Milli Mücadele’nin İsimsiz Sultanları
Dünya tarihine yön veren olaylar ve kişiler vardır. Bizde de öyle ama bir farkla… Bizim kadınlarımız gerek bireysel gerek gruplar hâlinde büyük bir savunma gücü oluşturarak bir ülkenin (Türkiye’nin) kaderini değiştirdiler. Bu kadınlar maddi olanak ve modern dünyanın tüm pozitif nimetlerinden faydalanmamış, eğitim, kültür, müzik, moda dersleri almamıştı. Tek bildikleri ve inandıkları bir şey vardı ve onun için ölmeye değerdi. Anadolu’nun hemen her yerinde eşi, kardeşi, evladı cepheye giden bu yetim kadınlar, birbirlerinden farklı gelenek, görenek, yaradılış ve inanışa sahipti; fakat vatanın kurtuluşu onları birleştirmeye yetmişti. Arap, Süryani, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Laz, Kürt, Zaza, Alevi, Sünni fark etmeden nasıl yan yana savaştıysa erkekleri ve kadınları da yardımlaşarak büyük bir kurtuluşa imza attılar.
Ölüm kurtuluştu
Kurtuluş Savaşı’nın gizli kahramanı Türk kadınıdır. Fazla konuşulmayan ve görmezden gelinen bu gerçeğin perdesini aralayıp cesaret timsali erkeklerimizi bu kadınların yetiştirdiği noktasından yola çıkıldığında, menziliniz iman ve inançla direnen bu kadınlar olacaktır. Onlar bağından bahçesinden çıkmayan, eli yüzü görünmemiş iffet timsali kadınlardı. Genç-yaşlı, yaz-kış demeden ihtiyaç hâlinde kendilerinden, hayallerinden vazgeçerek nasıl büyük bir fedakârlığa imza attıklarını mütevazı bir şekilde unutturdular. Anadolu’nun her yerinde kadınlar askerlik şubelerine veya en yakın cepheye başvurup terzilik, hemşirelik, mühimmat taşıma, cephe gerisinde ve cephede olmak gibi kolay veya zor hiçbirinden kaçınmadan görev almışlardır. Bu görevlere büyük çoğunluğu kayıtlı olarak gelmedikleri, cepheye hizmete koştukları için ne yazık ki binlercesi isimsiz, kefensiz, mezarsız olarak kaybolmuş ve ne yazık ki unutulmuşlardır. Oysa cephede ve cephe gerisinde ağır koşullar altında kurşunların, top mermilerinin, süngülerin ölüm saçtığı o dar günlerin belki de en zorunu onlar yaşıyorlardı. Ölüm kurtuluştu. Sorun, ‘‘eş ve erkeklerimiz ölürse bize ne olacak’’ kaygısıydı.
Önce köy baskınlarında camilere doldurulup yakılan insanlarımızı ve canlarını kurtarmak için meydanlara koştular. Tüfeği olan tüfeğini, olmayan eline ne geçirdiyse, satırı baltayı alıp çıktı köy meydanına. Anadolu’nun yiğit kadınlarının fıtratında yaşlı-genç demeden yapılan zulümleri kabul etmek yoktu. Susmadılar ve durmadılar zaten. Yemen, Hicaz, Filistin, Suriye, Musul cephelerindeki Osmanlı askerlerinin varlığı ve bu kadar çok cephede savaşan ordusunun, ekonomik ve fiziki anlamda oldukça kötü bir duruma düşmüş olması, dört bir yandan işgal zeminini hazırlamıştı. Üstelik zor gününü ganimet bilen Avrupa devletlerinin ve bilhassa İngiliz politikasının sinsice ördüğü ağlarla Osmanlı mirası ve topraklarına göz koymuşlardı. Önlerinde onlara göre sahipsiz bir İstanbul ve koca bir coğrafya vardı onları bekleyen.
Fakat işgal devletlerinin bilmedikleri bir şey vardı. Erkekleri cephelerde can veren kadınlar ve hiç hesaba katmadıkları bu kadınların vatan aşkı…
Başladıklarında ağır işgal ve taciz altındaki memleketin neredeyse tüm yetişkin, nitelikli, kuvvetli erkekleri cepheye koşmuştu. Geride kadınlar çocuklar, yaşlılar ve elden ayaktan kesilmiş malullerin kaderi yine kadınlara kalmıştı. Kendilerini ve her alanında yağmalanan memleketlerini koruyarak çocukların güvenliğini sağlamak için durup kaderlerini beklemektense kollarını sıvayıp ellerinden ne geliyorsa onun en iyisini yapmak için var gücü ile çalışmışlardı. Bu gerçekleri dünyanın bilip bizim bilmememiz veya unutmamız, tarihimizde atlattığımız badireleri örnek ve ibret almamamızın istenmesindendir.
Ailesinden 23 kişiyi kaybetti ama yılmadı
Tarihimizde düşmanla cephede bizzat mücadele eden kadınlarımızdan bazıları var ki bahsetmemek haksızlık olur. Balkan Harbi’nde cephe ile tanışan Millî Mücadele kahramanlarından biri olan Üsteğmen Kara Fatma (Fatma Seher), eşini, iki oğlunu ve ailesinden 23 kişiyi kaybetti. Hayata küsüp evine kapanmadı. Onların yerini doldurmak için cephede en öne koştu. Çeteler kurdu, yedi yüz kişilik askerî ile cephelerde düşmana kan kusturdu. İzmir, İzmit, Bursa, İznik, Sakarya, Sapanca, Adapazarı, Düzce, Hendek, Afyon ve daha yüzlerce cephede ve cephe gerisinde savaştı. Düşmana karşı durup Üstelik 1.45’lik boyu ile Yunan komutanlarına esir düştüğünde bile baş eğmeyip kurtulmayı başardı. Dünyanın ilk kadın üsteğmenidir. Para için savaşmadığını belirtip maaşını Türk Kızılayı’na bağışladı. Times gazetesi 1922’de yaptığı haber röportajında, yurdunun kurtuluşuna katkısı olan Kahraman Kara Fatma Hanım’dan övgüyle bahsetmiştir. “Bu vatanın bütün çiçekleri bizim çiçeklerimiz, bütün çocukları bizim çocuklarımız. Biz bu çocuklar için ölmedik mi?” diyerek feda ettiklerini ve vatana olan kutsal aşkını tarifi ne kadar da güzel bir şekilde yorumlamıştır.
Kendilerini yeşile boyadılar
Mısır da yayımlanan The Egyptian adlı gazetede bir askerin İskenderiye’den ailesine yazdığı mektubu şöyledir: “15 Ağustos Pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları ve makineli tüfek mermilerinin yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların amansız ateşi altında cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar.”
Times gazetesinde yayımlanan bir başka askerin hatıralarında da yaşlı annesi ve çocuğu ile savaşan keskin nişancı bir kadın anlatılıyor: “O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyor, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da vardı. Yakalanana kadar, bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurbanlarını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesini bulduk.”
Yine bir askerin anlattığı başka bir isimsiz kahramanın büyük cesaret örneği de şöyledir: “…kadın savaşçılar, gizlendikleri yerden vurulup ölene kadar durmadan ateş ediyor ve attıklarını vuruyorlardı.”
Bu kadın savaşçıların kayıtları olmadığından isimleri ve kimlikleri bilinmiyor. Bireysel mi yoksa bir grup hâlinde mi hareket ettikleri anlaşılamıyor. Avusturalyalı piyade er J.C. Davies, annesine yazdığı mektupta, kendilerine karşı çarpışan bir kadın savaşçıyla ilgili şunları anlatıyor: “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalyalı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19- 21 yaşlarında genç bir kızdı. Bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı.”
62 şehit, 164 gazi kadın
Kadınların dahli ve kayıplarımız konusunda ne yazık ki nitelikli esas kayıtların yetersizliği nedeniyle gerçek sayılar ve isimleri net olarak bilinmeyecek. Fakat elde olanları toparlayıp genel bir tabloya bakacak olursak Millî Mücadele’de Doğu, Batı, Güney cephelerinde ve cephe gerisinde görev alan kadınlarımız hakkında Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele’ye katılarak düşmanla mücadele edenler arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiş. Bu sayının tabiatıyla kesin gerçek olmadığını, yaşanan olayların vahametine bakarak hepimiz kestirebiliyoruz.
Çankırılı Yusuf kızı Emine, Amasyalı Adil kızı Zeynep, Adanalı Ayşe, Erzincanlı Osman kızı Emine ve Gaziantepli Güldane şehit edilen ve isimleri arşiv belgelerinden tespit edilebilen şehit kadınımızın isimlerinden birkaçı. Bu kadınlarımızdan büyük çoğunluğu cephede düşman kurşunları ile şehit olurken bir kısmı top mermisiyle, bir kısmı evinde ailesini korumak için çarpışırken kurşunlanarak şehit edilmiş, bir kısmı da yaralı olarak hastaneye getirilmiş ve orada vefat etmiştir. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nda Ermenilere ve Fransızlara karşı gösterdikleri mücadele ile ayrı bir öneme sahip olan Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta 164 gazi Türk kadını tespit edilmiştir.
Annesi öldüğünde henüz 8 yaşında olan Nezahat, babası Albay Hafız Halit Bey ile bütün çocukluğu boyunca cephelerde bulunmuş, askere yaşından ve boyundan beklenmedik büyük yararlılıklar göstermişti. Nezahat Onbaşı, ölene kadar istiklal madalyası almayı beklemiş, alamamıştır.
Anafartalar kahramanı Hatice Hanım, 56. Fırka’da görev almıştır. Cepheye koşup gittiğinde erkek olarak kendisini tanıtıp geri hizmete alınmamak için kadın olduğunun anlaşılmamasına çok çabalamış ve bunu başarmıştır. Osmanlı’nın girdiği savaşa müdafaaya yalnızca Türkiye sınırları içindeki kadınlar değil eskiden Osmanlı sınırları içinde kalan kadınlar da topyekûn destek oldular. Onlar da elinde ne varsa altın, para, ilaç, yatak, yorgan, yiyecek ve giyeceğini yolladı. Cepheye koşanlar da oldu. Onlardan biri de Çanakkale Savaşı’na ailesini Kosova’da bırakarak, Osmanlı’nın büyük kurtuluşuna destek olmak için tek başına koşup gelen Zeynep Mido Çavuş’tu. Çanakkale de şehit oldu ve Yalova da gömüldü.
İstanbul’dan İnebolu’ya (Kastamonu) oradan Ankara’ya giden mühimmatı taşımak ve ulaştırmak için, kağnılara koşulan zayıf cılız büyükbaş hayvanlar ile üç yıl, dört mevsim, yaz-kış, yağmur-çamur, dağ bayır demeden, 344 kilometrelik yolu, sırtında bebeleri varken kağnıların yanında yürüyen kadınlar…
Bu güzergâhta mühimmat taşıyan yüzlerce kadından sadece ismini bildiğimiz kahraman şehit Şerife Bacı var. O da tıpkı diğer kadınlar gibi kağnılarla mühimmat taşıma görevi yapıyordu. Emzirdiği bebesi ile gece gündüz karargâha top mermileri taşıyordu. Aralık-Ocak-Şubat dönemi, kötü hava koşulları ve bastıran kar tipi meşakkatine rağmen dayanmaya çalışmıştı. Zayıf bir gelindi. Henüz 20-21 yaşlarındaydı. Evladını taşıdığı top mermilerinin arasına yatırıp, elindeki battaniyesi ile mühimmatı örtmüştü. Öleceğini hissetmişti belki de. En azından top mermilerine zarar gelmesini önlemek için en üstüne bedenini attı. Nasılsa gün doğacaktı, birisi onları bulana kadar bendeni millet malı top mermilerini korurdu. Şimdi ondaki muazzam vatan aşkını ve millet malı şuurunda izaha yer bırakmayacak ölçüdeki maneviyatı anmamak mümkün mü? Kahramanımız mühimmatı ve evladını korumuş ve karargâhın yakınlarına kadar gelmişse de gecenin kör karanlığında soğuktan donarak ölmüştü. Sabah kağnısı ve bebeği, askerlerin gözyaşları ile bulunmuştur. Dışarıdan bakıldığında o kadınlar nadide, zarif veya zayıf görünebilirlerdi ama eşlerini, evlatlarını, canlarını feda ettikleri vatanı kimseye vermek niyetinde değildiler.
Savaş bitince maaş almadılar
Tehlikeyi sezenler yardım etmeye cephelere ve cephe gerisine koştu. Görev için izin almadılar. Üstleri ne emrettiyse har harfiyen yerine getirdiler. Kimseden kendilerini kayıt yapmasını istemediler, beklemediler. Savaş bitince maaş almadılar. Binlercesi yaşıyorsa yine köyüne evine döndü. Fakru zaruret içinde yaşadılar. Yaralandıklarında kendilerini toplumun gözüne sokmadılar. “Devlet fakir. Toparlanması, ayağa kalkması lazım. Biz para için savaşmadık.” dediler. Çoğunun madalya alma şansı bile olmadı. Yine kendilerini vatana feda ettiler ve o mazbut hayatlarına devam ettiler. Dünyada kadınların faydasını ve kaderi değiştiren çabasını tartışacak değiliz. Bu inkâr edilemez ve mutlak bir gerçektir. Fakat Türk kadını kadar ülkesinin kaderini kendi kaderinden üste tutan ve fedakârlığı ile ülkesinin kaderine imza atan bir kadın tipi yoktur. Her türlü başarıdan üstün olan vatan ve milletin namusunu kendi namusu belleyen tüm şehit ve gazi analarımıza mihnet ve şükranla… Ruhunuz şâd olsun…
İlknur Bektaş, “Milli Mücadele’nin İsimsiz Sultanları”, Bilimevi Kadın dergisi, Yıl: 2018, Sayı: 4 (Ocak-Şubat-Mart).