İDRİS GÖKALP

Neden Aksa Tufanı Operasyonu? Hamas’ın Açıklaması

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Kararlı bir şekilde direnen Filistin halkımız, Arap halkları ve aziz İslam milletlerimiz; Dünya çapındaki özgür insanlar, adaleti ve insan onurunu savunanlar Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki devam eden İsrail saldırılarının devam ettiği, öte yandan halkımızın bağımsızlık ve onur mücadelesini sürdürdüğü bir ortamda, İsrail saldırılarına karşı sergilediği olağanüstü cesaret ve kahramanlığı göstermektedir. Bizler 7 Ekim’de neler yaşandığını, nedenlerini, Filistin davası ile olan anlam bağını ilişkisini açıklamayı, İsrail’in iddialarına ve yalan propagandasına karşı sadece gerçekler üzerinden cevap vermeyi amaçlıyoruz.

 

1.Neden Aksa Tufanı Operasyonu?

1.Filistin halkının işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelesi 7 Ekim 2023’te başlamadı, 30 yılı İngiliz sömürgeciliği, 75 yılı Siyonist işgali olmak üzere 105 yıl önce başlamıştır. 1918’de Filistin halkı, Filistin topraklarının %98,5’ine sahipti ve Filistin topraklarındaki nüfusun %92’sini temsil ediyordu. İngiliz sömürge otoriteleri ve Siyonist Hareketi’nin koordinasyonunda kitlesel göç kampanyalarıyla Filistin’e getirilen Yahudiler, Filistin topraklarının ancak yüzde 6’sını kontrol altına almayı ve nüfusun sadece yüzde 31’ini oluşturmayı başardı. 1948 tarihi Filistin topraklarında Siyonist varlığın ilan edildiği yılda Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı elinden alınıyordu ve Siyonist çeteler, Filistin halkını topraklarından ve bölgelerinden kovmak amacıyla etnik temizlik kampanyası yürütüyordu. Bunun sonucunda Siyonist çeteler, Filistin topraklarının %77’sini zorla ele geçirmiş, Filistin halkının %57’sini kovmuş, 500’ün üzerinde Filistin köy ve kasabasını yok etmiş, Filistinlilere karşı onlarca katliam gerçekleştirmişti. Üstelik saldırının devamında İsrail güçleri, 1967’de Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Kudüs’ü, yani Filistin’in geri kalan kısmını ve başka Arap topraklarını da işgal etti.

2.Bu uzun yıllar boyunca, Filistin halkı baskı, adaletsizlik, temel haklarının gasp edilmesi ve apartheid (ayrımcılık) politikaları gibi her türlü zulme maruz kaldı. Örneğin, Gazze Şeridi, 2007’den itibaren 17 yıldır süren boğucu bir abluka altında olup dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştü. Gazze’deki Filistin halkı, “İsrail”in saldırgan taraf olduğu beş yıkıcı savaş yaşadı. Gazze’deki insanlar, 2018’de İsrail ablukasını, insani koşullardaki sıkıntılarını protesto etmek ve dönüş haklarını talep etmek amacıyla Barışçıl Büyük Dönüş Yürüyüşü gösterilerini başlattı. Ancak İsrail işgal güçleri, bu barışçıl protestolarda 360 Filistinliyi katletmiş 5000’i çocuk olmak üzere 19,000’den fazla kişiyi yaralamıştır.

3.Teyit edilmiş istatistiklere göre, Ocak 2000 – Eylül 2023 arasındaki dönemde, İsrail işgali, büyük çoğunluğu sivil olan 11.299 Filistinliyi öldürüp 156.768 kişiyi yaralamıştır. Maalesef, ABD yönetimi ve müttefikleri, geçmiş yıllarda Filistin halkının acısına dikkate almadılar ancak İsrail saldırganlığına kılıf sağladılar. Sadece 7 Ekim’de öldürülen İsrail askerlerine yas tutarak aslında ne olduğunu anlamadan gerçeği araştırmadan ve yanlış bir şekilde iddia edilen İsrail yalanlarına inandılar ve İsrail’in yalanlar üzerine kurduğu anlatısına destek verdiler. ABD yönetimi, Filistinli sivillere karşı İsrail işgali katliamlarına ve Gazze Şeridi’ndeki vahşi saldırılara finansal ve askeri destek sağladı ve hala ABD yetkilileri, İsrail işgal güçlerinin Gazze’de gerçekleştirdiği kitlesel katliamı görmezden gelmeye devam ediyor.

4.İsrail’in ihlalleri ve vahşeti, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü dahil birçok BM kuruluşu ve uluslararası insan hakları grubu, hatta İsrailli insan hakları grupları tarafından bile belgelendi. Ancak bu raporlar ve tanıklıklar göz ardı edildi ve İsrail işgali henüz sorumlu tutulmadı. Örneğin, 29 Ekim 2021’de İsrail’in BM Büyükelçisi Gilad Erdan, Genel Kurul’da yaptığı bir konuşmada BM İnsan Hakları Konseyinin bir raporunu parçalayarak çöpe attı. Ancak, bir sonraki yıl – 2022’de – BM Genel Kurulu’nun başkan yardımcılığına atandı.

5.ABD yönetimi ve batılı müttefikleri, İsrail’i her zaman yasanın üstünde bir devlet olarak ele aldılar; İsrail lehine işgali uzatmak ve Filistin halkına bask yapmasına olanak sağlamak için gerekli kılıfı sağladılar ve aynı zamanda “İsrail”in bu durumu kullanarak daha fazla Filistin toprağını gasp etmesine ve kutsal yerlerini Yahudileştirmesine izin verdiler. BM’nin geçmiş 75 yıl içinde Filistin halkının lehine 900’den fazla karar aldığı gerçeğine rağmen, “İsrail” bu kararlara uymayı reddetti ve ABD VETO’su her zaman BM Güvenlik Konseyi’nde “İsrail”in politikalarını ve ihlallerini kınamayı engellemek için hazır bulundu. Bu nedenle ABD ve diğer batı ülkelerini, İsrail işgali suçlarına ve Filistin halkının sürekli acı çekmesine karışmış ve suç ortağı olarak görüyoruz.

6.“Barışçıl çözüm süreci”ne gelince, 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile imzalanan Oslo Anlaşmaları, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngördü; ancak “İsrail”, işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’teki Filistin topraklarını geniş çaplı yerleşim inşaatı ve Yahudileştirme kampanyasıyla kurulacak Filistin devleti olasılığını sistemli bir şekilde yok etti. Barış sürecinin destekçileri, 30 yıl sonra, bir çıkmaza girdiklerini ve bu sürecin Filistin halkı üzerinde felaket getirdiğini fark ettiler. İsrail yetkilileri, bir Filistin devletinin kurulmasını kesin bir şekilde reddettiklerini birkaç kez teyit etti. Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bir ay önce, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu BM genel kurulundaki konuşmasında, Gazze şeridi ve Batı Şeria dahil bütün tarihi Filistin topraklarının haritasını, hepsi tek renkle ‘İsrail’ adı altında sundu. Dünya, İsrail’in küstahlığına, uluslar arası toplumun iradesini hiçe saymasına, ve halkımızın topraklarına sahip çıkma, kutsallarını ve değerlerini koruma ve kendi kaderini tayin etme haklarını inkar etmesine karşı sessiz ve kayıtsız kaldı.

7.75 yıl süren sürekli işgal ve acıdan sonra, halkımızın var olma ve kurtuluş çabası; işgal edilmiş topraklarına dönüş hakkına yönelik tüm girişim ve umutlarının başarısız olmasından ve sözde barış sürecinin felaket getiren sonuçlarından sonra, dünya Filistin halkından aşağıdaki gelişmelere tepki olarak ne bekliyordu:

♦ Mescid-i Aksa’ya yönelik İsrail Yahudileştirme planları, mübarek caminin zamansal ve mekânsal bölünme girişimleri ve İsrailli yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’ya yönelik baskınlarını yoğunlaştırması.

♦ Batı Şeria ve Kudüs’ü “İsrail’in egemenliği” adı altında ilhak etme adımları atan aşırıcı ve sağcı İsrail hükümetinin uygulamaları ve dahası İsrail resmi makamlarının planlarında Filistinlileri evlerinden ve bölgelerinden sürme çabaları.

♦ İsrail hapishanelerindeki binlerce Filistinli mahkûmun temel haklarından yoksun bırakılması, ayrıca faşist İsrail Bakanı Itamar Ben-Gvir’in doğrudan gözetiminde saldırılara ve küçük düşürmelere maruz kalmaları.

♦ 17 yıldır Gazze Şeridi’ne uygulanan haksız hava, deniz ve kara ablukası.

♦ Batı Şeria’da İsrail yerleşimlerinin eşi görülmemiş düzeyde genişlemesi, ayrıca yerleşimcilerin şiddeti ve suçları.

♦ Mülteci kamplarında ve diğer bölgelerde zor koşullarda yaşayan yedi milyon Filistinlinin, 75 yıl önce sürgün edildikleri topraklarına dönmek istemeleri.

♦ Uluslararası toplumun ve süper güçlerin bir Filistin devletinin kurulmasını önlemekte başarısız olmaları.

Tüm bunlardan sonra Filistin halkından ne bekleniyordu? Beklemeye devam etmek ve çaresizce BM’ye güvenmek mi? Yoksa savunma eyleminin uluslararası yasalara, normlara ve sözleşmelere dayanan bir hak olduğunu bilerek, Filistin halkını, topraklarını, haklarını ve kutsal mekanlarını savunma girişimde bulunmak mı?

Yukarıdakilerden yola çıkarak, 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail’in Filistin halkına ve Filistin davasına yönelik tüm komplolarına karşı koymak için gerekli bir adım ve normal bir tepkiydi. Filistinliler için, tüm dünya halkları gibi işgalden kurtulmak, hakları geri almak, kurtuluş ve bağımsızlık yolunda bir savunma eylemiydi.

 

2.Aksa Tufanı Olayları ve İsrail’in İddialarına Yanıtlar

İsrail’in 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonuna ve bunun yansımalarına ilişkin uydurma suçlama ve iddiaları ışığında, İslami Direniş Hareketi- Hamas olarak biz şunu açıklığa kavuşturuyoruz:

1.7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail askeri noktalarını hedef aldı ve düşman askerlerini esir alarak İsrail yetkililerini, bir esir takas anlaşması gerçekleştirerek İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce Filistinliyi serbest bırakmaya zorlamayı amaçladı. Bu nedenle, operasyon, Gazze Bölgesi’ndeki İsrail ordusunun ve Gazze çevresindeki İsrail yerleşim birimleri yakınındaki İsrail askeri üslerinin yok edilmesine odaklandı.

2.Başta çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olmak üzere sivillere zarar vermekten kaçınmak, Hamas fertlerinin dini ve ahlaki sorumluluğudur. Her zaman açıkladığımız gibi, direnişimizin dinimizin kuralları ve talimatlarını riayet ettiğini, askeri kanadının yalnızca işgal askerlerini ve halkımıza karşı silah taşıyanları hedef aldığını yineliyoruz. Aynı zamanda, hassas ileri teknolojili silahlara sahip olmadığımıza rağmen, sivillere zarar vermekten kaçınmaya çalışıyoruz. Benzer bir şey olduysa; bütün yıkıcı ve hassas silahlar ile çocuklarımızı kadınlarımızı ve yaşlılarımızı gece gündüz yok etmeye çaılşan saldırgan işgalci ve zalim bir güce karşı girdiğimiz yoğun çatışmalar sırasında istemeyerek kazara meydana gelmiştir.

Hamas Hareketi, kurulduğu 1987 yılından bu yana sivillere zarar vermemeye kendini adadı. Siyonist suçlu Baruch Goldstein’ın 1994 yılında işgal altındaki El Halil Şehri’ndeki İbrahim Camii’nde ibadet eden Filistinlilere karşı bir katliam gerçekleştirmesinin ardından, Hamas Hareketi tüm tarafların sivilleri çatışmaların dışında tutması için bir girişimde bulundu ancak İsrail işgali bunu reddetti ve küstahca sivilleri öldürmeye devam etti. Hamas Hareketi de bu tür çağrıları birkaç kez tekrarladı, ancak Filistinli sivilleri kasıtlı olarak hedef almayı ve öldürmeyi sürdüren İsrail işgali tarafından sağır bir kulakla karşılandı.

3.Aksa Tufanı Harekatı sırasında İsrail’in güvenlik ve askeri sisteminin hızla çökmesi ve Gazze ile sınır bölgelerinde yaşanan kaos nedeniyle bazı aksaklıklar yaşanmış olabilir.

Herkesin tanıklık ettiği gibi, Hamas Hareketi Gazze’de tutulan tüm sivillere karşı olumlu ve nazik bir tavır sergiledi, ve saldırının ilk günlerinden itibaren onları serbest bırakmaya çalıştı. Nitekim 7 günlük ateşkes sırasında, işgalin onlarca yıldır sistematik bir şekilde ve bütün uluslararası kanun ve teamülleri ihlal ederek halkımıza toplu ceza olarak tutukladığı ve hapishanelerinde zalim ve saldırgan şekilde tuttuğu Filistinli kadın ve çocukların serbest bırakılması karşılığında bu siviller serbest bırakıldı.

4.İsrail işgalinin 7 Ekim’de El Kassam Tugayları’nın İsrailli sivilleri hedef aldığı yönündeki iddiaları tamamen yalan ve uydurmadan başka bir şey değildir. Bu iddiaların kaynağı İsrail resmi anlatısıdır ve hiçbir bağımsız kaynak bunları kanıtlayamamıştır. İsrail’in resmi söyleminin her zaman Filistin direnişini şeytanlaştırmaya çalıştığı ve bir yandan da onun Gazze’ye yönelik vahşi saldırısını yasallaştırmaya çalıştığı bilinen bir gerçektir.

 İşte İsrail’in iddialarıyla çelişen bazı ayrıntılar:

♦ O gün çekilen video klipler ve daha sonra yayınlananlar İsraillilerin kendi tanıklıkları, Kassam Tugayları’nın sivilleri hedef almadığını, birçok İsraillinin karışıklık nedeniyle İsrail ordusu ve polisi tarafından öldürüldüğünü gösterdi.

 ♦ Ayrıca, “40 başsız bebek” iddiasının İsrailli kaynaklar dahil olmak üzere kesin bir şekilde yalan olduğu teyit edilmiştir. Birçok batı medya kuruluşu maalesef bu iddiayı benimsedi ve yaydı.

♦ Direnişçilerin İsrailli kadınlara tecavüz ettiği iddiasının yalan olduğu kanıtlanmıştır ve Hamas tarafından bu ahlaksız iftira tümüyle reddedilmiştir. 1 Aralık 2023 tarihli Mondoweiss haber sitesinin raporu tüm tecavüz iddialarını ayrıntılarıyla araştırıp yalan olduğunu göstermiştir.

♦ İki İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth’un 10 Ekim ve Haaretz’in 18 Kasım tarihli raporlarına göre, birçok İsrailli sivil özellikle Nova müzik festivaline katılanlar İsrail helikopteri tarafından öldürüldü. Rapora göre, Hamas savaşçıları festival alanına herhangi bir önceden bilgi olmadan ulaştı, İsrail helikopteri hem Hamas savaşçılarına hem de festival katılımcılarına ateş açtı. Yedioth Ahronoth ayrıca, Gazze’den gelen daha fazla sızıntıyı önlemek ve Filistinli savaşçılar tarafından İsraillilerin tutuklanmasını önlemek için İsrail ordusunun Gazze Şeridi çevresinde 300’den fazla hedefi vurduğunu söyledi.

♦ Diğer İsrailli tanıklıklar, İsrail ordusunun baskınlarının ve askeri operasyonlarının birçok İsrail tutsağı ve onları esir alanları öldürdüğünü doğruladı. İsrail işgal ordusu, Filistinli savaşçıların ve İsraillilerin bulunduğu İsrailli yerleşimlerdeki evlere saldırdı ve İsrail ordusunun kötü şöhretli “Hannibal Doktrini”ni açıkça uyguladı. Bu doktrin, “ölü bir sivil rehine veya asker, canlı alınan birinden daha iyidir” diyerek, Filistin direnişiyle esir takası yapmaktan kaçınmayı amaçlamaktadır.

♦ Ayrıca, işgal otoriteleri öldürülen asker ve sivillerinin sayısını 1.400’ten 1.200’e düşürdü çünkü daha sonra 200 yanmış cesedin Filistinli savaşçılara ait olduğunu ve İsraillilerle karıştırıldığını belirledi. Bu, Filistinli savaşçıları öldüren ile İsraillileri öldürenin aynı taraf olduğu anlamına gelir, çünkü sadece İsrail ordusu bu kadar kişiyi öldürüp cesetlerini yakıp yok eden askeri uçaklara sahiptir. Kaldı ki, İsrailli bazı kaynaklar tarafından ifşa edilene kadar, İsrail’in yalan makinesi şehitlerimizi onun ölü sayısına ekleyerek propagandasında 1 aydan aşkın süredir kullandı.

♦ Gazze genelinde gerçekleşen İsrail’in yoğun hava saldırıları, neredeyse 60 İsrailli tutsağın ölümüne yol açtı ve bu da İsrail işgalinin Gazze’deki tutsaklarının yaşamına önem vermediğini kanıtlar.

5.Aynı zamanda Gazze çevresindeki bazı İsrailli yerleşimcilerin silahlı olduğu ve 7 Ekim’de Filistinli savaşçılarla çatıştığı bir gerçektir. Bu yerleşimciler sivil olarak kaydedildi ancak aslında İsrail ordusuyla birlikte savaşan silahlı kişilerdi.

6.İsrail sivillerinden bahsedildiğinde, 18 yaşından büyük tüm İsraillilere zorunlu askerlik uygulandığı bilinmelidir – erkekler 32 ay, kadınlar 24 ay askerlik yaparlar- ki bu da herkesin silah taşıyıp kullanabileceği anlamına gelir. Bu, İsrail’in “silahlı bir halk” güvenlik teorisine dayanmaktadır ve İsrail varlığını “bir ülkeye bağlı bir ordu” haline getirmiştir.

7.Sivillerin vahşice öldürülmesi İsrail varlığının sistematik bir yaklaşımıdır ve Filistin halkını aşağılama araçlarından biridir. Gazze’de Filistinlilerin kitlesel öldürülmesi bu yaklaşımın açık bir kanıtıdır.

8.El Cezire haber sitesinin araştırmasına göre, İsrail Gazze’ye yönelik saldırısının ilk ayında günlük ortalamada 136 Filistinli çocuğu öldürdürmüştür, Ukrayna savaşında ise bu ortalama günde 1 çocuktan daha azdır.

9.İsrail saldırganlığını savunanlar, olaylara objektif bir gözle bakmıyor, Hamas savaşçılarına saldırırken siviller arasında kayıplar olacağını söyleyerek İsrail’in Filistinlileri kitlesel olarak öldürmesini meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak 7 Ekim’deki Aksa Tufanı söz konusu olduğunda böyle bir varsayımda bulunmazlar.

10.Her türlü adil ve bağımsız soruşturmanın anlatımızın doğruluğunu kanıtlayacağına ve İsrail’in yalanlarının ve yanıltıcı bilgilerinin boyutunu kanıtlayacağından eminiz. Aynı şey İsrail’in Gazze’deki hastanelerin Filistin direnişi tarafından komuta merkezi ve esirleri sakladığı yer olarak kullanıldığı iddialar için de geçerli; ki Şifa hastanesi ile ilgili olanlar işgalin yalanları ve iddialarının yanlış olduğunun en iyi göstergesidir, onunla ilgili herhangi bağımsız ve şeffaf soruşturmnın Filistin anlatısını destekleyeceğinden şüphemiz yoktur.

 

3.Şeffaf bir uluslararası soruşturmaya doğru

 1.Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bir üyesidir ve 2015 yılında Roma Statüsü’nü imzalamıştır. Filistin, kendi topraklarında işlenen savaş suçlarına ilişkin soruşturma talebinde bulunduğunda, İsrail’in uzlaşmazlığı ve reddiyle karşı karşıya kalmış olup, İsrail Filistinlileri bu başvurudan dolayı cezalandırmaya çalıştı. Ne yazık ki, adalet değerlerine sahip olduklarını iddia eden ve tamamen işgal söyleminin yanında yer alan büyük devletler Filistin’i UCM’ye katılmasından dolayı cezalandırmıştır. Bu güçler “İsrail”i hukukun üstünde bir devlet olarak tutmak ve yetkilerinin soruşturma ve hesap verme sorumluluğundan kurtulmasını sağlamak istiyor.

2.Bu ülkeleri, özellikle ABD yönetimini, Almanya’yı, Kanada’yı ve Birleşik Krallık’ı, eğer iddia ettikleri gibi adaletin yerine getirilmesini istiyorlarsa, işgal altındaki Filistin’de işlenen tüm suçlara ilişkin soruşturma sürecini desteklemeye ve uluslararası mahkemelere görevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilmeleri için tam destek vermeye çağırıyoruz.

3.Bunların ışığında, güvensizlik ve kuşkularımıza rağmen, UCM’yi ve özellikle başsavcısı ve ekibini, sadece durumu uzaktan izlemek veya İsrail kısıtlamalarına tabi olmak yerine, derhal ve acilen işgal altındaki Filistin’e gelmeye, orada işlenen suçlara ve ihlallere bakmaya çağırıyoruz.

4.Halkımız aylar önce işgalin sürmesi ve uluslararası toplumun onu bitirme noktasındaki sorumluluğu ile ilgili yasal bir görüş almak amacıyla Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurduğunda, işgali destekleyen devletler bu adımı reddedip karşı yokmuştur. Daha önce de, halkımız savaş suçlusu olan işgalin yetkilerini yargılamak amacı ile birkaç Avrupa ülkesinde evrensel yargı yetkisi sistemi aracılığıyla yerel mahkemelerce davalar açmaya çalıştığında, kapalı kapılar ile karşı karşıya kalmıştır.

5.7 Ekim olayları geniş bir bağlamda ele alınmalı ve modern dönemlerde gerçekleşen sömürgecilik, işgal ve Apartheid rejimlere karşı mücadele vakalarının hepsi göz önünde tutulmalıdır. Bu mücadele deneyimleri, işgal altındaki bir halkın, işgalci tarafından işlenen zulme daha güçlü bir yanıt vereceğini, ve işgalin sürmesinin dünyadaki güven ve istikrarı tehlike içine sokacağını göstermektedir.

6.Filistin halkı, bölge ve dünya halkları, İsrail yanlısı hükümetlerinin işgalin tarafını tutmaları ve suçlarına ortak olmalarını örtbas etmek için başvurdukları yalanlar ve aldatma çabalarının farkındadır. Bu devletler, sorunun kökü ve krizin sebebinin işgalin olmasında ve Filistin halkının özgürce kendi topraklarında yaşama hakkını elinden almasında yattığını inkar eder. Bu devletler, Filistin halkının kendi toprağını mukaddesatları ve haklarını savunma hakkını tanımak istemiyor, milyonlarca Filistinliyi kuşatan haksız ablukanın devamına ve İsrail hapishanelerindeki binlerce Filistinli tutsağın olmasına duyarsızdır.

7.Dünya genelinde farklı dinlerden, etnik kökenlerden ve görüşlerden olan, işgalin suçları ve vahşi katliamlarını reddetmek ve Filistin halkınının kurtuluş hakkına destek vermek için dünyanın bütün kentlerinde sokaklara dökülen, özgür insanlara selam olsun. Bu özgür insanlar Filistin davasının küstah işgal, Apartheid politikaları, sistematik yıkım ve soykırıma karşı özgürlük, adalet ve insanlık onuru davası olduğunun bilincindeler.

 

4.Dünyaya bir hatırlatma: Hamas kimdir?

1.İslami Direniş Hareketi “Hamas”, ortalama, makul ve dengeli, ılımlı İslami düşünceye sahip Ulusal Kurtuluş Hareketi’dir. Hamas aşırıcılığı reddeder, hak adalet ve özgürlük değerlerine inanır, zulmü haram görür, dini özgürlük ve uygar insani değerler çerçevesinde ortak yaşama inanır, dini zorlamalara karşı, her hangi bir insanın milli, dini veya mezhepsel nedenler ile işkenceye tutulması veya haklarından yoksun bırakılmasını ve zulme uğratılmasını her nerede olursa olsun şiddetle reddeder.

2.Hamas, mücadelesini dinleri nedeniyle Yahudilerle değil, Siyonist projeyle olduğunu en güçlü şekilde her zeminde vurgulamaktadır. Hamas, Yahudilere karşı Yahudi oldukları için mücadele etmiyor. Ona karşın, siyonistler dini argümanlar kullanarak, dini ve etnik arkaplanlara binaen ‘İsrail’in Yahudi bir devlet olmasını dayatma konusunda ısrar eder, ve Filistin halkına zulmedip haklarından yoksun bırakır, bu söylemler ışığında topraklarını ve kutsallarını Yahudileştirir; ki ‘İsrail’ yeryüzünde dini esas üzerine kurulmuş olan tek devlet olup toprakların asıl sahiplerini sürer ve dünyadaki bütün Yahudilere vatandaşlık verir.

3.Filistin halkı ve kurbanların kimliklerinden bağımsız olarak, her zaman zulme, adaletsizliğe ve sivillere karşı işlenen katliamlara karşı durmuştur. Dini ve ahlaki değerlere dayanarak, Yahudilerin Nazi Almanya’sı tarafından maruz kaldığı suçlara ve işkenceye karşı çıktık. Burada, Yahudi sorununun esasen bir Avrupa sorunu olduğunu hatırlatırız çünkü Arap ve İslam çevresi – tarih boyunca – Yahudi halkı ve diğer inançlara ve etnik kökenlere sahip halklar için güvenli bir liman, ortak yaşam, uygarlıkların etkileşimi ve dini özgürlükler için bir örnek olmuştur. Arap ve İslam çevresi, birarada yaşama, kültürel etkileşim ve dini özgürlüklerin bir örneği olmuştur. Mevcut çatışma, batıdaki sömürgeci güçlerle ittifak halinde olan Siyonist saldırgan davranış nedeniyle ortaya çıkmıştır; bu nedenle, Avrupa’daki Yahudi acısının Filistin’deki halkımıza karşı baskıyı, topraklarını işgal etmeyi ve çocuklarımızı öldürmeyi meşrulaştırmak için kullanılmasını reddediyoruz.

4.Hamas Hareketi, Uluslararası yasa ve normlara göre, meşru hedefleri ve emelleri olan, bir ulusal kurtuluş hareketidir. Hamas işgale karşı direnişinin meşruluğunu, halkının kendini savunma hakkından, kurtuluş, kendi kaderini tayin etme, işgali bitirme ve kendi vatanına dönme çabalarından alır. Hamas, bir milli direniş hareketi olarak, mücadelesini ve direnişini işgal ile ve işgal edilen Filistin toprakları ile sınırlı tutmuştur. Ve bunu, siyonist işgalin buna uymadığı, Filistin dışındaki halkımıza suçlarını işlediği, işgal edilen Filistinin sınırları dışında Filistinlilere karşı suikast cinayetlerini işlediği halde yapmıştır.

5.Bu ifadede, silahlı mücadele dahil olmak üzere tüm yöntemlerle işgale karşı direnmenin, tüm dinler, uluslararası hukuk (Cenevre Sözleşmeleri ve birinci ilave protokolü gibi) ve ilgili BM kararları tarafından meşru bir hak olduğu vurgulanıyor. Örneğin, 22 Kasım 1974 tarihinde 3236 numaralı BM Genel Kurulu Kararı, Filistin halkının dönme ve kendi kaderini belirleme hakkını teyit etmiştir, ki bu sabit hakkı yabancı işgale uğrayıp sonunda kurtuluşuna erişen birçok ülke hakkındaki uluslararası kararlar ve uygulamalar da vurgular ve teyit eder.

6.Kararlı ve sabırlı Filistin halkımız, en uzun ve en zalim sömürgeci işgale karşı topraklarını ve ulusal haklarını savunmak için kahramanca bir mücadele yürütüyor. Filistin halkı, çoğunluğunu çocuk ve kadınların oluşturduğu Filistinli sivillere karşı işlenen vahşi katliamları içeren eşi benzeri görülmemiş bir İsrail saldırısıyla karşı karşıya. Gazze’ye yönelik saldırı sırasında, İsrail işgali, Gazze’deki halkımızı gıda, su, ilaç ve yakıttan kısacası yaşamın tüm gerekliliklerinden mahrum bıraktı. Aynı zamanda, İsrail savaş uçakları okullar, üniversiteler, camiler, kiliseler ve hastaneleri de içeren tüm Gazze altyapılarına ve kamu binalarına vahşi saldırılar düzenledi; bu, uluslararası kanunun suç saydığı Gazze’deki Filistin halkını sürgün etmeyi amaçlayan savaş suçu, etnik temizlik ve soykırım süreciydi. Bütün bunlar dünyanın gözleri ve kulakları önünde cereyan edip, işgali destekleyen büyük devletler bu soykırımı durdurmak için bir şey yapmamaktadır.

7.İsrail işgalinin Filistin halkına yönelik zulmünü meşrulaştırmak için “meşru müdafaa” bahanesini kullanması bir yalan, aldatma ve gerçekleri çarpıtma sürecidir. İşgal devletinin işgalini ve suçlarını savunma hakkı yoktur, buna karşın bu işgale son vermeye mecbur etmek ve Filistin halkının meşru emellerini gerçekleştirmek için Filistin halkının direniş hakkına sahiptir. 2004 yılında Uluslararası Adalet Divanı’ın (UAD) duvar İnşası konusundaki görüşü dahil uluslar arası hukukun İsrail”e – acımasız işgalci güç olarak – ‘kendini savunma hakkını’ vermemiştir. Uluslararası hukuka göre hâlâ işgal altında olan Gazze şeridine olan saldırının hiçbir hukuki veya ahlaki dayanağı yoktur, kendi savunma fikri ile da alakası yoktur.

 

5.Ne yapmalı?

İşgal, ismi şekli ve sıfatı ne olursa olsun, işgaldir; halkların iradesini kırmayı ve onları ezmeyi amaçlar. Öte yandan, halkların tarih boyunca işgalden ve sömürgecilikten nasıl kurtulacakları konusundaki deneyimleri, direnişin stratejik bir yaklaşım ve işgali sona erdirme yolunun tek yolunun bu olduğunu doğrular. Herhangi bir ulus, mücadele, direniş veya fedakârlık olmadan işgalden kurtulmuş mudur?

İnsani, etik ve hukuki sorumluluklar, tüm dünya ülkelerini Filistin halkının direnişini desteklemeye, işgale karşı işbirliği yapmamayı zorunlu kılar. Onlar, işgal suçlarına ve saldırılara karşı çıkmalı, aynı zamanda Filistin halkının topraklarını özgürleştirmek ve tüm dünya halkları gibi kendi kaderlerini belirleme hakkını uygulamak için verdikleri mücadeleyi desteklemelidir. Bu bağlamda aşağıdaki maddelerle çağrıda bulunuyoruz:

1.Gazze’deki İsrail saldırısının, çocuklar kadınlar ve yaşlılar başta olmak üzere tüm Gazze nüfusuna karşı işlenen suçların ve etnik temizliğin derhal durdurulması, sınır kapılarının açılması ve insani yardımın, yeniden yapılanma araçlarını içerecek şekilde Gazze’ye girişine izin verilmesi.

2.İsrail’in, sivillere, altyapılara, hastanelere, eğitim tesislerine, camilere ve kiliselere yönelik işlediği suçlardan dolayı Filistin halkına yönelik insanlık suçları konusunda yasal olarak sorumlu tutulması ve bu suçlardan dolayı dava açılması.

3.İsrail işgali karşısında, uluslararası yasa ve normlara göre meşru bir hak olan Filistin direnişinin mümkün olan tüm araçlarla desteklenmesi.

4.Dünya genelindeki özgür halkları, özellikle dünyanın güneyindeki ülkeler gibi sömürgeleştirilen veya işgal edilen ve Filistin halkının acılarını anlayan ulusları, zulmü reddedip adalete inanan her devlet ve kuruluşa, İsrail işgalini destekleyen güçlerin/ülkelerin benimsediği çifte standart politikalara karşı ciddi ve etkili tavırlar almaya çağırıyoruz. Bu ulusları, Filistin halkıyla küresel bir dayanışma hareketi başlatmaya ve adalet, eşitlik değerlerini vurgulamaya ve halkların özgürlük ve onur içinde yaşama hakkına vurgu yapmaya davet ediyoruz.

5.ABD, İngiltere ve Fransa gibi süper güçler Siyonist yapıyı, kanunların üstünde bir yapıymış gibi, hesap vermeme hakkına sahip istisnai bir yapıymış gibi korumayı bırakmalıdır. Bu ülkelerin bu tür adaletsiz davranışları, İsrail işgalinin 75 yıldır Filistin halkına, topraklarına ve kutsallarına karşı şimdiye kadarki en kötü suçları işlemesine olanak tanıdı. Dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri, bugün ve her zamankinden daha fazla, uluslararası hukuka ve işgalin sona erdirilmesi çağrısında bulunan ilgili BM kararlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.

6.Gazze’nin geleceğini tayin etmeyi amaçlayan ve yalnızca işgali uzatmaya hizmet eden her türlü uluslararası veya İsrail projesini kategorik olarak reddediyoruz, ve (onun yerine) işgali çekilmeye mecbur kılmak için uğraş vermeye davet ediyoruz. Filistin halkının kendi geleceğine karar verme ve iç işlerini düzenleme kapasitesine sahip olduğunu, bu nedenle dünyadaki hiçbir partinin Filistin halkına herhangi bir vesayet dayatma veya onun adına karar verme hakkına sahip olmadığını vurguluyoruz.

7.İsrail’in, özellikle 1948’de işgal ettiği topraklarda ve Batı Şeria’daki Filistinlilere yönelik yeni bir sınır dışı etme çabalarına ve yeni bir Nekbe’ye neden olma girişimlerine karşı durmaya çağırıyoruz. Sina’ya, Ürdün’e veya başka bir yere sürgün olmayacağını, Filistinlilerin bir yer değişimi olacaksa, bunun ancak BM’nin birçok kararında da teyit edildiği gibi 1948’de sürüldükleri evlere ve bölgelere olacağını vurguluyoruz. 8. İşgal bitene kadar Arap, müslüman ve dünya genelindeki halk baskısını sürdürmeye, İsrail ile normalleşme girişimlerine karşı hareketinin daha aktif hal almasına, İsrail mallarına ve işgale destek veren şirketler ve kuruluşlara karşı kapsamlı boykot çağrısını en güçlü şekilde tekrarlıyoruz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir