Unutulan Yaratılış Gayesi ve İnsanlığın İflası

Unutulan Yaratılış Gayesi ve İnsanlığın İflası

Bir varlık, niçin yaratıldığını bilmezse, yaşadığı hayatın hangi yöne akacağı da belirsizleşir. Amacını yitirmiş bir insan, rüzgârda savrulan bir yaprak gibi olur; ne nereye gittiğini bilir ne de gittiği yönün hakikatle bir ilgisi olup olmadığını düşünür. Bu insan için hayat; yeme, içme, eğlenme ve arzu tatminiyle sınırlandırılmış bir serap gibidir. Duygularının esaretinde, içgüdülerinin kölesi olarak yaşar. Vicdanın sustuğu, ahlâkın devre dışı kaldığı bu hayatta haramla helal arasındaki çizgi bulanıklaşır. Kul hakkı yemek, başkasının emeğini gasp etmek, yalanla meşruiyet devşirmek onun için sıradanlaşır. Çünkü o, gayesini unutmuştur; çünkü o, Allah’ı unutmuştur.

Oysa Rabbimiz insanı üstün bir kıvamda yaratmış ve onu yeryüzünün halifesi kılmıştır. İnsana akıl, irade ve vicdan lütfetmiştir. Ne var ki, bu lütuflar ancak yaratılış gayesini bilen ve o doğrultuda yaşayan insanlarda anlam kazanır. Gayesiz yaşayan biri için ise akıl, menfaate; vicdan, hırsa; irade ise nefse esir olur. Böyle bir insan, zevkin ve konforun kölesi haline gelir. Hayatı sadece “haz al” prensibi üzerine inşa eder. Hedonizmle beslenen bu ruh hali zamanla narsisizme evrilir; her şeyin merkezine kendini koyar. Her şey ona hizmet etmeli, her insan onun etrafında dönmeli, her nimet onunla sınırlı kalmalıdır.

Allah Teâlâ bu hali Kur’an-ı Kerim’de şöyle tasvir eder:
“Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.” (Yunus 100)
Ve devam eder:
“Andolsun ki cinlerin ve insanların birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır ama onunla görmezler. Kulakları vardır ama onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte gafiller onlardır.” (A’râf 179)

Bu ayetler, bize yaratılış gayesinden sapmanın nasıl bir çöküşe yol açtığını anlatır. Zira gaye unutulunca insan, sureten insan kalsa da sîreten hayvandan daha aşağı bir duruma düşebilir. Hırsla mal yığmaya çalışan, dünyayı biriktirme oyununa döndüren bu kişi, ne kalbinin sesini işitir ne de aklının rehberliğine kulak verir. Çünkü menfaatin olduğu yerde göz kör, kulak sağır ve akıl tutulmuş olur.

Oysa insan, anlam arayan bir varlıktır. Yaratılış gayesini bilen, Rabbini tanıyan ve O’na yönelen bir kul; hayatı hikmetle yaşar. Harama el uzatmaz, zulümden sakınır, kul hakkını titizlikle gözetir. Çünkü bilir ki dünya bir imtihan yurdudur ve asıl yurt ahirettir. Orası, hazırlık yapılmadan kazanılamaz.

İşte bu yüzden insanın en büyük kurtuluşu, kendini tanıması ve Rabbini unutmamasıdır. Kalbini gafletle örtmeyen, kulağını hakikate tıkamayan ve gözünü hidayete açan bir insan, şeytani arzulardan sıyrılarak Rahmani bir hayata adım atar. Ve bu insan, hem dünyasını hem de ahiretini kurtarır.

Zira Allah’ı hatırlamak, insanı insana dönüştürür. Ve her sabah gözünü açtığında, “Ben niçin yaratıldım?” sorusunu kendine soran bir insan, hayatın özünü yakalamaya başlamış demektir. Hakikat, işte bu soruda gizlidir; kurtuluş da bu cevabın izinde saklıdır.

Unutma; gaye seni insan kılar, gaflet seni yok eder.-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir