40 Yaşına Girmeden Olgunlaşmıyor İnsan

40 Yaşına Girmeden Olgunlaşmıyor İnsan

Dünyaya gözlerini açan bütün canlılar; güneşle, toprakla, havayla, suyla tanışırlar. Beslenirler, büyürler, gelişirler, olgunlaşırlar… Bu kez geri dönüş başlar ve nihayet ayrılırlar dünyadan. İbni Haldun, toplumların da doğduğunu, büyüyüp geliştiğini, olgunlaştığını ve nihayet öldüğünü söylüyor.

Her canlının bir olgunluk süresi var. İnsanın olgunluk yaşı; kırk yıl sonrasıdır.

Daha önce olgunlaşanlar da oluyor elbet. Ömrünün sonuna kadar hiç olgunlaşamayanlar da. Bunlar konumuzun dışında. İstisnaları bir yana bırakarak vasat insanı konuşmak istiyoruz:

Allah Teâlâ’nın seçip eğittiği, bilmediklerini öğrettiği, son Peygamber (sav), doğduğu günden itibaren olgundu. Onun hiçbir zaman ham, uygunsuz, çirkin bir davranışı olmadı. Ancak o da peygamberlik sorumluluğunu yüklenmesi için kırk yaşını bekledi.

Rabbimiz, kırk yaşın, olgunluk yaşı olduğunu ifade buyuruyor:

“Biz insana, ana babasına iyilik etmesini emrettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet güçlü, kuvvetli, olgunluk çağına erip de kırk yaşına ulaşınca der ki: Rabbim, bana ve anama – babama verdiğin nimet(ler)e şükretmemde ve razı olacağın iyi iş(ler) yapmamda beni başarılı kıl. Benim için de soyumda iyiliği devam ettir. Çünkü ben tövbe edip sana yöneldim ve ben muhakkak ki elbette gerçek Müslümanlardanım.’” (Ahkaf, 46/15)

Yukarıdaki ayette konumuza ışık tutan şu husus dikkatimizi çekiyor: “Hattâizâbeleğaeşuddehu ve beleğa erbaine sene.” (Nihayet güçlü, kuvvetli, olgunluk çağına erip de kırk yaşına ulaşınca) buyruluyor. Demek ki; kırk yaş; insanın her yönüyle (maddi ve manevi) en güçlü, kuvvetli, kemalatını tamamladığı, olgunlaştığı yaşıdır.

“Her yokuşun, bir inişi var.” derler ya; kırk yaşına dek yokuş çıkar insan. Kırk yaşından sonra iniş başlar.

Peygamberimiz (sav), bir hadislerinde: “Çocuklarınızla çocuklaşın.” (Deylemi, 3/51) buyuruyor. Hz. Ali de bu hadisten mülhem olarak hadisi yorumlayıp açıyor, güzel bir tespitte bulunuyor: “Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oyun oynayın, 7-15 yaş arası arkadaş olun, 15 yaşından sonra istişare edin.” diyor.

Biz de Hz. Ali’nin sözünü biraz açarak şöyle diyebiliriz: Her yaşta çocuklarınızın en yakın arkadaşları siz olun. Kırk yaşına kadar çocuklarınıza danışın ki; kişilik ve özgüven kazansınlar; düşünsünler, araştırıp öğrensinler, olgunlaşsınlar. Kırk yaşından sonra da çocuklar ve gençler onların tecrübelerinden hayat dersleri alsınlar.

Gençler, genelde kırkını aşmış olanlara; çağı tanımayan, çağa ayak uyduramayan, birçok şeyi kendileri kadar bilmeyen, anlamayan insanlar olarak bakıyorlar. Kendilerinin her şeyi daha iyi bildiklerini, düşündüklerini ve yaptıklarını kabul ediyorlar. Bu nedenle onların kendilerine karışmamalarını, konuşmamalarını istiyorlar. Karışırlarsa, bu yüzden bazen eleştiriyorlar da. İşe yaramayan, vitrini süsleyen bir eşya gibi bakıyorlar onlara.

Oysa kırkını aşmış olanlar, sosyal hayatın en değerli hazineleridir. Tecrübeleri ve birikimleri var. Düşüp kalktılar. Kendi büyüklerinden hayat hikâyeleri, öğütler dinleyerek, tecrübelerinden faydalanarak, ders alarak okuyarak olgunlaştılar. Kolay kazanılmıyor insanı güzelleştiren vasıflar. Onlar, güzel vasıflarla donanmak için nice yıllarını verdiler.

İşte bu sebeple toplum, -aslında hiçbir insana yakışmayan- ahlaksızlığı, kötülüğü, had bilmezliği, cahilce davranışları, kırkından sonrakilere hiç yakıştıramıyor. Onlardan -yaşlarına uygun- daha olgun davranışlar bekliyor.

Gençler, belki bilgisayarın, telefonun, internetin dilinden daha iyi anlıyorlar. Onlar, bugünkü gençlerin sahip bulundukları imkânlara sahip değillerdi. Teknik bu kadar ilerlememişti. Ama hayat, onlara çok şey öğretti.

Olgunluğunu tamamlamış, kırk yaşın üzerindeki insan, çocuk değildir artık. Gözü oyunda, oynaşta olmaz. Genç de değil. “Gençlik; delilikten bir şubedir.” (Acluni, Keşfu’l Hafa 11/3 h. 1530; Ramuz el e-hadis, s. 215 h. 13) diyor Peygamberimiz (sav). Kanı cıvıktır; delice akar. Ayağı yere basmaz. Çoğu kez aklı, idraki, feraseti, duygularına ve heyecanına esir olur. Bu nedenle deli-kanlı diyorlar gence. Kırkını aşanların kanı durgun akar. Büyük düşünürler, büyük işler peşinde koşarlar.

Yaşları gibi aileleri de olgunlaşır, güçlenir, hayatın derinliklerine kök salar kırkını aşanların. Eşler arasında güçlü bir bağ oluşur. Sağlam olur onların yuvaları. Karlı bir dağdır onlar. Koca, bir dağ… Hatunu, dağın başındaki karıdır. Değil basit sosyal, ekonomik rüzgârlar önünde savrulmak; şiddetli fırtınalar bile yıkamaz onların aile çatılarını. Birbirinden ayıramaz, yerinden oynatamaz onları.

Tek vücut olmuştur onlar. Biri sağ el, diğeri sol eldir; biri sağ ayak, diğeri sol ayaktır; biri sağ göz, diğeri sol gözdür… Böyle bilirler birbirlerini. Bir ömür, bir yastıkta kocar onlar. Bakıyorsunuz bir – iki yıl içinde kum yığını gibi çöküyor günümüz gençlerinin kurdukları yuvalar.

Kırk yaşına kadar insan hemen herkesten etkilenir. Kırk yaş sonrası arınır, durulur, oturur onun inanç ve düşünceleri. Kökleşir. Artık o, etkilenen değil, etkileyecek yaştadır.

Gençler!

“Kuşak farkı var.” diyerek, “Zaman çok değişti.” Diyerek onları bilgisizlikle, anlayışsızlıkla suçlayıp dışlamayın. Uzak durmayın onlardan. Meyvelerinin tam olgunlaştığı, tatlandığı, ballandığı bol meyveli ağaçlarıdır onlar. Teknik araçları sizin kadar kullanamazlar belki ama görgüleri, tecrübeleri, bilgileri var. “Tecrübe edilmişi, tekrar tecrübe etmeye kalkmak ahmaklıktır.” diyor Ali Fuat Başgil. Faydalanmak gerek onların tecrübelerinden. Çok gün gördüler. Büyüklerinden ders alarak nice yılları geride bıraktılar. Geniş bir ufka sahipler. Dünyamızı terk etmeden faydalanın onlardan.

Gençler!

Televizyonu, telefonu, bilgisayarı biraz kapatın da onları dinleyin. Onların size anlatacakları -ibret alınacak, ders alınacak- nice anıları var. Diyecekleri var. Canlı tarihi onlar. Tanık oldukları olayların canlı tarihçileri. Kültür, medeniyet ve bilgi hazinesi onlar. Sosyal hayatın orta direkleri. Yapmacık ve iğreti olmayan gerçek hayatı onların yaşayışında seyredebilirsiniz. Onlardan öğreneceğiniz çok şey var.

Kim bilir, belki ömürlerinin çoğu gitti, azı kaldı. (Son Nebi (sav), kırkından sonra yirmi üç yıl yaşadı.) Yarın aranızda olmayabilirler. Bugün doya doya bakın onların yüzüne. Konuşun, sorun, kulak verin anlattıklarına.

Adil AKKOYUNLU

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir