulmak, bunu anlamak ve muzaffer ruhu benimsemektir.
Karamsarlık, kişilerin meselelere hep olumsuz bakmasıdır. Bu his, azmin düşmanıdır. O arttıkça azim de azalır. Azim azalınca gayret son bulur.
İslam, karamsarlığa karşı kesin önlemler almıştır: İslam’da üç günü aşan yas yasaklanmıştır. Ölüler üzerine ağıt yakma geleneği de Müslümanlar arasında başka toplumlar üzerinde yayılmıştır.
İslam karamsarlığa karşı başarıyı, zaferi öne çıkarır; kişileri başarılar üzerinden teşvik eder. Başarısızlıktan ancak ibret olsun diye söz eder.
İslam, kötülüğü ve kötüleri ancak iyiliğe ve iyilere duyulan ihtiyacı anlatmak için anar.
İslam’ın bu tedbiri “Biz çalışırsak başarırız” diyen bir Müslüman ruhu inşa etmiştir. Bu ruh, ne olursa olsun umudunu kaybetmemek, dolayısıyla direnişi, mücadeleyi, gazayı, cihadı daima sürdürmek üzere şekillenmiştir.
Bu muzaffer karakterli Müslüman ruhu, İslamî zaferlerin en mühim enerji kaynağıdır ve bu ruh, aynı zamanda İslam düşmanlarının baş belasıdır.
Bu ruhu ayakta tutmak, tarih boyunca Müslümanlar tarafından nasıl önemsenmişse İslam düşmanları da tarih boyunca bu ruhu öldürmek için çalışmışlardır. Umutsuzluğu Müslümanın en büyük düşmanı bilmiş ve onu besleyip büyütmek için uğraşmışlardır.
Haçlıların çocuk ve kadınları ile katıldıkları ve yüzyıllara yayılan Haçlı Seferleri… Haçlıların büyüklerinden Fransız Kralı 9. Louis Mısır’da Dimyat önlerinde iken başlayan Moğol katliamları… Müslümanların acısına duyarsız kalan Müslümanlar… İhanet edenler… Kardeşlerini kuyuya atanlar… Kardeşleri tarafından kuyuya atılınca köle pazarlarında satılan Müslümanlar…
Ve buna rağmen sönmeyen Müslüman umudu… Düşmanın saldırganlığına, kardeşinin duyarsızlık ve hatta ihanetine rağmen şevkini kaybetmeden savaşmaya, mücadeleye devam eden Müslüman…
Bu umut sönüp o şevk kırılsaydı Müslümanlar, Batı’dan ve Doğu’dan aynı anda gelen bu vahşet seli karşısında yenilir; İslam alemi yerle yeksân olurdu…
Modern Küfrün Müslümanları Umutsuzlaştırma Planları
Modern küfür; kadim küfrün bütün tecrübelerini akademilerinde araştırmış, derin mahzenlerinde tahlil etmiş, varılan sonuçları kabinelerinde siyasete dönüştürmüş zorlu bir düşmandır.
Bu düşman, bütün musibetlere rağmen Müslümanları ayakta tutan nedir, sorusuna cevap aradı, bulduğu cevap doğrultusunda Müslümanların umudunu kırmayı İslam aleyhindeki hedefine varmanın yolu olarak gördü.
Modern küfür, önce İslam’ın kendisi üzerinden İslam alemini vurmaya çalıştı. 19. Yüzyılda liberal düşüncenin düşünürü Max Weber, Müslümanların İslam’ın özünden dolayı geri kaldıklarını, Müslümanların dolayısıyla Müslüman kaldıkları sürece hep geri kalacaklarını öne sürdü.
Weber, bu düşüncesiyle hem Batı’ya umut veriyordu hem Müslümanları korkunç bir umutsuzluğa sürüklüyordu. O, bu umutsuzluk üzerinden onları İslam’dan koparmayı, dolayısıyla Batı’nın kölesi yapmayı umuyordu.
Ama onun bu düşüncesi ne Batı’da ne de bizzat ateistleşen Müslümanlar arasında kabul gördü. Küfrün dış ve iç temsilcileri hep birlikte, İslam geri bıraktıran bir din değildir, böyle bir iddia inandırıcı olmaz dediler. Weber’in bu görüşünün kabul görmeyeceğini/Batı planları açısından işlevsel olmayacağını söylediler.
Batı, Weber’le ilgili bu itirazlar karşısında yeni bir arayışa yöneldi.
“And olsun ki, Allah’ın Resûlü’nde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 21)
İslam, insanı iyi insanları örnek göstererek iyiliğe teşvik eder. Müslüman, ilahi emri, o emri yerine getiren örnek insanlar üzerinde görerek öğrenir ve o emre uyar.
Batı, İslam karşıtı arayışında İslam’ın bu insan yetiştirme tarzından İslam aleyhinde yararlanma umudu buldu. Bilittifak, İslam’ın Müslümanlar üzerinden vurulması kararına vardı. Buna göre, İslam doğrudan hedef alınmayacak, onun yerine İslam dünyasının bir daha ıslah olmayacağına dair umutsuzluk yayılarak Batı’nın İslam dünyasına hükmetmesi sağlanacaktı.
Batı, doğrudan Resulullah salallahü aleyhivesellem’e hücum edemezdi. Zira Weber gibi Protestanların İslam’ı İslam’ın kendisi üzerinden vurma yöntemi işlemez görünüyordu. Buna karşı, bizzat Ashabdan başlanıp günümüze kadar bütün örnek Müslümanlar karartılacak ve bunun üzerinden Müslüman genç içi karartılıp umutsuzluk kuyusuna atılacaktı.
Bu yeni plan doğrultusunda Şura-yı Ümmet, İçtihad gibi bize sıcak gelen adlarla çıkan dergiler, art arda Müslümanların acılarından söz ettiler. Oysa her iki dergi de dinsizler tarafından çıkarılıyordu. Onlar, Müslümanların yaralarını, bu yaraların bir daha kabuk bağlamayacağını, bu yaraların nihayetinde sahibini öldüreceğini anlatmak için işliyorlardı.
Bu öylesine planlı idi ki onunla karşılaştığında “Dedi ki: “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan (dalalette olanlardan) başka kim ümit keser?” (Hicr 56) ayetini hatırlamayan herkes, “İslam güzel dindir, Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhivesellem büyük liderdir. Ama Müslümanlarda iş yok, onlarla yola çıkan asla başarılı olmaz” düşüncesine kapıldı.
-
yüzyılın başına geldiğimizde bu düşünce “okumuş” İslam gençliği bir yana, bir kısım alimimize bile hükmetmeye, onların tutumlarını belirlemeye başladı.
Mehmet Akif Ersoy;
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle
…
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
…
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,
…
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur! ‘ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma
dizelerini böyle bir ortamda söyledi.
Buna rağmen, İslam dünyasının başına Batı çavuşu seküler liderler bela edildiğinde halk “İslam hak, Kur’an hak, Hz. Muhammed bilaşüphe Peygamber’dir; lakin Müslümanlarda iş yok” diye mazeret bularak o çavuşları destekledi.
Müslümanlar, adeta elli yıl bu umutsuzluğa karşı koymak için uğraştılar. Sonuçta onu yendiler. Ama 1990’lı yıllardan bu yana yeniden Müslümanların umutlarını yine Müslümanlar üzerinden kırmaya yönelik bir dalga ile karşı karşıyayız.
Bu planın sahipleri, dünya Müslümanlarının mevcut durumunu sürekli gah ateizm yayılıyor gah şu veya bu Müslüman, ABD ile işbirliği yapıyor diye haber yapıyorlar. Onların gayesi aramızda Allah’la bağını koruyan tek bir insanın kalmadığı hissini vermek; sıradan Müslümana dinini terk etmesi ve küfre bağlanması için mazeret oluşturmaktır.
Dolayısıyla Müslümanlar arasında ümitsizlik yayan, Müslümanların şevkini kıran, bizzat İslam bu planı geliştiren İslam düşmanlarına çalışmış sayılır. Yaptıkları İslam düşmanlarının hanesine geçer.
Bugün geldiğimiz nokta, mühim bir noktadır:
Müslüman ya Resulullah ve Onun pâk Ashabını örnek alarak şuurla hareket edip umuda sarılacak, Müslüman olma şevkini sonuna kadar hissedecek ve hissettirecek ya da küfrün umutsuzluk dalgasına kapılıp heba olacaktır. Yol mu?
Bırakın mâtemi yâhu! Bırakın feryâdı;
Ağlamak fâide verseydi, babam kalkardı!
Göz yaşından ne çıkarmış? Neye ter dökmediniz?
Bâri müstakbeli kurtarmaya bir azmediniz!
Mehmet Akif Ersoy
Dr. Abdulkadir TURAN