Tüketim Çağında Tüketilen Şükür Duygusu ve Çocuklarımız

Tüketim Çağında Tüketilen Şükür Duygusu ve Çocuklarımız

Çocukluğumuzda okuduğumuz bir masal vardı: “Alaaddin’in Sihirli Lambası.” Bu masalı okurken Alaaddin’in her isteğinin gerçek olmasından keyif alır ve onun karşısına hiçbir engelin çıkmaması için, içten içe dua ederdik. Masalı devam ettiren şeyin, insanda doymak bilmeyen “isteme” hali olduğunu ise sonraları anladık. Çünkü öğrendik ki, isteme bittiğinde masal da bitecekti. Şimdi bu yüzyılın hikâyesini yazan sömürgeci kapitalist sistem patronları ise, herkesi bir zamanlar okuduğumuz masaldaki gibi bir sihirli lamba arayışına itti. Ve insanlara, mutluluğa ulaşabilmenin yolunun ancak tüketmekle olabileceğini her gün dozunu artırarak empoze ediyorlar. Yoğun uyarı bombardımanı altında gözü bulanıp, zihni uyuşan muhteris kişi ise, istek ve ihtiyaç çıkmazında israf eden tarafta yerini alabiliyor.

Malum olduğu üzere tüketimdeki en önemli nokta, ihtiyaçların ne olduğudur. Bu konuda makul olanın ölçüsünün toplumlara ve kişilere göre değiştiğini biliyoruz. Temel meşru ihtiyaçlar belirlenirken dayanak kabul edilen; inanç, gelenek, görenek, örf, adet, değerler gibi toplumsal kabuller vardır. Fakat tüketim çarkının uzmanları hem bu dayanaklara hem de ihtiyaç kavramına profesyonelce müdahale ederek ihtiyaç kavramın da anlamını değiştirdiler. Böylelikle ihtiyaç haricindeki birçok ürün, kişiler tarafından ihtiyaçmış gibi algılanmaya başlandı. Sonucunda ise, mağazalara sınırlı ihtiyaçlarını karşılamak için giren birçok kişi, sınırsız isteklerine mağlup olarak çıkar hâle geldi.

Zamanı, parayı, bilgiyi, ilişkileri, eşyayı kısaca her şeyi hızla tüketen çağ insanı, varlığını tüketmek üzerinden tanımlamaya başladı. Descartes’in ünlü sözünü “Tüketiyorum öyleyse varım” şeklinde değiştirerek, bunu kendisine sanki ilke edindi. Tüketim kültürünün oluşturduğu bu insan profili, tüketirken aslında tükendiğini, aracı amaçlaştırdığını ve iç huzuru yanlış yerlerde aradığını idrak etmeye başladığında, sanırım birçok şey değişmiş olacaktır. Derdimize derman ararken maddeye sahip olarak haz almamızı haykıran vitrinlere karşı; var olana hamd, şükür ve kanaatin şifalı ellerine kendimizi teslim etmemiz gerekir. Yine çocuk eğitiminden sorumlu biz yetişkinlerin bu değerlerle donanmış çocuklar yetiştirmek için gayret göstermemiz kaçınılmaz görünüyor. Peki, bu tüketim çağında şükreden çocuklar yetiştirmek için acaba bizler neler yapabiliriz?

Öncelikle “şükür” kelimesinin ne anlama geldiğine bakarak meseleyi aklımıza biraz daha yakınlaştıralım. TDK’ya göre şükür kelimesi; mutlu bir olaydan, yapılan bir iyilikten dolayı hoşnut olma ve minnet duyma hâli olarak geçiyor. Gazali ise şükrü açıklarken ilk basamağının “bilmek” olduğunu ifade eder. Burada bilmek kısmında, farkındalık kazanmak yatıyor. Farkındalık ise, bizim sahip olduğumuz ve bize memnuniyet veren her şeyin idrakine(bilincine) varmakla başlıyor. Mesela bizler insan ilişkilerimizde bir şeye teşekkür etmek için, öncelikle teşekkür edeceğimiz durumu farketmemiz gerekir. Çünkü farkedilmeyen yerde eylem olmayacaktır.

Çocuklarımıza şükür duygusunu aktarırken öncelikle biz yetişkinlerin ne kadar şükür sahibi olduğumuza bir bakmak gerekir. Sahip olduğumuz maddi ve manevi şeylerin idrakiyle, var olandan duyduğumuz memnuniyeti çocuğumuzun da görmesi gerekir. Her şeyden sürekli şikâyet eden, hiçbir şeyden memnun olmayan bir tavır, aynen çocuğumuza da sirayet edecektir. Genelde şükür duygusundan uzak aile ortamlarında gözlemlenen; var olandan ziyade, olmayanın özlemidir.

Bilinçli bir tüketim ahlakı, yine şükür duygusunu besleyecektir. Tüketim alışkanlıklarımızla da çocuklarımıza örnek olmamız gerekir. İbn-i Haldun, “İnsan; alışkanlıklarının oğludur.” der. Alışkanlıkların temeli ise, çocukluk çağında atılmaya başlanır. Markası, modeli veya modası için ihtiyaç haricinde değiştirdiğimiz her eşya bizi savurgan yapacaktır. Bunu gören çocuklarımız da aynı davranışı modelleyeceklerdir. Etrafımıza baktığımızda istediği alınmayınca, yeri göğü inleten çocuklar görürüz. Ne ilginçtir ki, bu çocuklar istediklerine erişince de hemen sıkılır ve başka bir şeyi istemeye başlarlar. Böylece yüzlerce oyuncağın, kıyafetin ve yiyeceğin içinde elinde olmayanı düşünerek mutsuz olurlar. Bu konuda çocuğumuzun istediği bir şeyi alırken maddi imkânımızın varlığından önce; “Bu bir ihtiyaç mı?” sorusuna çocuğumuzla birlikte cevap aramamız gerekir. Her istediği sorgulanmadan hemen alınan çocuklar, hedonist(hazcı) bir kişilik geliştirmeye başlayabilirler.

Çocuklar, genel olarak sabırsızdırlar. İstedikleri hemen yerine getirilsin isterler. İstekleri ertelemenin (hazzı ötelemenin) yolu ise, sabır erdemini öğrenmekten geçecektir. Sabır dediğimiz şeyse, beklemeyi bilmektir. Çocuklarımızın beklemeyi öğrenmeleri adına, onlarla minik egzersizler yapabiliriz. Mesela bu; sofrada yemeğe başlamak için herkesin masaya oturmasını beklemek olabilir. Çocuğumuzla birlikte yuvasına bir buğday tanesini taşıyan karıncayı gözlemlemek olabilir. Ya da çocuğumuza alacağımız bir hediyeyi birkaç gün öncesinden alıp, paketini açmadan bekletebiliriz. Burada bekletme süresi, yaş küçüldükçe azalacak şekilde; 5-10 dakika veya 1-2 saat ya da bir kaç gün olabilir. Yine çocuklarımızla birlikte belirlediğimiz kurallar da bekleme ve kendini kontrol etme becerilerini geliştirecektir.

Değerli bir insan olmanın yolunun, maddî şeylere sahip olmaktan geçmediğini çocuklarımıza anlatmalıyız. Bununla ilgili arabası, evi, giysisi ve tatil yaptığı mekânın marka değeri ile varlığını ispatlamaya çalışan insanları yücelten eylem ve söylemlerden de uzak durmamız gerekir. Kendi değerinin farkında olan veya kendine güvenen bir çocuk, tüketime yönelerek oradan “değer” devşirmeye yeltenmez. Bu yönüyle çocuğumuzun öz güven gelişimini desteklemeliyiz. Öz değerlilikle ilgili ruhunda açılan çatlakları maddiyatla doldurmaya çalışan birisi, tüketimin kölesi olarak hiçbir zaman maddi şeylerle doymayacaktır. Olmaya değil, sahip olmaya verdiği her bir çaba, onun hüznünü derinleştirecektir. Burada bizi bereketlendirerek zenginleştiren ve kalbimize şifa veren şeyse, maddeden ziyade manadaki değerlerimizdir. Şeyh Sadî-î Şirazî; “Ey kanaat beni zengin et; çünkü senin fevkinde (senden daha üstün) bir nimet yoktur.” sözüyle en büyük zenginliğin şükre götüren kanaat olduğunu ifade eder.

Mutluluğun almakta değil, vermekte ve üretmekte olduğunu deneyimleyen kişileri gözlemlediğimizde, hayatlarının bütün alanlarının arttığına şahit oluyoruz. Bununla ilgili çocuklarımızın ihtiyaç sahipleri için kumbara ve yardım kolileri hazırlamalarını, çevre-doğa- geri dönüşüm gibi sosyal sorumluluk projelerinde yer almalarını sağlayabiliriz. Yine onlara Kendi üretkenliklerini görme ve iş yapmanın meşakkatini bilme adına sorumluluklar verebiliriz. Ayrıca çocuklarımızın eşyaya ‘kullan at’ mantığı ile yaklaşmamaları için; bozulan, kırılan bir eşyayı atmadan önce tamir edilmesine onları şahit tutabiliriz. Böylelikle; eskiyen bir araç gerecin tekrar kullanım yollarını aramak, onların eşyanın kıymetini öğrenmelerine yardımcı olabilir.

İnsan fıtraten, sahip olduğu maddi imkânlara hızla alışma potansiyeline sahip. Bu yönüyle başlangıçta nimet olarak şükrettiği bir şeye zaman içinde alışıp başka arayışlara yönelebiliyor. Nimeti sıradanlaştırmadan hep terütaze bir şükür duygusuna ihtiyacımız var. Çocuklarımızın da kendilerine hizmet eden eşyaya karşı minnet haliyle yaklaşıp, duyarlı davranmaları gerekir. Bunun için, onlarla “farzet ki yok” şeklinde düşünme egzersizleri veya konfordan uzaklaştırıcı küçük perhizler yapabiliriz. (Işığın belirli bir süre kapatılıp mum ışığında oturulması, asansör yerine ara ara merdivenin kullanılması, yemek menüsünde tek çeşit yemek olması, TV’nin belli bir süre kapatılması gibi)

Çocuğumuza şükür duygusu kazandırırken ayrıca şunlara da dikkat edebiliriz: Çocuklarımızın “teşekkür etme” görgü kuralını öğrenmelerini sağlayabiliriz. Ve bu konuda neden teşekkür edilmesi üzerine de anlayacakları bir dilden konuşmak etkili olacaktır. Yine yaratılan her canlıya, eşyaya karşı içten bir sevgi duymaları onların yaşamaktan duydukları memnuniyeti artıracaktır. Ayrıca kendilerini iyi hissettiren şeylere karşı farkındalık kazandırmak için, “teşekkür ve şükür günlükleri” tutmaları da sağlanabilir.

Kapitalist sistemin iktisat kurallarına göre ekonominin ayakta kalabilmesi için şükür duygusundan uzak, israf sürecinin sürekli devam etmesi gerekir. O yüzden sistem; kullanılan eşyanın yıpranmasını, yıpranmamışsa bile dünde kalmasını kabul edemeyen insan davranışlarına ihtiyaç duyar. Davranış kalıplarımız ve gündelik hayatta uyguladığımız tüketim alışkanlıklarımız ise bizim hangi medeniyetin mensubu olduğumuzu gösterir. Çünkü her inanışın bir insan modeli vardır. Bu devirde insanlar bir şeye inanıp, başka bir şeyi yaşamak imtihanından geçiyor. “Yiğit düştüğü yerden kalkar” derler. Tüketim çağında tükettiğimiz şükür duygumuzun, bizi tekrar diriltip ailemize ve çocuklarımıza hayat üflemesi duasıyla…

 

 

Asuman Düzgün, Ribat Dergisi 470. Sayı / 2022 Şubat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir