ALFABE
Dildeki seslerin harflerle gösterildiği yazı sistemi.
Türkler eski bir tarihe sahip olmaları, geniş bir coğrafyaya yayılmaları, çok sayıda devlet kurmaları, değişik kültür ve medeniyetlerle birlikte yaşamaları, birçok dine girmeleri yanında farklı siyasal, sosyolojik ve ekonomik sebeple de çok alfabe değiştirmişlerdir. Aynı çağda farklı coğrafyalarda birden çok alfabeyi kullandıkları da olmuştur. Yaklaşık 1350 yıllık yazılı edebiyatı olan Türkler tarih boyunca, Göktürk alfabesinden başlamak üzere Mani, Soğd, Uygur, Brahmi, Tibet, Süryânî, İbrânî, Arap, Latin ve Kiril alfabelerini kullanmışlardır. Bunlar içinde en yaygın kullanılanlar Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kiril alfabeleridir. Ayrıca Türk olmayanların Türkçe yazdıkları eserlerde kullandığı Ermeni ve Grek alfabeleri de bulunmaktadır. Anlaşıldığı üzere Türkler dünyada en çok alfabe değiştiren millettir.
Göktürk alfabesi Türkler’in kullandığı en eski alfabedir. Türkiye Türkolojisi’nde yaygın olarak Göktürk veya Orhon alfabesi olarak adlandırılmaktadır. Bunun yanı sıra Eski İskandinav yazıtlarında kullanılan Runik yazıya benzediği gerekçesiyle Avrupa ve Rus Türkolojisi’nde Runik alfabe, Türk-Run alfabesi vb. adlarla anıldıysa da bu adlandırma kabul görmemiştir. Alfabenin kaynağı olarak birçok görüş ileri sürülmüşse de Türk damgaları ve çeşitli işaretlere dayandığı, VIII. yüzyılın başlarında harf yazısına dönüştüğü fikri ağırlık kazanmış hatta doğrulanmıştır (Ercilasun, 2016: 357).
Bu alfabe ile yazılmış olan metinler bugünkü Moğolistan başta olmak üzere Güney Sibirya (Altay, Hakas, Tuva), Doğu Türkistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kafkasya, Kırım, Balkanlar ve Macaristan’a kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Moğolistan ve Güney Sibirya’da Yenisey yakınlarında bulunan yazıtlar taş veya kayalara kazılma yöntemiyle yazılmıştır. Milattan sonra VII. yüzyıldan başlayarak X. yüzyıla kadar kullanılan bu harflerle yazılmış II. Göktürk Kağanlığı (681-745), Uygur Kağanlığı (745-840) ve Kırgız Kağanlığı’ndan (840-920) kalma çok sayıda yazıt bulunmaktadır. Zamana ve olumsuz tabiat şartlarına yenik düşerek günümüze kadar ulaşamamış yazıtların varlığı bir gerçektir. Kimi kaynaklar bu yazının izlerinin VI-VII. yüzyıldan itibaren takip edilebildiğini söylese de elimizdeki somut ilk örneği 687-692 yıllarında yazılmış Çoyr Yazıtı’dır (Şirin User, 2015: 27). Hiç şüphesiz en ünlüleri Moğolistan’da bulunan Bilge Tonyukuk (720-721), Köl Tigin (732), Bilge Kağan (735) yazıtlarıdır. Bu metinler Türkler tarafından yazılmış bulunabilen ilk Türk tarihidir (bk. Göktürkler, Uygurlar, Göktürk Yazıtları).
Göktürk harfli metinlerin fırça ile kâğıda yazılmış örnekleri de bulunmaktadır. Çeşitli ülke kütüphanelerindeki bu eserlerin listesi yayımlanmıştır (Sertkaya, 1995: 277-292; Yıldırım, 2017: 25-28). İçlerinde en önemlisi IX. yüzyıl başlarında eski Uygurca ile yazılan, altmış beş sayfalık bir fal kitabı olan Irk Bitig’dir. Bu eser Türkçe yazılan ilk kitap olma özelliğine de sahiptir (Tekin, 2004: 13).
Göktürk alfabesi otuz sekiz harften oluşmaktadır. Bunların dördü ünlü, otuz biri ünsüz, üçü çift ünsüz sesler için kullanılır. Ünlülerden a/e, ı/i, o/u, ö/ü çiftleri için birer harf kullanılmıştır. Ünsüzler için kullanılan harflerden yirmisi kalın ve ince sesler için ayrı ayrı işarete sahip iken yedisi kalınlık-incelik özelliği taşımaz. Yenisey yazıtlarında bunlara yeni harfler de eklenmektedir. Ünlülerin ikişer ses karşılığında kullanılması, ön sesteki a/e ünlülerinin yazılmaması gibi eksiklikler bazı kelimelerin okunmasını zorlaştırmaktadır. Türkler’in kullandığı alfabelerle kıyaslandığında Latin harfleri dışında Türkçe’nin seslerini en iyi yansıtan alfabe olduğu görülür. Bu alfabe 1893 yılında W. Thomsen tarafından çözülmüştür.
Mani (Manihey) alfabesi Maniheizm’i kabul eden Uygur Türkleri tarafından VIII-IX. yüzyıllarda kullanılmıştır. Sağdan sola yazılan bu alfabe, Ârâmî alfabesinin bitişik olmayan türü ile Süryânî alfabesinin bitişik türü arasındaki geçiş şekillerinden birini temsil eden Estrangelo yazısından çıkmıştır. Mani alfabesini Estrangelo yazısının biraz değişik bir türü sayanlar da vardır. Bu alfabeyle yazılan metinler Doğu Türkistan’da, Turfan ve Dunhuang bölgesinde toprak altından çıkarılmış, çok küçük boyda el yazması parçalarından ibarettir. Özenle yazılmış, bazıları minyatürlü olan bu yazma parçaları Moğolistan’da yazılıp Doğu Türkistan’a getirilmiştir.
Soğd alfabesi İran kökenli bir kavim olan Soğdlar’ın kullandığı alfabedir. VI. yüzyıldan itibaren Türkler’le dinî, ticarî ve kültürel ilişkiler kuran Soğdlar Türk ülkelerinde koloniler halinde yaşamış, dilleri IV-X. yüzyıllar arasında Orta Asya’nın “Lingua Franca”sı olmuş, Türkçe’yi de derinden etkilemiştir. Türkler az da olsa bu kavmin alfabesini kullanmıştır. Toplam yirmi iki harfi bulunan ve sağdan sola doğru yazılan bu alfabe ile kâğıt üzerine yazılmış sınırlı sayıda Türkçe metin vardır. Doğu Türkistan’da bulunan bu metinler, çok küçük ve yıpranmış, sağlam bir satırı bile bulunmayan yazma parçacıklarından oluşmaktadır.
Uygur alfabesi Türkler’in Arap alfabesinden sonra en uzun süreli kullandıkları alfabeleridir. Bu alfabeyle VIII. yüzyıldan başlayarak XVIII. yüzyıla kadar çok sayıda eser yazılmıştır. Uygur alfabesi Sibirya-Yenisey bölgesi, Kuzey Moğolistan, Türkistan, İdil kıyıları, Transkafkasya, Azerbaycan ile Gürcistan arasındaki sınır bölgeleri ve Osmanlı sahasında kullanılmıştır. Kâşgarlı Mahmud Türk lehçelerinin üzerine kurulduğu harfleri tanıtırken bu alfabeden “Türk yazısı bunlarla yazılır” diye bahsetmekte ve on sekiz harfin Arap alfabesi karşılıklarını göstermektedir (2014: 4), (bk. Dîvânü lugâti’t-Türk).
Uygur alfabesi Soğd alfabesinden çıkmıştır. Daha önce bu alfabeyi bilen ve bazı metinler yazan Türkler Soğd alfabesinden kendileri için yeni bir alfabe geliştirmişlerdir. Uygur Türkleri’nin yerel ağızları bu alfabeyle bir yazı dili haline gelmiştir. Bu alfabede on sekiz harf bulunmaktadır. Harflerin azlığı sebebiyle Türkçe’nin bütün seslerini yansıtmaktan uzaktır. Uygur alfabesi sağdan sola doğru yazılır. Satırlar birbirine paraleldir. Yalnız üç ünlüsü bulunan bu alfabede, Arap harflerinde olduğu gibi her harfin başta, ortada ve sonda olmak üzere üçer şekli vardır.
Uygur Türkleri tarafından bu alfabeyle yazılmış eserler yanında tahta kalıp yöntemiyle yapılan kalıplarla basılan eserler de bulunmaktadır. Az da olsa taşa ve kayaya kazınmış Uygurca kitabe de vardır. Bu alfabeyle yazılan eserler çoklukla Budizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık’la ilgili dinî metinlerdir. Uygur alfabesi, Türkler’in müslüman oldukları X. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar Arap alfabesine paralel olarak kullanılmış, daha sonra yaygınlığı azalmıştır. Karahanlılar döneminde yazılan eserlerden Kutadgu Bilig’in üç nüshasından biri, Atebetü’l-Hakayık’ın ise iki nüshası (biri Uygur-Arap birlikte) Uygur alfabesiyledir. Kutadgu Bilig’in XV. yüzyılda Uygur harfleriyle istinsah edilmesi, aynı dönemde Uygur harfli bazı belgelerde satır altında Arap harflerinin bulunması Uygur harflerinin bu asırda hâlâ canlı olarak kullanıldığını göstermektedir. Uygur alfabesi XV. yüzyılda Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid döneminde Osmanlı sarayında da kullanılmış, Fâtih bu alfabeyle bir yarlık (ferman) yazdırmıştır. Uygur alfabesi Türkler’den Moğollar’a da geçmiştir.
Uygur harfli eserler genellikle XX. yüzyılın başlarında Doğu Türkistan’da Turfan ve yöresinde yapılan kazılarda bulunmuş ve Batılı araştırmacılar tarafından işlenmiştir.
Brahmi alfabesi Uygur Türkçesi’nin yazımında kullanılmıştır. Yazının kökeni hakkında çeşitli görüşler bulunsa da Hint kökenli bir alfabe olduğu görüşü yaygındır. Budizm ile Türk coğrafyasına gelen, sağdan sola doğru satırları birbirine yatık olarak alt alta yazılan bu alfabe yarı alfabetik yarı hece yazısıdır. Yirmi sekiz hece işaretine dayanan Brahmi alfabesine Türkler de yedi işaret eklemiştir. Soldan sağa doğru yazılan alfabede her işaret ya belirli bir ünlüyü veya belirli bir ünsüzle onu izleyen bir /a/ ünlüsünü gösterir. Öğrenilmesi ve öğretilmesi çok zor ve karışık bir yazı olan Brahmi alfabesi Türkçe’nin seslerini göstermek için yetersizdir. Türkler arasında fazla yayılmamış, X-XI. yüzyıllarda Doğu Türkistan’da Turfan ve civarında kullanılmıştır. Bu alfabeyle 100 dolayında, yazma parçaları veya parçacıklardan oluşan Türkçe metin tespit edilmiştir.
Tibet alfabesi Uygur Türkleri’nin Tibetli Budist misyonerlerden öğrendiği bir alfabedir. Yarı hece, yarı alfabe özelliği taşıyan bu yazı Türkler arasında çok az kullanılmıştır. Doğu Türkistan’da Dunhuang mağaralarında Tibetçe ve Uygurca parçalar arasında Tibet alfabesiyle yazılmış kırk bir satırlık Uygurca bir Budist ilmihali de bulunmuştur. Bunun dışında bazı yazma parçacıkları da vardır. Türkçe’nin ses sistemini tam yansıtmayan bir alfabedir.
Kökeni miladın ilk yıllarına kadar giden ve Ârâmî yazısının kollarından biri olan Süryânî alfabesi, Nestûrî Hıristiyanlığının misyonerler tarafından Çin’e kadar ulaştırılması ile bazı Uygur Türkleri tarafından kullanılmıştır. Süryânî alfabesiyle yazılan Türkçe metinler, Yedisu bölgesinde hıristiyan Öngüt Türkleri’nin XIII-XIV. yüzyıllara ait mezar kitabelerinden ibarettir.
İbrânî alfabesi Eski Sâmî alfabelerinden biri olan Ârâmî alfabesinden çıkmıştır. Tarihî kayıtlarda VIII-IX. yüzyıllarda Mûsevîliğin Karay mezhebini seçen Hazar Türkleri’nin bu alfabeyi kullandıkları nakledilse de günümüze ulaşmış herhangi bir belge yoktur. Bu alfabe ile ilk belgeler Hazarlar’ın torunu olduğu düşünülen Karaimler’e (Karaylar) aittir. Elimizdeki en eski eser, XVI. yüzyılda İbrânî alfabesine çevrilen anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı tarih kitabıdır. Kırım Karayları’nın en eski metinleri ise XVIII-XIX. yüzyıllardan kalma derlemelerdir. Bugün Litvanya, Ukrayna, Kırım ve Polonya’da yaşayan Karay Türkleri günlük hayatta Latin ve Kiril alfabesini, dinî kitaplarda ise İbrânî alfabesini kullanmaktadırlar.
Ermeni alfabesi, birincisi, XVI-XVII. yüzyıllarda Ukrayna’nın Kamenetsk-Podolsk ve Lviv bölgelerinde yaşayan Ermeniler’in dili olan Ermeni Kıpçakçası’nın alfabesidir. Bu alfabeyi kullananlardan bir bölüğünün Türk asıllı hıristiyan Gregoryan Kıpçaklar olduğu ileri sürülmektedir. İkincisi ise Osmanlı Devleti sınırları içerisinde Ermeniler tarafından meydana getirilen Türkçe edebiyatın alfabesidir. Bu alfabe XIV. yüzyıldan itibaren yazma, XVIII. yüzyıldan itibaren de basma eserlerde yaygın olarak kullanılmıştır. Türkiye’de ve Ermeniler’in göç ettikleri ülkelerde Ermeni harfli Türkçe eserlerin yayımlanması 1960’lı yıllara kadar sürmüştür. Bu alfabeyle ve Türkiye Türkçesi ile yazılan eserlerin sayısı 2000’in üzerindedir (Pamukciyan, 2002: XII; Stepanyan, 2005: 21).
Doğu Avrupa coğrafyasında konuşulan Tuna Bulgarcası’ndan IX. yüzyıla ait Grek alfabesi ile yazılma metinler kalmıştır. En önemlileri Tuna Bulgar Hanları listesi ve Nagy-Szent Miklós hazinesindeki taşlardan biri üzerine yazılmış olan Boyla Çoban yazıtıdır (Demir-Yılmaz, 2014: 28). Grek alfabesi Anadolu’da ise Ortodoks Karamanlılar’ın Türkiye Türkçesi’nden biraz farklı, mahallî ağızla yazdıkları Türkçe metinlerin alfabesidir. Bu alfabeyle 1718’den 1922 yılına kadar ilmihal, Mezmurlar kitabı, azizlerin hayat hikâyeleri vb. dinî; Köroğlu, Âşık Garip, Şah İsmâil, Binbir Gece Masalları, Nasrettin Hoca, Temâşâ-yı Dünya vb. din dışı eserler basılmıştır. İstanbul’da 1718 yılında basılan ilk Türkçe kitap Grek alfabesiyledir. Bu kitaplar Karamanlılar’ın mübadele ile Yunanistan’a göçürülmesinden sonra da bir süre basılmaya devam etmiştir. Bu alfabe ile 750’den fazla kitap ile çok sayıda dergi ve gazete yayımlanmıştır (Balta, 2016: 165-166, 245-363).
Arap alfabesi Türkler’in en uzun süre ve en yaygın olarak kullandığı alfabedir. Bu süreç Türkler’in X. yüzyılda müslüman olmasıyla başlamış, günümüze kadar devam etmiştir. Arap alfabesiyle yazılan ilk eser 1072-1074 yılları arasında Kâşgarlı Mahmud tarafından telif edilen Dîvânü Lügati’t-Türk olmalıdır. Bu eserden önce, 1069 yılında yazılan Kutadgu Bilig’in özgün nüshasının Arap harfli mi yoksa Uygur harfli mi olduğu kesinleşmemiştir. X. yüzyıldan XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Türkler’in ortak alfabesi olmuş; Karahanlı, Hârizm, Kıpçak, Çağatay, Osmanlı lehçeleri bu alfabe ile yazılmıştır. 1922 yılından itibaren Türkiye ile Sovyetler Birliği’nde kalan Türkler’in Latin alfabesine geçmesiyle kullanım alanı daralmıştır. Halen Çin’de Doğu Türkistan Uygur Özerk Bölgesi ile İran ve Irak’taki Türkler tarafından kullanılmaktadır.
Kuzey Sâmî alfabesinin Ârâmî koluna bağlı bir yazı sistemi olan bu alfabenin ilk örnekleri VI. yüzyılda yazılan Arapça kitabelerdir. Arap alfabesinde lam-elif dışında yirmi sekiz harf bulunmaktadır. Farslar müslüman olunca bu alfabeye kendi dillerindeki ihtiyacı karşılamak için ç (ﭺ), p (ﭖ), g ( ﮒ kâf-ı Fârisî) ve j (ﮊ) harflerini eklemişlerdir. Türkler, Farslar’ın ekledikleri harfler yanında Arap alfabesinde bulunmayan damak “n”sini de eklemişler, bunu Doğu Türkçesi’nde (ﻧﻙ), Batı Türkçesi’nde ise (ﯓ) biçiminde göstermişlerdir. Ayrıca Karahanlı ve Hârizm döneminin bazı eserlerinde kullanılan çift dudak ünsüzünü (w) göstermek için üç noktalı /f/ (ﭪ) harfi icat edilmiştir.
Türkler ilk dönemlerden itibaren bazı eserlerin yazımında hareke işaretlerini de kullanmışlarsa da zamanla kelime kök ve gövdelerinde /e/ dışındaki ünlülerin yazılmasıyla harekeli yazıdan vazgeçilmiştir. 1727 yılından itibaren basılan kitaplar ile 1831 yılından sonra basılan gazete ve dergilerde de genellikle hareke kullanılmamıştır.
Arap alfabesi XIX. yüzyıla kadar bir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Tanzimat’tan itibaren özellikle ünlülerinin yetersizliği dolayısıyla bir kelimenin birkaç türlü okunabileceği, bu sebeple alfabenin ıslah edilmesi konusu gündeme gelmiş ve tartışılmıştır. Bu dönemde her harfin ayrı yazılması, bütün ünlülerin gösterilmesi; v, o, ö, u, ü harflerini birbirinden ayırmak için ilk hecedeki vav harfinin altına ve üstüne işaretlerin konulması; /g/, /k/ ve /ŋ/ harflerini ayırmak için /g/’nin (ﮒ), damak “n”sinin ise (ﯓ) biçiminde yazılması teklif edilmiştir. Bu teklifler kısmen uygulanmıştır. Şemseddin Sâmi, Kamûs-ı Türkî ve diğer sözlüklerinde baştaki yuvarlak ünlüleri bu yeni harflerle göstermiştir. Bu tartışmalar XX. yüzyılın başlarında da sürmüş, 1914 yılında hatt-ı Enverî, ordu elifbası vb. adlarla anılan ve bütün harflerin ayrı yazıldığı alfabe dar alanda ve kısa süreli kullanılmıştır.
Latin alfabesi Türkler’in kullandığı son alfabedir. Latince Avrupa’nın ortak dili haline geldikten sonra Latin alfabesi de bu kıtada kullanılan birçok dilin alfabesi olmuştur. Türkçe’nin Latin alfabesiyle yazılması XIII. yüzyılın sonları ile XIV. yüzyılın başlarında Kıpçak Türkçesi ile yazılan Codex Cumanicus ile başlar. Eser, Alman ve İtalyan misyonerler tarafından Latin alfabesinin Gotik türüyle yazılmıştır. Bu eserde aynı sesler için birbirinden farklı harfler kullanılmıştır. Latin alfabesi ikinci olarak, Avrupalı yazarların Osmanlı ülkesine giden seyyah, tüccar ve devlet adamlarına kılavuz kitap olmak amacıyla yazdıkları eserlerle bazı bilimsel çalışmalarda kullanılmıştır. Bu eserlerden bazıları Türkçe’nin Batılı tarzda yazılmış ilk gramer kitaplarıdır. Osmanlı Türkçesi’nin Latin harfli ilk örneği F. Argenti’nin 1533 yılında yazdığı Regola del parlare turcho adlı konuşma kılavuzudur. Avrupalılar tarafından Latin alfabesiyle Türkçe gramer, sözlük ve konuşma kılavuzu yazımı XVI. yüzyıldan XX. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür.
Latin alfabesinin Türkler tarafından kullanılması ise XX. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmiştir. Bu alfabe ilk defa 1917 yılında Yakut Türkleri tarafından kullanılmıştır. Sonra Azerbaycan 1922 yılında Latin alfabesine geçmiştir. 1926 yılında toplanan Bakü Dil Kurultayı’nda Sovyetler Birliği’ndeki Türk toplulukları Latin alfabesine geçme kararı almış, otuz dört harfli yangalif (yeni alfabe) adı verilen Türk-Latin alfabesi hazırlanarak 1927 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Latin alfabesine geçiş sürecinin 1945 yılında tamamlanması planlanmışsa da bu alfabe Stalin tarafından 1938-1939 yılından sonra yasaklanmıştır. Bu tarihten itibaren Kiril alfabesini kullanan eski Sovyetler Birliği coğrafyasındaki Türk topluklarından Azerbaycan 1992, Gagavuz Yeri, Türkmenistan ve Özbekistan 1993 yılında Latin alfabesine geçmiştir. Kazakistan’da ise hazırlıklar halen devam etmektedir. Doğu Türkistan’da 1970’li yıllardan itibaren Latin alfabesine geçilmişse de Arap alfabesi kadar etkili olamamıştır. 1991 yılında Marmara Üniversitesi tarafından düzenlenen uluslararası sempozyumda Türk dünyası için otuz dört harfli çerçeve alfabe belirlenmiş, fakat Latin alfabesine geçen ülkelerde buna tam uyulmamış, birbirinden farklı alfabeler ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de 1910’lu yıllarda tartışılmaya başlanan ve 1926 yılından itibaren artan Latin alfabesine geçme düşüncesi ancak 1928 yılında gerçekleşmiştir. Bu iş için kurulan Dil Encümeni 12 Temmuz 1928’de çalışmasını tamamlamış, 1 Ağustos 1928’de Atatürk’e sunulan alfabe taslağı üzerinde yapılan bazı değişikliklerle hazırlanan 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” 1 Kasım 1928’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilmiş ve 3 Kasım 1928’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Özellikle her sesin bir harfle gösterilmesi, sekiz ünlünün bulunması alfabenin yazımını ve öğrenilmesini de kolaylaştırmaktadır. Bu alfabe Türkiye Cumhuriyeti dışında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Balkanlar’daki Türkler tarafından da kullanılmaktadır (bk. Dil Encümeni).
Kiril (Slav) alfabesi Arap ve Latin alfabeleri dışında Türkler tarafından kullanılan üçüncü yaygın alfabedir. Bu alfabeyi IX. yüzyılda Selanikli rahip kardeşler Konstantinos ile Methodios Grek alfabesini örnek alarak hazırlamışlardır. Türkler arasında ilk defa 1769 yılında yazılan Çuvaşça gramerde kullanılmıştır. Bu alfabeyi ikinci olarak kullanan Türk topluluğu Yakutlar’dır. Radloff, 1866-1907 yılları arasında yayımlanan on ciltlik Türk toplulukları halk edebiyatı metinlerini bu alfabe ile hazırlamıştır. Yazarın 1888’de yayımlamaya başladığı dört ciltlik Türk lehçeleri sözlüğü de bu alfabe iledir. 1917 devriminden önce Şor ve Altay Türkçeleri de bu alfabeyle yazılmıştır. Sovyetler Birliği içerisinde yaşayan bütün Türk toplulukları 1938-39 yıllarında Kiril alfabesine geçirilmeye başlanmış, bu geçiş dönemi kısa sürede tamamlanmıştır. Karaçay-Balkar Türkçesi 1936, Nogay ve Kumuk Türkçeleri 1938, Tatar, Kırım Tatar, Âzerî, Hakas Türkçeleri 1939, Özbek, Türkmen, Kazak, Karakalpak, Kırgız ve Başkırt Türkçeleri 1940 yılında Kiril alfabesine geçirilmiştir. Bu dönemde her Türk topluluğu için farklı alfabe kabul ettirilmiştir.
Bu alfabenin Türk lehçelerinin seslerini tam olarak yansıttığı söylenemez. Özellikle bazı harflerin Rusça’daki ses değerleriyle kullanılması ve aynı işaretin lehçelerde farklı seslere karşılık gelmesi kusurlarından bazılarıdır. Türk lehçeleri için hazırlanan Kiril alfabelerinde toplam altmış iki harf veya işaret kullanılmıştır. Bunlardan yalnız otuz üçü tamamında ortaktır (Şirin User, 2015: 365).
Kaynakça
Balta, Evangelia. Gerçi Rum İsek de, Rumca Bilmez Türkçe Söyleriz: Karamanlılar ve Karamanlıca Edebiyat Üzerine Araştırmalar. İstanbul 2016.
Demir, Nurettin – Yılmaz, Emine. Bitmeyen Öykü: Alfabe Tartışmaları. Ankara 2014.
Ercilasun, Ahmet Bican. Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları. İstanbul 2016.
Kâşgarlı Mahmud. Dîvânu Lugâti’t-Türk. haz. A. B. Ercilasun – Z. Akkoyunlu. Ankara 2014.
Pamukciyan, Kevork. Ermeni Harfli Türkçe Metinler. İstanbul 2002.
Sertkaya, Osman Fikri. “Kağıda Yazılı Göktürk Metinleri ve Kağıda Yazılı Göktürk Alfabeleri”. Göktürk Tarihinin Meseleleri. Ankara 1995, s. 277-292.
Stepanyan, Hasmik A. Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası (1727-1968). İstanbul 2005.
Şirin User, Hatice. Başlangıcından Günümüze Türk Yazı Sistemleri. İstanbul 2015.
Tekin, Talat. Irk Bitig (Eski Uygurca Fal Kitabı). Ankara 2004.
a.mlf. Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı. Ankara 1997.
Ülkütaşır, M. Şakir. Atatürk ve Harf Devrimi. Ankara 1991.
Yıldırım, Fikret. Irk Bitig ve Orhon Yazılı Metinlerin Dili. Ankara 2017.