Dua ve Sevgi Terapisi

Dua ve Sevgi Terapisi

Bismillah…

Varlık âlemindeki her bir mahlûku mükemmel bir biçimde yaratan Yüce Yaratıcı (C.C), bu yaratışta insana da en güzel payı vermiştir. Kur’an-ı Azimüşşan’da buna dikkatleri celp ederek: “Biz insanı en mükemmel biçimde yaratmışızdır.” (Tin Suresi-4)  buyurmuştur. Eğer bu doğrultuda mini bir araştırma yapılsa, insan vücudunun kâinatın bir minyatürü olduğu görülecektir. Ne var ki devasa büyüklükteki yıldızların bile zaman içerisinde parçalandığına tanık oluyorken evrendeki bir toz taneciği hükmünde olan insan için de bu durum kaçınılmazdır. İnsan belki bedenen parçalanmıyor fakat yoğun bir parçalanışı ruhen en devasa şekliyle yaşıyor.

Değil mi ki insan vücudu mikrobik hastalıklara açık olduğu gibi ruhsal hastalık ya da bozukluklara yakalanmaya da müsaittir. Bunlara türlü isimler verilebilir: Depresyon, obsesif kompulsif bozukluk, stres bozukluğu, sosyal fobi, anksiyete, madde bağımlılığı… Ancak adı ve mahiyeti ne olursa olsun, ruhsal bozuklukların toplumumuzu büyük bir hızla etkisi altına aldığı tartışma götürmez bir gerçektir.

Çağımızın yaygın hastalıklarından olan ruhsal bozukluklarla alâkalı yapılan araştırmalara göre; ülkemizin %20’si tanı konulabilecek düzeyde ruhsal bozukluğa sahip görünüyor. (Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması, Ankara) Bu da demek oluyor ki insanımız bu girdabın içine ya düşmüş ya da o girdaba kapılmak üzere. Hal böyleyken acilen kalıcı çözümler getirmeli ve toplumu bu girdaptan kurtarırken girdaba doğru sürüklenmesinin de önüne geçilmelidir.

Esasen yapılması gereken ilk iş, “hastalık” olarak adlandırılan duygu durumlarının yeniden isimlendirilmesidir. Yanı sıra bilinmeli ki; toplumumuzun inanç değerleri, Batı kaynaklı içeriklerden çok daha zengindir, kapsamlıdır. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak tanı ve tedavinin toplumun özüne uygun yapılması gerekir.

Kısaca örneklendirecek olursak; anksiyete bozukluğu, yoğun bir endişe ve kaygı bozukluğudur. İnancımıza, dolayısıyla özümüze danıştığımızda anksiyete bozukluğunun aslında vesvese olduğu cevabını alıyoruz. Vesveseyle mücadelede ise maddi-manevi bir takım kalıcı çözüm önerileri olduğunu görüyoruz.

Sosyal fobi ya da diğer adıyla sosyal anksiyete; kişinin başkaları tarafından gözlem altına alınmaktan veya yargılanmaktan korkmasıdır. Bu durum her insanda mevcut olan bir duygudur. Fakat bazı kişilerde yoğun olarak yaşanır. Bu hal üzere olan kişi için Kur’an-ı Kerim öğüt ya da tedavi niteliğinde şöyle buyurur:

“…Hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”(Maide, 54)

Obsesif-kompulsif bozukluk; günlük ritüellerini tekrar etme, bunun dışına çıkamama, hayatı belli bir kalıpta yaşama olarak tanım buluyor. Bu ise bize “İki günü eşit olan ziyandadır” hadisini anımsatıyor.

Bipolar bozukluk; kişinin üzüntü ve neşeyi arka arkaya en üst seviyede yaşaması halidir. Bu duygu bozukluğuna sahip olan kişi az önce çok mutluyken şimdi çok üzgün bir ruh halinde olabilir. Kesin olarak bilinmeyen bipolar bozukluğun nedeni belki de“Söz ve fiillerde aşırıya gidenler helak oldu.”(Müslim, İlim) hadisinde gizlidir.

Elbette örnekleri artırmak mümkündür. Fakat sorunu dillendirip çözümü de sunabilmek için bu kadarı kâfidir diyoruz.

Çözüm önerisinden önce bilinmeli ve kabul edilmeli ki; ruhsal hastalıkların temelinde “sevgisizlik” vardır. Sevgisizlik; haset, gıybet, iftira gibi bireyden topluma yayılan, basit görünen fakat sosyolojik sorunlara yol açan bir duygu yoksunluğudur.

Psikolojide schadenfreude olarak adlandırılan “başkasının mutsuzluğuyla mutlu olma” durumu, sevgisizliğin ne denli kötü sonuçlar getireceğini açıkça gösteriyor.

Sevgi ise kurumuş bir toprağı yeşerten, hayatın varlığına vesile olan su gibidir. Yeşerme imkânı olmayan toprağa bile su dökseniz, o topraktan, istisnasız her insana huzur veren toprak kokusunun yayıldığını görürsünüz. Durum böyleyken toprağın yeşerip yeşermeyeceğini tartışmak yerine toprağı suyla buluşturmak, güzelliğin başlangıcı olacaktır.

Bu bağlamda bireylerin karşılıklı duyduğu sevgi, sadece psikolojik bir huzuru sağlamakla kalmaz, bir takım fiziksel değişimler yardımıyla hayatı olumlu yönde ilerletir. Bu sevgi sonucunda kişide salgılanan hormonlar kalbi korur, bağışıklığı güçlendirir, kilo verilmesini sağlar, özgüven ve başarı hissini artırır.

Anne, baba, eş, evlat, dost, komşu, arkadaş ya da hayvan, bitki vs. çevresindeki varlıklara karşı sevgi duymayan kişiyle sevgi duyan kişinin hayat kalitesi, ahlakı ve olaylara bakışı arasında büyük farklar olduğu ortadadır.

Sevmenin yanı sıra sevilmek de insan hayatını olumlu yönde şekillendiren bir durumdur. “Biriniz kardeşini seviyorsa ona sevdiğini söylesin.” (Ebu Davud) nasihati eğer bireysel ve toplumsal olarak hayata geçirilse sosyopsikolojik sorunların birçoğu ortadan kalkar. Şu halde çözüm önerimizin ilki; “sevgisizliğin verdiği boşluğun sevgi ile doldurulmasıdır”.

İnanç değerlerimizden yola çıkarak vereceğimiz ikinci çözüm önerimiz ise “dua”dır.

Hayatın bir gerçeği olarak hayatta her zaman sevmek ya da sevilmek mümkün olmayabiliyor. Kişi, kendi olumsuz duygularına söz geçirse bile muhatabı için aynı durum söz konusu değildir. Bu durumda tüm sevgilerin ötesinde bir sevgiye malik olan Allah’a yönelmek eksik kalan sevgilerin yerini fazlasıyla dolduracaktır.

Doğrusu depresyon, travma, stres vb. şikayetlerle boğuşan bir kişinin tedavi sürecinde uygulanacak en iyi yöntem; sorunlarını en şeffaf haliyle dile getirmek, hatalarını ve doğrularını, yaşadığı/uyguladığı haksızlıkları konuşmak/itiraf etmektir. Akabinde tüm bunlara kalıcı ve kesin olduğunu bildiği çözümler bulmak da kişinin hayata dair ümidini artıracaktır.

Yukarıda sıraladığımız tedavi sürecinde en önemli görev ise dinleyiciye düşüyor. Zira insan, güvenilirliğinden ve işinin ehli olduğundan emin olduğu kimseyle sıkıntılarını paylaşır. Allah’tan daha iyi bir dinleyici, çözümler yaratıcı, kalpleri doğru olana çevirici kimse olmadığına göre duadan daha etkili bir tedavi de yoktur diyebiliriz. (Elbette biyolojik ya da fiziksel nedenlerin tetiklediği duygu bozuklukları için özel bir tedavi muhakkak uygulanmalıdır.)

 

Mine TURHAN/ İNZAR DERGİSİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir