“Beyaz Adamın Yükü”
Beyaz Adam dünyayı medenileştirmekle yükümlüdür. Bunun için her türlü yol caizdir: Öldürür ve özgürleştirir. Ama, onun başkasına istediği özgürlük, kendisine istediği özgürlük gibi olamaz.
Şimdiki nesil belki bilmez ama, bu Fransızların dünyanın “beyaz” olmayan insanlarının yaşadığı yerlerde “mission civilisatrice” denilen bir “medenileştirme” kampanyası, yani saldırısı olmuştu. Buna göre, Fransa bütün dünyayı medenileştirmekle yükümlüydü. Hiç kimse, “medeni” olmamak hakkına sahip değildi. Bunun için gerekirse işkence ile, gerekirse savaşla ve gerekirse köleleştirilerek insanlar “medeni”leştirilecekti. Nitekim de öyle oldu (mu?).
Siz sakın ha, bunu nasıl yaparlar demeyin. Çünkü “beyaz adam” kendisini buna vazifeli sayıyor ve bu vazife öylesine kutsal ki, vaz geçmeleri mümkün değildir. Bu yazının başlığı, Rudyard Kupling isimli, belki de hepimizin çok yakından tanıdığımız hani şu “Orman Kitabı” (Jungle Book) kitabının yazarı var ya, işte o “Bağırtlak ve saldırgan ırkçı bozuntusu”nun en meşhur şiirinin başlığıdır. Orman Kitabı yazarı Rudyard Kipling için aktardığım bu tanımlamalar, bizzat benim ifadelerim değildir. Herkesin 1984 isimli kitabıyla tanıdığı ama benim en çok Hayvanlar Çiftliği” kitabıyla takdir ettiğim George Orwell’in tanımlamalarıdır.
O zaman gelelim “Beyaz Adamın Yükü”ne… Ama oraya gelmeden, kesinliklike “Orman Kitabı”na gitmemiz lazım. Bu kitabın yazarı Rudyard Kipling, tam da, George Orwell’in ifade ettiği gibi bağırtlak bir ırkçıdır. Orman Kitabı’nda bu ırkçılığın daniskasını “sessizce” görürüz. Ama bu sessizcelik, aslında bağırtlak bir sessizliktir. Mogli denilen çocuğun azılı düşmanı “katil” Kaplan “Şir Han”ın adı boşuna Şir Han değildir. Tüm Hindistanlıları temsil eder. Şir Han, Mogli’nin anasını babasını öldürmüştür. Ama “iyi kalpli, medeni” İngiliz sömürgecileri hayvanlar dahil tüm Hindistanlıları eğiterek “medenileştirebilecek” güçtedir…
Rudyard Kipling’in bir başka romanının adı ise “Kim”dir. Bu romanda İngiliz imparatorluğuna hizmetin, görevl erin en kutsalı olduğu, hizmet edildiği müddetçe de “Hind Müslümanları” gibi medeni olmanın zevkini tadabileceği “Beyaz Adamın Yükü”ne gelmek için bu girişe bir ihtiyaç vardı. Çünkü karşımızdaki yazar, sıradan birisi değil, bütün dünya çocuklarının ruhlarına giren birisi. Ve yine Goerge Orwell’in deyişiyle “Kipling, bağırtlak ve saldırgan ırkçı bozuntusu bir emperyalisttir; ahlaken duygusuz ve estetik olarak da iğrençtir.” George Orwell’e Rudyard Kipling’e bu tanımlamayı yaptıran olaya gelebiliriz şimdi.
BEYAZ ADAMIN YÜKÜ, DİĞER İNSANLARA HÜKMETMEKTİR
Bu Rudyard Kipling denilen yazar, şair, her ne ise, “Beyaz Adamın Yükü” adındaki şiirini aslında İngiliz İmparatorluğunun ülkeleri işgal ederek, insanları öldürerek ve sömürgeleştirerek yaptığı işin sorgulanmasına karşı çıkmak için yazar. Hatta, bunun “Beyaz Adamın bir Yükü” olduğunu söyler. Buradaki “yük” İngilizce’de “burden” kelimesi ile ifade edilmiştir ki, ilaveten “sorumluluk, vazife, aşılması gereken engel” manalarına gelir. Kupling’e göre, ülkeleri sömürmek, bu ülkelerle savaşmak “Beyaz Adam” olmanın Tanrı tarafından bahşedilmiş vazifesidir.
Kupling bu şiiri yazdığı sırada Amerika Birleşik Devletleri, Filipinler adasına saldırmış, binlerce sivili katletmiş ve bu savaş suçları dolayısıyla her hangi bir üzüntü içinde de değillerdir.
Üstad Mark Twain gibi “Anti-Emperyalist” Amerikalılar savaş suçu işlenmesinin kabul edilemezliğini savunurken, Güney Carolina Senatörü Benjamin Ryan Tillman’ın senatoda “Beyaz Adamın Yükü”nü okuması ve bu şiiri Amerikan emperyalizmi ve medeniyeti için bir kehanet, öngörü olarak yorumlaması, bu şiiri “bağırtlak ve saldırgan ırkçı emperyalizm”in simgesi hâline getirir.
Bu arada şiirin yayımlanmasından 10 gün sonra Howard S. Taylor da bu tür emperyalizmi yermek için “The Poor Man’s Burden: Zavallı Adamın Yükü” başlıkla bir karşı şiir yazar. Güney Karolina Senatorü Benjamin Ryan Tillman’ın da özet olarak okuduğu o “Beyaz Adamın Yükü” şiirinin ilk bölümünde aşağıdaki laflar geçer. (Burada tercümenin, hele hele de şiir tercümesinin zorluğunu unutmadan bu tercümeyi okumanızı tavsiye etmekten başka çarem de yoktur. Yani bu tercüme, bu yazıda ‘vakti kurtarmak’ için yapılmıştır.)
TANRISAL VAZİFE
“Hafiflet beyaz adamın yükünü
Gönder soyundan yetiştirdiğin en iyileri
Yolla hadi, oğlanlarını sürgüne
Boyun eğdirdiklerinin ihtiyaçlarını karşılasınlar diye
Ağır boyundurukları altında vazife beklesinler
O sersemlemiş vahşi yeni halkın üzerinde
O, daha yeni esir ettiğin,
Yarı şeytan, yarı çocuk asık suratlı halkın…”
Bu şiirin ikinci bölümünde “Terörle Mücadele” önemli bir yer tutar. Ve anlıyoruz ki, taaa 1899 yılında dahi, “Beyaz Adamın” hoşuna gitmeyen herkes teröristtir. Şimdi oraya girmeyelim.
Ama, 7 bölümlük bu şiirin dili “İncil”e atıflarla doludur.
Buna karşılık üstad Mark Twain da oraya atıfla “Karanlıkta Oturan Şahısa: To the Sitting Person in the Darkness” diye bir makale kaleme alır. Üstad Twain bu makalesinde hicivdeki üstadlığını bir kez daha ortaya koyar: “Bu durumda, Amerikan bayrağındaki beyaz çizgileri siyahla; yıldızları da kurukafa ve yatay kemikle değiştirmek gerekir.”
Bu şiirin bir başka özeti şudur: “Beyaz Adam” eğer savaşıyor, oğullarının en iyilerini insanları öldürmeye gönderiyorsa, bu aslında tanrısal bir vazife ve iradenin sonucudur. “Özgürleştirme”,“Beyaz Adam”ın görevidir.
Ama bu özgürlük, bu şiiri Amerikan emperyalizminin simgesi hâline getiren G. Karolina Senatörü Tillmann’a göre “Amerikalıların Amerika’da anladıkları özgürlük değildir ve Filipinliler bu özgürlüğü hak etmedikleri gibi, istemezler de”, yani değmez de zaten.
Bir İngiliz 1877de şöyle diyordu: “Dünyada önder irk olduğumuzu iddia ediyorum ve dünyada ne kadar fazla yayılırsak insanlık için o kadar iyi olacaktır.(..)
Tanrının İngilizce konuşan ırkı, adalet, özgürlük ve barış üzerine kurulu bir toplumsal durum yaratmak için araç olarak seçtiği apaçık ortada; bu durumda ben o ırka, olabildiğince çok faaliyet alanı ve güç sağlamak için tüm gücümle çalışırsam, onun iradesine uygun hareket etmiş olurum. Düşünüyorum ki, eğer orada bir Tanrı varsa, o zaman o tek bir şey yapmam, yani Afrika haritasını mümkün olabildiği kadar çok İngiliz kırmızısına boyamamı isterdi” (Cecil Rhodes, Draft of Ideas’dan aktaran: Hagen Schulze, Avrupada Ulus ve Devlet, (çev. Timuçin Binder), Literatür Yayıncilik, İstanbul, 2005, s. 250.)
Victor Gillam, Judge dergisi, 1 Nisan 1899 tarihli “Beyaz Adamın Yükü” başlıklı karikatürü, John Bull’u (İngiltere) ve Sam Amca’yı (ABD) dünyanın renkli insanlarını medeniyete ulaştırırken gösteriyor.
Sam Amca’nın taşıdığı sepetteki insanlar Küba, Hawaii, Samoa, Porto Riko ve Filipinler olarak etiketlenirken, John Bull’un taşıdığı sepetteki insanlar Zulu, Çin ve Hindistan olarak etiketlenmiş.
Şimdi anladınız mı, nasıl oluyor da, Amerikan ordusu, Fransız veya İngiliz ordusu bir yere girdiğinde istediği kadar sivili istedikleri şekilde öldürebiliyor?