“İslam güzel ve asil olandır!”
Bosnalı düşünür, siyasi ve askeri lider Aliya İzzetbegoviç, modern dönemde Müslüman dünyanın içinden çıkan en önemli iki-üç düşünürden birisidir şüphesiz. Hatta dünya kamuoyundaki etki alanını düşündüğümüz zaman belki en öndeki isim olduğu bile söylenebilir.
Tarihi etkileyen önemli insanlar ile alakalı en büyük handikapların başında aşırı yücelten veya aşırı küçümseyen bakış açıları geliyor. En temelde bu bakış açıları o kimseyi kendi gerçekliği ve tarihselliği içinde anlamayı imkânsız hale getiriyor. Bu sebeple yapılması gereken aklıselim ile insaflı ve adil değerlendirmeler yapmaktan geçiyor.
Aliya İzzetbegoviç içerisinden çıktığı Batı toplumuna çok esaslı sorular yöneltmesi açısından aslında düşünce tarihi için müstesna yerde duran bir düşünür. Zira Aliya, Batılı ve Müslüman olarak her iki dünyanın hem avantajları hem dezavantajlarını yüklenmek durumunda kalmıştır. Ancak o bu durumdan ustalıkla kurtularak ikisinin arasında mutedil bir yol buluyor. Bu yönüyle de Batıya Müslümanca bir ayna tutarak telafisi mümkün olmayan eksiklerini, Müslümanlara ise Batıdan seslenerek telafi edilmesi gereken kusurları işaret ediyor. Onun eleştirel düşünceye dönük sık sık yaptığı vurgular biraz bu endişesinden kaynaklanıyor olabilir.
Savaşın uzun yıllar sürdüğü bir coğrafyanın tüm zıtlaşmalarından kendisine yol işareti olarak adaleti seçmiş olması da kendi müktesebatına olan hakimiyetine işaret ediyor şüphesiz. Zira yaşanılan zorlu süreçlerin onu hayatta, adalet düşüncesine sıkı sıkıya bağlaması Müslümanlığın ayrılmaz ahlak ve adalet düsturundan ileri geliyor. Aliya’nın bu hususta bugün de bizlere söyleyeceği çok şey var gerçekten…
En önemli eseri olan Doğu Batı Arasında İslam, materyalist-pozitivist düşünce akımlarına karşı yazılmış aynı paradigmanın ürünü olmayan en önemli eserlerden birisi olma hüviyetine sahip. Yugoslavya’da inançsız ve materyalist kuşaklar yetiştirmek için yapılan onca çabaya rağmen böyle bir düşünürün aynı toplumdan çıkması tarihin en ilginç enstantanelerinden birisidir belki de. Aliya bu yönüyle bir üyesi olarak yetiştiği Yugoslav toplumunun ve oradan hareketle tüm komünist blokun malum sonunu haber veren bir işaret fişeğidir aslında.
İslam’ın aşırılıklardan uzak ve maslahatı1 esas alan yapısının onun en önemli ayırt edici vasfı olduğundan hareketle “eklektik olmayan” Müslümanca bir tefekkür şekline ulaşma çabası zikredilen çalışmanın temel kalkış noktasını oluşturuyor. Bunun ne kadar başarıldığı ayrı bir konu olmakla birlikte şartlar ve ortam düşünüldüğünde böyle bir işe girişmenin dahi kıymeti tartışma götürmez bir konu. İzzetbegoviç İslâmiyet’i bütün bir sistem, dinî ve maddî alanları birleştiren bir dünya görüşü olarak savunmuştur. Ona göre insan akıl ve bedenin iki kutuplu birliği, İslâm ise iki kutuplu dünya birliğidir. Doğu dünyası genelde ruhu, Batı dünyası maddeyi esas alırken İslâmiyet her ikisini birleştirir; orta hali, maddî/içtimaî hayatla mânevî/ferdî hayat arasında dengeyi temsil eder.
Kaybedilen bir zihni melekeyi yeniden inşa etmek, bir âmânın gözlerini yeniden açmakla aynı şey sayılabilir pekala. Bunu gerçekleştirebilmek için öncelikle mağdura asaletinin ve onurun hatırlatılması gerekmektedir. İslam düşünce tarihinin son yüzyılındaki mühim şahsiyetlerin temel çabası da bu olagelmiştir. Afgani’den Seyyid Kutub’a kadar birçok mücahidin, Müslümanları siyasi, fikri durağanlık halinden kurtarmak için hayatlarını ortaya koyan örneklikleri -hatta Kutub gibi isimlerin şehadetleri- bu çabayı daha üst raddeye çıkartmak için olmuştur. Aliya’nın bu noktada Müslümanlara kendi benlik bilinçlerini hatırlatmaya çalıştığı gözlemlenir. Müslümanlara, Müslümanlıklarını hatırlama ve bu kimlikle görünür olma çağrısı yapmaktadır3. Bu noktada geçmiş birikimin farkında olunmalı ancak “geçmiş övücü” hamaset dolu ezber düşüncelerden kaçınılmalıdır. Bu boyut bizleri tekrar eleştirel düşünceye getiriyor. Bu noktada Aliya İzzetbegoviç batı düşünce geleneğinin tecrübesini önemsemektedir. Ancak burada da yapılması gereken şey taklitçi-kompleksli tavırlar değil yine kendini bulma çabasına dönük bir arayışı içermektedir.
Hulasası Aliya İzzetbegoviç, İslam merkezli düşünce üretebilmenin imkânlarını başta Müslümanlar olmak üzere tüm dünyaya göstermeye çalışmıştır. Kadının İslam’daki yeri hakkında sorulan ve artık bir retoriğe dönüşen soruya, ‘’Biz kadının aile ve toplumdaki konumundan memnun değiliz, fakat Avrupaî olmadığı için değil yeteri kadar İslâm’a uygun olmadığı için.” diye cevaplayarak düşüncesini nereden hareketle inşa ettiğini de ortaya koymuştur.
Aliya’yı rahmetle anıyoruz. Yine ondan veciz bir sözle bitirelim: “”İslam, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adıdır.
ABDURRAHMAN GÜNER