İDRİS GÖKALP

Sosyal Medya Ahlakımız

Sosyal Medya Ahlakımız

20 ve 21. yy. Müslümanları olarak gündemimize sürekli olarak “düşman(lar)ın tuzakları” ana temalı çeşitli sloganlar girmektedir, gün geçtikçe de girmeye devam edecektir. Bizim de Müslümanlar olarak söz konusu tuzakların, hilelerin, oyunların, desiselerin farkına varıp onlara karşı önlem almamız gerekmektedir şüphesiz. Maalesef ki süreç içerisinde ataletimizden dolayı büyük resmi görmekte, uyanmakta, tedbir almakta ve küfrün planlarına karşı koyabilecek alternatifler üretmekte geç kaldık. Derken aklımıza bir fikir geldi ve durumu lehimize(!) çevirdik. Suçu düşmanlara attık, işin içinden sıyrıldık.

Herkesin takdiridir ki harekete geçilmezse durum, vahametini arttırarak ilerleyecektir. Harekete geçerken de bilinmelidir ki hayatın bütününde, her bir ince detayında İslamî çözümlemeleri ortaya koyma isteğimiz yalnızca Müslümanlar için değil, bütün insanlık ve insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarabilmek için aslında omuzlarımıza yüklenmiş bir yüktür/zorunluluktur. Çünkü bunu yapabilecek yegâne gücün kaynağına yalnızca Müslüman (olan)lar ulaşabilir. Çünkü bu güç, Allah azze ve celle’nin kitabına ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sarılmaktan geçmektedir:

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi…” (Bakara, 213).

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir…” (Enfal, 29).

Bu yazıda harekete geçmeden evvel üzerinde düşünülmesi önem arz eden, interneti ve dolayısıyla sosyal medyayı kullanan bireyler olarak en gencimizden en yaşlımıza düşünmeyi göz ardı ettiğimiz hatta düşünmeyi bile düşün(e)mediğimiz birkaç meseleye dikkat çekmek istiyoruz. Bu yazıyı gençlerin bilinçlenmesi, yetişen neslin ahlaklanması; büyüklerin de gençlerden ve yaklaşan bu tehditten haberdar olması, konunun ciddiyetini kavraması için kaleme alıyoruz.

Özellikle gençlerimizi her yandan kuşatmış durumda olan sosyal medya platformları, günlük yaşantımızda istemesek de büyük bir yer işgal etmiş vaziyettedir. Sosyal medyadan kastımız iki veya daha fazla kişinin birbiriyle iletişime ve/veya etkileşime geçtiği her türlü ortamdır. Whatsapp, twitter, instagram’dan çok oyunculu online her türlü oyuna; canlı yayınların yapıldığı twitch’den youtube’a ve hatta evimizde koltukların konumunu ona göre ayarladığımız televizyonlara…

Bunların “Ahlaklı olmakla ne ilgisi var” dediğinizi duyar gibiyim. Günlük olarak toplamda dinimizin direği namazımızdan daha fazla vakit ayırdığımız bu mecraların sizce de yaşantımızda olumlu/olumsuz fark etmeksizin bir etkisi yok mudur?

Teknolojinin gelişmesi; bilgisayarın, telefonun, internetin icadı derken insanlık tarihinin ilklerini yaşadığımız bir sürece doğru yol almaktayız. Biz -Müslümanlar-, her çıkan yeniliğe ayak uydurabilmemizin, her daim diri olmamızın, her alanda İslami kimliğimizi muhafaza etmemizin ve örnek teşkil edecek şekilde kullanmamızın gerektiğinin bilincindeyiz. Lakin gelişmeleri ithal ettiğimiz toplumların kültürü, özellikle eğlenme kültürü, ahiret ve hesap gününün bilincinden uzak bir şekilde gününü gün etmek üzerine kurulu olduğu için helal-haram hudutları gözetilmemektedir.

Oysaki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gıybet, söz taşıma, iftira, sırları ifşa etme, tecessüse dair hadisleri kitle iletişim için de geçerlidir. Sanal dedikodu da nihayetinde dedikodudur, haram olan ne varsa sanal âlemde de haramdır. Onlar, kişilerin mahremiyetine girmeyi basın özgürlüğü! olarak değerlendirmekte ve insanların aklıyla adeta alay etmektedir. Buna karşın Allah azze ve celle “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” buyurarak yaptıklarımızdan sorumlu olacağımıza ve bizi ilgilendirmeyen şeylerin peşine düşmemiz gerektiğine işaret etmiştir.

İşte çağın getirdiği her yenilikte hem dünya hem ahiret hayatımızın yararına olması için İslam’ın ahlakıyla ahlaklanmamız ve güzel bir örnek teşkil etmemiz gerekliliği bu yüzdendir.

Dünyayı küresel bir köye dönüştüren, “dijital devrim” olarak zikredilen, kendine özgü dinamiklere sahip olan interneti kullanma usullerimizi belirlemeden önce dikkat çekmek istediğimiz son konu da şudur ki; bu mecrada bireylerin hareketleri ve paylaşımları takip edilmektedir. Böylece birey hakkında profil çıkarılmakta ve kişi bunun sonucunda kendisinin zarar görebileceği derecede bilgiyi karşı tarafa kendi isteğiyle vermiş bulunmaktadır. Kişi, farkında olmadan tüm mahremini ifşa etmekte, çeşitli algoritmalar aracılığıyla toplanan, saklanan bu birçok kişisel bilginin ise aynı zamanda satışı söz konusu olabilmektedir.

Yorum/Eleştiri/Paylaşım Kültürümüz

Tüm sıkıntılarımızın ve sıklıkla düştüğümüz hataların başı bu noktadır.

Bazen kendi alanımız olmadığı belki de hiçbir bilgi sahibi olmadığımız bir konuda hemencecik görüş belirtiyoruz, yapılan işi yerden yere vuruyoruz. Bazen küçük detaylara takılıp büyük metni kaçırıyoruz bazen de bilgi sahibi olduğumuz halde kibrimiz, kibar bir dil kullanmamıza engel oluyor. Bunun sonucunda da işi yapanlar yaptıklarına bin pişman oluyor, benzer işleri yapacak olanlar da gördükleri ve duydukları eleştiriler yüzünden işe girişmekten vazgeçiyor. Böylelikle anlamadan da olsa, bir iki arkadaşımızla gülüp eğlenmek için çıktığımız bu yolda ileride ortaya konulacak güzel işlere balta vuruyoruz.

Bulgular arasında; bu ölçüsüz eleştiride bulunma hatalarına düşenlerin, ileride aynı hatalara (ölçüsüz eleştirilere) uğramaktan veya sosyal statü kaybından korktukları için sosyalleşmekten çekindiklerini açıklanmıştır. İnsanoğlu olarak hata yaparak öğreneceğiz, bu bir gerçek. Müslümanlar olarak birbirimize destek olmamız, müjdeleyip nefret ettirmememiz, kolaylaştırıp zorlaştırmamamız, uyumlu olup geçimsiz olmamamız gerekir. Şunu da unutmamalıyız ki ayıpladığımız takdirde o iş başımıza gelmeden zaten son nefesimizi veremeyeceğiz.

Kimi zaman bir topluluğa olan kinimiz bizi adaleti gözetmekten alıkoyuyor ve gördüklerimiz karşısında “oh olsun!” diyebiliyoruz. Oysaki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Bir kötülük işlendiğinde onu görüp de nefret eden –inkâr eden- kişi onu görmemiş gibi sayılır, görmediği halde ondan razı olan kişi ise ona şahit olmuş sayılır.”[1]

Kimi zaman da aslını astarını araştırmadan gelen her şeyi fiber hızda paylaşıyoruz. Halbuki kıyamete kadar sürecek olan insanlık tarihinde, olması gereken en yüce ahlaki değerlerden biriyle değer kazanmış vaziyetteyiz. Bir haber getirildiğinde öncelikle doğruluğunu araştırmak bir Müslümanın prensibi olmalıdır. “Kişiye günah olarak her duyduğunu aktarması yeter.” hadisini bildiği halde nasıl olur da bir Müslüman böyle bir gaflete düşebilir?

Algılarla oynamanın bin bir yolunun bulunduğu ve yoğun olarak kullanıldığı bu dönemde aldanır ve anlamadan da olsa aldatmaya sebep olursak bu işin, Allah muhafaza, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisine muhatap olmaya kadar gidebileceğinin farkında mıyız? O, şöyle buyurdu: “Size en şerlilerinizi haber vereyim mi?

-Laf getirip götüren

-Birbirini sevenleri ayıran

-Suçsuz, günahsız olanların hataya ve fesada düşmesini arzu edenler.”[2]

Veya herhangi bir iftiraya sebep olabileceğimizin farkında mıyız? Bir de o iftira herhangi bir Müslümana zarar verirse? “Kim karalamak gayesiyle bir Müslümana iftira ederse Allah o kimseyi bu söylediği sözlerin vebalinden tamamen temizleninceye kadar cehennem köprülerinin birinin üstünde hapseder. [3]

Müslüman Şakadan da Olsa Yalan Söylemez

Hadis gayet net. Hiçbir açık kapı, hiçbir tevil bırakmıyor belli birkaç özel hususun dışında. Samimi olsun veya olmasın bir arkadaşımıza, bir gruba fark etmez şaka yapacağız. Niyetimiz her zaman olduğu gibi gülüp eğlenmek. Hatta abartıyoruz videoya çekiyor, tüm dünya ile paylaşıyoruz. İkaz edenlere de “Hiç mi şaka kaldıramıyorsun?”, “Ne var canım bunda?”, “Büyü biraz” gibi safsatalarla çıkışıyoruz. Böylelikle muhteşem şekilde büyük bir felakete doğru sürükleniyoruz: “Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzab (çok yalancı) diye yazılır.”[4] “Bizi aldatan bizden değildir”[5].

Ahlakın vücut bulmuş hali Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise bizi bu konuda hem korkutuyor hem de müjdeliyor. Konuyla ilgili hadisler burada aktaramayacağımız kadar çok, dileyenler ayrıyeten hadis kitaplarına başvurabilirler. Burada sadece şu iki hadisi aktarmakla yetineceğim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurdular: “Yazıklar olsun o kimseye ki insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler. Yazık ona, yazık ona!”[6].

Yine şöyle buyurdular: “Şakadan bile olsa, yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim. Ahlakını güzelleştiren kişiye de cennetin en üstünde bir köşk verileceğine kefilim”[7].

Hesap Günü Kartlar Yeniden Dağıtılırsa?

Hayatımızın her anının hesabını vereceğiz, bunun bilincindeyiz. Dolayısıyla internette vakit harcarken izlediğimiz, okuduğumuz, gördüğümüz kısacası kendimizi de şahitlerin arasına yazdığımız her olaydan da hesaba çekileceğiz. “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”

Hâl böyleyken kendimizi zora sokacak şeylere neden şahit olalım? Neden hesap gününde bizlerden fersah fersah uzakta gerçekleşmiş günahların şahitliğini üstlenelim? “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” (Kehf, 49) dememek için helal-haram hudutlarını gözetmeyen kişilerin, grupların, sayfaların vb. paylaşımlarını, yayınlarını takip ederken dikkatli olmalıyız. Ailemizle, arkadaşlarımızla güzel vakit geçirme niyetiyle yola çıkıp çocukların saçlarını ağartan günde çekeceğimiz zorluklara bir yenisini eklemeyelim.

Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki kıyamet gününde namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır. Dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.[8]

 

[1]. Ebu Davud (sahih)

[2]. İmam Ahmed, Müsned; İbn Mace, Sünen

[3]. Ebu Davud, Edeb 36

[4]. Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-104

[5]. Müslim, İman 164, Fiten 16

[6]. Ebu Davud, Edeb 40/88 (V, 265)

[7]. Ebu Davud, Edeb 7/4800; Tirmizî, Birr 58/1993; İbni Mace, Mukaddime 7

[8]. Buhârî, Mezalim 10; Müslim, Birr 59

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir