Ramazan’a Hazırlanıyor muyuz ?

Ramazan’a Hazırlanıyor muyuz ?

Hayatımızdan kopmayan ve kopmayacak bir parçadır hazırlık. Sabahleyin evden çıkmadan, işimiz için, okulumuz için, büromuz için yaptığımız hazırlık… Bir şehre, köye, ilçeye gitmeden evvel yaptığımız hazırlık… Düğüne hazırlık, nikâha hazırlık… Tatile, pikniğe, kamplara hazırlık… Bitmeyecek kadar zengin ve çeşitli olan bir konudur hazırlık.

Bunların yanında başka hazırlıklar da vardır. Namaza hazırlık, abdeste hazırlık gibi… Ramazan ayına hazırlık, oruca, iftara ve sahura hazırlık gibi. Ve nihayet bir ömrü kuşatan ölüme hazırlık…

Tüm bu hazırlıklarımızı bereketlendirecek, şereflendirecek ve hayatımızı kuşatacak bir başka hazırlık vardır ki o da Allah katından gelen kitaba; Kur’an-ı Kerim’e hazırlık yapmak. Ama nasıl? Kur’an’ı öğrenerek veya mukabele (karşılıklı okuma ve dinleme) ile yahut Kur’an’ı baştan sona kadar okumaya hazırlık. Veya okuduklarımızın ne manaya geldiğini öğrenmeye hazırlık yapmak.

Mübarek bir ayın gölgesi üzerimize düşmek üzere… İçinde, gecelerin en iyisinin, en bereketlisinin ve hayırlısının bulunduğu bir ayın gelmesi oldukça yaklaştı… Tepeden tırnağa manen temizleneceğimiz, dualarımızın, tevbe ve istiğfarlarımızın kabul edileceği ümidinin tavan yaptığı bir ayın sevgisi şimdiden gönlümüze düştü. Tüm hazırlıkları yorulmadan, yılmadan yapmamıza vesile olacak Ramazan ayı büyük ve önemli bir sebep olsa gerek.

Bu hazırlığın ilk adımı nasıl olmalıdır?

Bunun cevabını Hz. Mevlana verir ve der ki: “Ey insan! Sen güzellik Yusuf’usun, bu âlem de kuyu. Seni bu kuyudan çıkaracak yegâne ip ise Kur’an-ı Kerim’dir. Ey vaktin Yusuf’u olan Müslüman! İçinde bulunduğun kuyudan seni çekip çıkaracak Kur’an, sana ip olarak uzatıldı. Kaldır elini, ipe sarıl ki kuyudan çıkasın.”

Böyle bir imkâna ve nimete sahip olmak istiyorsak, yapacağımız iş bellidir. Önce inanan bir insan olarak Kur’an’la kendimizi test etmeliyiz. Kur’an’ın neresindeyiz? Kur’an, hayatımızın, evimizin, ticaretimizin neresindedir?

Hadis-i şerif ne güzel dile getirir: “Allah’ın kitabı, Allah’ın gökten yere uzatılmış ipidir.” Ve bir başka hadiste ise: “Muhakkak ki bu Kur’an’ın bir tarafı Allah’ın kudret elinde, diğer tarafı da sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın. Böyle yaparsanız, ondan sonra hiçbir zaman helak olmaz ve sapıklığa düşmezsiniz.” Her iki hadis-i şerifi Taberani isimli hadis âliminin Mucem es Sağir isimli eserinde bulabiliriz.

Şimdi şu sunacağım mesajı lütfen gönül kulağınızı açarak okuyunuz.

Rabbimiz, ilk gönderdiği surede, yani Alak Suresi’nde “oku” (Alak, 96/1) ikinci surede, yani Kalem Suresi’nde “yaz” (Kalem,68/1) emrini alarak, bilgi ve düşünce hazırlığını yapmış insana, nüzul sırasında üçüncü olan Müzzemmil Suresi’nde insana,“örtülerden sıyrılarak kalk” (Müzzemmil, 73/1) emrini vermiştir. Nihayet nüzul sıralamasında dördüncü sure olan Müddessir Suresi’nde de aynı emri yani “kalk” emrini vermiştir. Ancak, Müzzemmil Suresi’ndeki “kalk” emri, bilgi ve düşünceyle donatılmış, ruhun yani insanın, bireysel kıvamına-kalkınmasına yönelik emir iken, Müddessir Suresi’nde ise bireyin, kendisi dışındaki dünyaya, insanlığa taşınması emredilmiştir. Yani, insanın iç dünyasında gerekli değişimi, inkılâbı ve değişikliği yapmadan, dış dünyadaki boyutlarda harekete geçmesi, insanı zafere-başarıya götüremez. Bundan dolayı, Ramazan ayındaki sahur kalkışlarımız, seherlerimizle buluşmakta, seherlerimiz ise, gece kalkan her Müslüman insanın elinde Kur’an’ın olacağını ve ayetleri tane tane okuyacağını görmek ve bilmek ister.

İşte Kur’an-ı Kerim’e yapacağımız hazırlığı bu iman ve bu anlayışla gerçekleştirmeliyiz. Basmakalıp bir anlayıştan kurtulursak, hayatımızda her şeyin müspete doğru değişeceğine, gelişeceğine olan imanımızı bir daha tazelemeliyiz. Kavuşmamıza kısa bir zaman kalmış olan Ramazan ayımız, bizleri ümit dolu, heyecanlı, kararlı ve azimli olarak görmeli ve bulmalıdır.

Kirli bir dünyada yaşıyoruz. Seküler kirlilik, hayatın bütün alanlarına nüfuz ediyor. Siyaset, ticaret, medya, kültür, sanat, ahlâk, sokak… Her şey bu kirlilikten nasibini alıyor. Fahşâ, münker, azgınlık, açgözlülük, lüks, israf, şiddet, bencillik sistemli olarak yaygınlaştırılırken; adalet, ihsan, infak, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, itidal, tevazu, sabır, takva, affetme, sevgi, vefa gibi erdemler unutturuluyor, törpüleniyor, aşındırılıyor. Kötülerin çoğalması ve kötülüklerin yaygınlaşması ise, ruhumuzu daraltıyor, içimizi burkuyor ve adeta ufkumuzu karartıyor…

İşte, tam da böyle bir anda Ramazan imdadımıza yetişiyor. Paslanan, kirlenen, katılaşan kalplerimizi rahmet deryasında yıkayıp arındıracak, yumuşatıp itminana, sekînete erdirecek kutlu mevsim başlıyor. İnsanlığımızı, kulluğumuzu, sorumluluklarımızı, görevlerimizi hatırlamak için bu ayda inen Kur’an’ın ebedi mesajlarına kulak vereceğimiz, hakkı batıldan ayıran şaşmaz ölçülerine sımsıkı sarılıp, işaret ettiği dosdoğru yolda yürüyeceğimiz bir mana iklimine dalıyoruz; bereket, mağfiret, merhamet, huzur ve barış iklimine…

Rasûlüllah’ın (sav) “sabrın yarısı” buyurduğu orucumuzla; yalnız midelerimizi boş bırakmakla yetinmeyip, gözümüze, kulağımıza, elimize, ayağımıza, hasılı tüm vücudumuza hükmedecek, arzularımıza gem vuracağız…

Rasûlüllah’ın (sav), “Ramazan ayı girince göklerin/Cennetin kapıları açılır, Cehennemin kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur” hadis-i şerifindeki müjde ve fırsatlardan faydalanarak; yine Allah Rasûlü’nün (sav),“damarlarınızda akan kan” gibi dediği şeytanı, oruç, namaz ve Kur’an’dan güç alarak zincire vuracağız… Nefis ve şeytanın hâkimiyetinden kurtulup yalnız Allah’a teslim olarak Cehennem kapılarını kapatacak, Cennet’in kapısını aralayacak sabredenlere vaad edilen hesapsız mükâfat’a nail olacağız inşaallah…

“Ramazan’ın evvelini rahmet, ortasını mağfiret, sonunu cehennem ateşinden azad oluşturur.” buyuruyor Peygamberimiz. İlahi rahmete, mağfirete ne kadar da ihtiyacımız var. Hele ateşten kurtulmaya.

Bu sonucun hasıl olması için, elbette bir bedel ödemek, samimi bir çaba ve gayret göstermek gerekiyor:

Yalnız hatim olsun diye değil, her ayetini anlayıp düşünerek ve bir bir yaşayarak Kur’an’la yoğrulmak…

“Oruç benim içindir, onun mükâfatını ben vereceğim” vaad-i ilahisi gereği sırf Allah için oruç tutmak…

Ramazan ayında verilen sadakanın en faziletli sadaka olduğunu bilerek bu ayda infakta bulunmak…

İnanıp sevabını umarak Allah rızası için teravih namazı kılmak suretiyle ilahi mağfirete kavuşmak…

Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nde inen Kur’an’ın kadrini bilip hakkını verebilmek…

Bu ayda ibadet, zikir, dua ve Kur’an kıraatini çoğaltıp, mümkünse son on gününde itikâfa girebilmek…

Bütün bunları ve daha fazlasını yapabilmek için Ramazan ayı bulunmaz bir fırsat. Hem, bir yıl sonraki Ramazan’a ereceğine kimin garantisi var? Doludizgin akıp giden şu fani hayatın hızını bir anda keserek; “dur yolcu!” demeye imkân veren böyle bir ilahi lütuf bulunabilir mi?

Evet, bütün bereketleri, feyizleri ve güzel ibadetleri kendisinde toplayan “on bir ayın sultanı” kutlu ay yaklaşıyor. İnşaallah, bu arınma, bilenme ve dirilme arzularımızla, dua ve niyazlarımızla Ramazan ayını dopdolu yaşarız…

İnşaallah, Rabbimiz, millet ve ümmet olarak özlediğimiz huzur ve sükûnet iklimini bu ayda bahşeder…

Kur’an’ı kalbimizin baharı, sadrımızın nûru, hüzün ve sıkıntılarımızın giderilme vesilesi kılmasını diliyoruz.

 

Abdullah BÜYÜK

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir