Yeryüzünün Öğretmeni, Gökyüzünün Öğrencisi  

Yeryüzünün Öğretmeni, Gökyüzünün Öğrencisi

 

İnsan sosyal bir varlıktır. Toplum içinde ve topluluk halinde yaşar. Varoluşunu ve varlığını toplumda gerçekleştirir. Toplumun en küçük birimi ailedir, sonra genişleyerek kabile, aşiret ve bunların bir arada ahenkli uyumu neticesinde bir millete dönüşür.

Bir topluluğu millet yapan değerleri, inançları, gelenekleri, örf ve âdetleri, kültür ve sanatı vardır. Fertler, içinde yaşadığı topluluğun değerlerini önce ailede sonra da eğitim kurumlarında öğrenir, benimser ve bir miras olarak geleceğe taşımaya çalışır. Çocukluktan itibaren ailede başlayan eğitim öğretim süreci hayat boyu devam eder.

Bir toplumun değerleri, duygu ve düşünceleri, tarihi, kültürü, sanatı muallimler, öğretmenler vasıtasıyla yeni nesillere aktarılır ve geleceğe taşınır. O nedenle öğretmenlik meslekler içinde kendisinden en üst düzeyde görev ve rol üstlenmesi beklenilen bir meslektir. İdeal ve kutsal bir meslek kabul edilmiştir.

Öğretmenin işi insanladır, toplumun bireylerini insan kılabilmek, ünsiyet kurulan bir varlık haline getirebilmek için uğraşmaktır. Beşerden insana dönüştürmeye çalışmaktır. Kolay değil tabii ki bir insanı eğitip yetiştirmek. Dünyanın en zor işlerinden birisi. Bir peygamber mesleği adeta. Peygamberlerin görevi de insanla uğraşmak, güzel ahlâkı öğretmekti. Hz. Peygamberin görevi sadece vahyi tebliğ etmek ve açıklamak değildi. Aynı zamanda kâmil insanlardan oluşan insanlığa örnek bir ümmeti inşa etmekti. O mimarlık, mühendislik hizmetleri, evlerin, binaların bakımı, onarımı, mimarisi, estetiği gibi işlere yoğunlaşmadı. Bütün gayreti insanların iyi bir insan, güzel bir insan, faydalı bir insan olması içindi. Zira yeryüzünü ancak insan imar eder. İnsanı imar etmezseniz dünya, karada ve denizde fitne ve fesatla dolup taşar, doğanın düzeni de dengesi de bozulur.

İnsanı iyi bir insan olarak yetiştirirseniz o insanın elinden çıkan her şey de iyi ve güzel olur. Bir toplumu meydana getiren fertler ne kadar düzgün olursa toplum da o kadar düzgün olur. Eğitimsiz, cahil, kaba, sert, uyumsuz, kaide tanımaz, ahlaksız fertlerden oluşan bir toplum da o derece huzursuz, ahenksiz, başıbozuk bir toplum olur. Toplumu doğuran ana ise yoğuran da öğretmendir. Bilge Kral Aliya’nın dediği gibi: “Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazımdır”. Dolayısıyla öğretmenin çok iyi yetişmesi, kültürlü, donanımlı, mesleğine aşık bir insan olması gerekir ki toplum da iyi, örnek bir toplum olabilsin.

Nurettin Topçu, “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı kitabında şöyle diyor; “Muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır. Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa bundan muallim mesuldür. Siyaset, milli tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihi karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir. Gençlik avâre ve davasız, aileler de otoritesiz ise bundan da muallim mesul olacaktır. Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iseler muallimin utanması icab eder…”

Peki bu kadar sorumluluğu yüksek olan öğretmen nasıl bir insan, nasıl bir şahsiyet olmalıdır? Öğretmen, idealist, insana hizmeti gaye ve dava edinmiş, irade sahibi, fedakâr bir insan olmalı; önüne çıkabilecek tüm engelleri sabır ve tahammülle aşabilecek azim ve gayreti göstermelidir. Bir devlet ve millet için en faydalı yatırım, insana yapılan yatırımdır. İnsanı yetiştirmek de eğitimle mümkündür. Bu nedenledir ki öğretmenlik ulvî bir meslek kabul edilmiştir. Bu yol zahmetli, çileli ve yorucu bir yoldur. Bu yolda “yoruldum” deyip vazgeçmek ve pes etmek doğru değildir. Öğretmen, çileye talip olan adamdır. Şikayet ve bıkkınlık başladığı anda öğretmenlik davası da biter.

Bu meslek, insanı kendine bağlayan bir meslektir. Bağlandığınızda kopamaz ve kolay kolay terkedemezsiniz. Uzun yıllar boyunca her türlü sıkıntı ve çileye rağmen zevkle, aşkla sürdürülmesinin sebebi de budur. İmam Hatip okullarının mimarı, gerçek muallim Celalettin Hoca, mesleğine aşkını sürekli “Kara tahta önünde ölmek isterim” diyerek ifade edermiş. Nitekim ilerleyen yaşına rağmen çalışma masasında, ertesi gün vereceği derse hazırlanırken ders notlarının başında vefat etmiştir.

Öğretmenlik sevgi işidir, öğretmenin sevgi dolu bir yüreği olmalıdır. Kin ve nefret duygularından uzak, merhametli bir kişiliğe sahip olmalıdır. Öğretmenin ilk işi kendisini öğrenciye sevdirmektir. Bunu başardığı takdirde işi büyük oranda kolaylaşır. İlk anda kendini sevdirmek kolay olsa da onu korumak ve sürdürmek zordur. Vereceğiniz, anlatacağınız dersten daha önemli olan şey öğrenciye bakarken sevginizi onlara aktarabilmeniz, hissettirebilmenizdir. Sevgi aktarımı başarılamazsa sınıfta sıkıntılar yaşanmaya başlar. Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan; “Bir öğretmen öğrenciye sevgi ile yaklaşırsa, çocuğun beyninde öğrenme ile ilgili bir mutluluk kimyasalı salgılanır ve öğrenme daha kalıcı hale gelir” demektedir.

Severseniz sevilirsiniz. Sevginin öğrenciler üzerinde tesir edici, etkileyici bir gücü vardır. Sevgi, her kapının kilidini açan bir anahtardır. Öğretmen, topluma ve öğrenciye konuşmasıyla, davranışlarıyla, oturup kalkmasıyla, kılık kıyafetiyle örnek bir insan olmalıdır. Öğretmenlik sadece okulla sınırlı kalan bir meslek değildir. Bir öğretmen okul dışında, hayatın her alanında da aynı bilinç ve duyguyla hareket etmelidir. Eğitim alanında yapılan araştırmalar, öğrencilerin, öğretmenlerinin kişilik ve karakterini, mesleki özelliklerinden daha fazla önemsediklerini tespit etmiştir. Öğrenciyi gereksiz yere azarlayan, aşağılayan, küçük bir hata yaptığı zaman yerin dibine batıran, arkadaşlarının önünde küçük düşüren öğretmen iyi bir öğretmen değildir. Zaten onlar da öğrencileri tarafından hayırla anılmazlar. Bu sebeple öğretmen sadece bilgi aktaran değil, terbiye eden, hem muallim hem de mürebbî olan; ahlakı ve davranışlarıyla da örnek alınan bir insan olmaya çalışmalıdır.

Sadece dersten derse birbirini gören öğretmen ve öğrenciler birbirlerini yeterince tanıyamazlar. Ders haricinde ve okul dışında buluşmalar, birebir görüşmeler ve sohbetlerle daha yakından tanışma imkanı doğar. Öğrencisinin kabiliyetini, yeteneklerini, ilgi alanlarını, karakter ve şahsiyetini ancak ders dışı, okul dışı beraberliklerde daha yakından keşfedebilir.

Okuma özürlü bir öğretmen yeni nesle bir şey veremez. Yeniliğe açık olmalı, okumayı, araştırmayı sevmeli, bilgi aktarmaktan zevk almalı ve mesleğini çok sevmelidir. Sınıftaki her öğrenci farklı kültür ve çevrelerden gelmektedir. Sınıf, dış hayatın kopyasıdır ve öğretmen bunun farkında olmalıdır. Toplumdaki insan farklılığı ve karakter çeşitliliği sınıfa da yansır. Öğretmen sözleri ve davranışlarıyla tutarlı ve istikrarlı olmalı, zikzaklar çizmemeli, kendine olan güveni sarsmamalıdır. Aşırı kuralcı olmamalı, esnek olmalı, öğrencinin karakteri ve kişiliği keşfedilerek ona göre özel davranılmalı. Bilgi veren, ilim ve hikmet sevgisi, öğrenmeye istek ve merak uyandıran her öğretmenin üzerinde duracağı en önemli hususlardan birisi de talebelerine özgüven aşılamaktır. Özgüvenden yoksun insanların toplumun değerlerini sahiplenmesi, geleceğe taşıması ve bir medeniyet inşa etmesi mümkün değildir.

Öğretmenin bilgisi ne kadar çok olursa olsun eğer öğrenciyle iletişimini iyi kuramazsa bilgisini aktaramaz. Derste öğrenciyi canlı tutabilmek, derse katılımını sağlamak için soru cevap metodunu uygulamak en iyi yöntemdir. Teknolojik gelişmelerin sağladığı imkanların, öğretmenin yerini alacağına dair düşünceler ileri sürülse de, eğitim işinin mekanik bir süreç olmadığı, öğretmen ve öğrenci arasındaki duygusal iletişimin öğrenmeyi olumlu yönde etkilediği bir gerçektir. Teknolojinin kullanımı öğrenme/öğretme sürecine kolaylaştırıcı boyutlar katsa da, öğretmenliğin insanî boyutu ve fonksiyonu her zaman önemini sürdürecektir.

Öğretmenliğin en zevkli ve mutluluk veren yönü yıllarca emek vererek yetiştirdikleri öğrencilerinin birgün karşılarına gelip “Hocam ben de sizin gibi öğretmen, doktor, mühendis, hakim oldum ve milletime hizmet ediyorum” demeleri ve kendilerini hürmetle, saygıyla yad etmeleridir. Sonsuz mutluluk ve kıvanç budur. Öğretmen bahçıvan gibidir; bahçeye tohumu eker, sular, gübreler, bakımını yapar, ilaçlar, ayrık otlarını temizler. Ektiklerini yetiştirirken çeşitli zorluklar, meşakkatlerle karşılaşır. Ama o aşkla ve şevkle işine devam eder. Çiçekler, güller yetişip de rengarenk açtığında ise mutluluktan uçar adeta, emekleri meyvesini vermiştir çünkü.

İnsan için önemli olan; anlamlı bir hayat yaşamak ve şairin dediği gibi, “Şu gök kubbede hoş bir sada bırakarak” göçmek, bu dünyada olumlu bir iz, eser bırakarak gitmektir. Mehmet Akif, ne güzel söylemiştir;

 

Muallimim diyen olmak gerekir imanlı,

Edepli sonra liyakatli, sonra vicdanlı.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir