AKİDE

AKİDE

         a-Akide Nedir?

         ‘Akide’, düğümlemek anlamındaki ‘akd’ kökünden türemiştir. Sözlükte, gönülden bağlanılan şey demektir.

         ‘Akd’ aslında iki şeyin arasını birleştirmektir. Bu, ipin parçalarını birbirine bağlama hakkında, bir binanın parçalarını bağlama anlamında kullanıldığı gibi; yemin, nikâh, sözleşme, satış gibi manevi alanlardaki ‘bağlama’ hakkında da kullanılır.

         Sözün akd edilmesi, yani bağlanması yemin’dir. Bu, hem bir söz vermedir, hem de gönlün bağlandığı şeydir.

         Kur’an bu kelimeyi fiil olarak sözlerin bağlanması şeklinde kullanıyor. Mü’minler, yeminle bağladıkları sözlerinden sorumludurlar. (5 Maide/89, ayrıca bak. 4 Nisa/33)

         ‘Akd’ aynı zamanda her türlü söz vermenin, anlaşma yapmanın ortak adıdır. Kur’an mü’minlere şöyle diyor:

         “Ey iman edenler! Akitlerinizi (Allah’la ve insanlar yaptığınız sözleşmelerinizi) yerine getirin…” (5 Maide/1)

         Aynı kökten gelen ‘akit’, insanın gerek Rabbi olan ezelí yani ‘elest bazmi’ndeki sözleşmesi, gerekse diğer insanlarla yaptığı her türlü anlaşmanın, sözleşmenin genel adıdır. İbni Abbas (ra)a göre buradaki ‘akit’, Kur’an’ın genel hükümleri, helâl ve haram ölçüleridir. (nak. Ali Bulaç, Meâl, 106, İbni Kesir, 1/475)

         Yine aynı kökten gelen ‘itikat’ iman kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır. İnanmak, bağlanılması gereken şeylere bağlanmak demektir.

         Aynı kökten gelen bir başka kelime ise ‘ukde’dir. Bunun anlamı kendileriyle evlenilen kadınlarla yapılan ‘nikah bağı’ (2 Bekara/235-237) ve düğümdür. (20 Tâhâ/27) Kur’an’da bir yerde de çoğul olarak (uked şeklinde) kullanılmaktadır. (113 Felâk/4)

         ‘Akide’ gönülden bağlanılan şey manasında kişinin isteyerek, benimseyerek, inanç esaslarını kabul edip inanması demektir.

         ‘Akide’nin çoğulu ‘akaid’tir.

         ‘Akaid’, İslâmın inanılması gerekli olan temel esasları ve hükümleri demektir.

         ‘Akide’ daha geniş olarak, bir şeye inanmak, bir haberi veya bir kimseyi doğrulamak, bir şeye bağlı kalmak; inanma şekli, düşünce biçimi gibi kullanılış alanına sahiptir.

 

         b-Kavram Olarak Akide:

         Bir kavram olarak ‘akide’; Allah (cc)ın gönderdiği İslâmı, yani Hz. Muhammed (sav)in getirip tebliğ ettiği Din’in bütün esaslarını, bütün hükümlerini kalp ile doğrulamak, dil ile söylemek, bir anlamda İslâmın doğruluğuna tanıklık etmek demektir.

         Akide, bir dinin inanç esaslarıdır. Bir kişi o inanç esaslarını kabul ettiği zaman, o dini benimsemiş olur, o dinden sayılır. Akide aynı zamanda, o dinde bulunan emir, tavsiye, prensip, yasak gibi amel ilkelere de yön verir. Çünkü, akidenin gereği ahlâk ve davranış, yani amel olarak hayata yansır. Yalnızca inanç olarak kafalardan kalan ‘akide’ler zamanla yerine başka inançlara terkederler.

         Bu açıdan bakıldığı zaman denilebilir ki, akide kişinin dünya ve ahiret görüşünün bütünleşmiş şeklidir. Kişi ona bağlanır, onun doğru olduğunu kabul eder ve amele ilişkin ilkeleri yaşamaya çalışır. Bir şeyin doğruluğuna inanmak, onun gerektiği yerde uygulanmasıyla gösterilir, isbat edilir.

         İslâmın ‘akide’ sistemi, Din’in temelidir. Akide, insanla ilgili yaratılış gerçekliğine ulaşmak, insan ile Yaratan arasındaki bağı bulmaktır. Bu kuvvetli bağ, insanı Allah karşısında sorumlu hale getirir ve hayatını hangi amaç doğrultusunda yaşayacağını gösterir. İslâm’da inanç sistemi (akide) kuru kuruya bir inançlar sıralaması, içleri boş hayali şeyi değildir. Akide, Din’i kabul etmenin ve ona uygun olarak yaşamanın, daha doğrusu yalnızca Allah’a kulluk yapmak üzere karar almanın, buna söz vermenin kendisidir.

         Sözlük anlamında geçtiği gibi ‘akit’ yapmak, bir anlamda sözleşme yapmak, söz vermektir (ahd etmektir). Akide, bu söz verişin, bu sözleşmenin ilâhí yönüdür. Mü’min, İslâmın akide ilkelerini kabul ederek kulluk yapma sözleşmesini imzalar, Allah (cc) ile yaptığı ahd’i (anlaşmayı) uygulamaya karar verir.

         İslâmın akide anlayışı aynı zamanda, Allah’ın yanlış dediği, bâtıl ve geçersiz saydığı bütün inançları bir tarafa atmanın, kafalarda ve gönüllerde yanlış olan inançları terketmenin göstergesidir.

         Kur’an’a göre, Allah tarafından gönderilmiş bütün peygamberler, vahy ile bildirilen inanç esaslarını (akideyi) insanlara anlatmışlardır. İlk peygamberden son peygambere kadar, akide aynı kalmıştır. İslâm akidesi, çağlara, ülkelere, halklara ve sistemlere göre değişmez. İnanılması gereken bütün ilkeler, bütün insanlar için geçerlidir. Çünkü İslâmın inanç esasları Mutlak Hakikat’tır, gerçektir. Mutlak gerçek olan bir şey zamana ve yere göre değişmez.

         İslâmın akidesi, yani akaidi, Tevhid’tir. Bütün peygamberler Tevhid inancını anlatmışlardır. İnsanlar arasında tarih boyunca Tevhid’ten sapmalar oldukça, Allah (cc) yine elçilerini göndermiş ve onları Hakk’a davet etmiş ve uyarmıştır.

         Diğer peygamberlere vahyedildiği gibi Hz. Muhammed’e de vahyedilmiştir. (4 Nisa/163) Hz. Muhammed’e gönderilen Kur’an, kendinden önce gönderilen ilâhí kitapları doğrulamaktadır. (35 Fatır/31)

         Allah (cc) bütün topluluklara, ‘Allah’a ibadet edin, tağuta kulluk yapmaktan kaçının’ diye tebliğ yapması için elçiler gönderdi. Ancak onlardan kimileri hidayeti, kimileri sapıklığı (dalâleti) tercih ettiler. (16 Nahl/36) (Bakınız: Dalâlet, Hidayet) Onların tebliğinin içerisinde, Allah’a, Ahirete ve peygamberliğe iman gibi üç temel vardı. Vahyin ve peygamberliğinin yanında ilâhí kitaplar ve melekler de akla gelmektedir.

 

         c-Akide ve Şeriat İlişkisi:

         İslâm, aslında bir bütündür. Ancak ilkelerini açıklarken onu iki kısım halinde anlatmak gerekir.

         1-Akaid, yani akide esasları,

         2-Şeriat, yani Din’in hükümleri, emirleri, yasakları.

         Kimileri de bunu dörtlü bir taksim halinde şöyle ifade ederler:

         1-İtikat, 2-İbadet, 3-Ahlâk, 4-Muamelât (hükümler ve hukuk)

         İslâm akaidinin (akide esaslarının) dayandığı kaynak Kur’an ve Sünnet’tir. Bu esasların bir kısmı açık ve anlaşılır, bir kısmı ise hemen anlaşılmayacak kadar kapalı bir şekildedir.

         İslâm akaidinin konuları iki açıdan incelenebilir:

         Birincisi; ifade ettiği anlam kesin olan mütevatir haberlerle sabit olmuş esaslar. Bunlar kesin olduğu için kabul etmek iman, kabul etmemek küfür’dür, İslâm dışına çıkmaktır.

         İkincisi; mütevatir haberle sabit olmadığı için hangi anlamı ifade ettiği kesin olmayan esaslar. Bunları inkâr etmek, küfür olmasa bile müslümanı günaha götürür, kesin olan esaslar hakkında da şüphe meydana getirir.

         Bilindiği gibi İslâmí ilimler içerisinde biri de ‘Akaid İlmi’ vardır. Bu ilim dalı İslâmın itikadí hükümlerinden bahseder. Bu ilmin konusu akideyi meydana getiren prensipler, yani imanın şartlarıdır. Akaid ilmi, ‘amentü’de yer alan inanç esaslarını, geniş olarak Kur’an ve mütevatir hadis ışında anlatır. O, Allah’tan, Ahiret’ten, kitaplardan, peygamberlerden, meleklerden ve kaderden bahseder. Amacı, mü’minlere gerçek bir imanı anlatmak, onları batıl ve sapık düşüncelerden kurtarmaktır.

         İslâm tarihinde ‘Akaid’ adı altında bir çok kitabın yazıldığını görmekteyiz. Yine bir çok kitabın, hatta hadis kitaplarının, iman, akaid, veya başka başlık altında akide konularına yer verdiği bilinmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir