Enfal Suresi 2. Ayetin Edebi Tefsiri

Enfal Suresi 2. Ayetin Edebi Tefsiri

Müminin kalbi bazen bir kuşun göğsünde çırpınışı gibi ürperir, bazen de sükûta ermiş bir göl gibi durulur. Enfâl sûresi 2. âyet, bu iki hâli aynı çizgide birleştirir ve imanın hem titreyişini hem de güvenini tek bir nefeste ifade eder: “Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer; kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır; onlar yalnızca Rablerine güvenirler.” Bu cümle, tasvirden çok terbiye içerir: bir kalp anatomisi değil, bir kalp eğitimi verir. Üç eşik gösterir: zikrin doğurduğu haşyet, tilavetin doğurduğu artış ve tevekkülün doğurduğu sarsılmaz itimat.

 

Ayetin Arapça örgüsünde ritimle kurulan bir pedagojik düzen vardır: “İzâ zukira’Llahu vecilet kulûbuhum; ve izâ tuliyet aleyhim âyâtuhu zâdethum îmânâ; ve alâ rabbihim yetevekkelûn.” İki kez tekrarlanan “izâ” şart edatı, dindarlığın refleksini kurar: Allah hatıra geldiğinde—hemen—bir iç titreyişi; âyetler okunduğunda—hemen—bir derinleşme. Bu iki “hemen”in sonunda, fiilin kalıcı sigası gelir: “yetevekkelûn”—yalnızca Rablerine dayanıp güvenirler. Demek ki anlık ürperti ve anlık artış, kalıcı bir güvene akar; korkudan kudrete, titremeden temkine yürüyen bir çizgi.

 

“Vecilet kulûbuhum” ifadesindeki “vecel”, panikle karışık bir korku değildir; haşyet yahut heybet denilen, bilginin doğurduğu saygılı ürperiştir. Kur’ân’da “haşyet”, çokça “bilmeyle” yan yana gelir; bilmeyen “havf” eder, bilen “haşyet” duyar. Havf tehlikeyi tartar; haşyet, büyüklüğün huzurunda kendi küçüklüğünün idrakidir. Allah anıldığında titreyen kalp, tehditten kaçtığı için değil, hakikatin ağırlığı karşısında eğildiği için titrer. Bu yüzden Enfâl 2’nin ürpertisi, Ra‘d 28’in sükûnetiyle çelişmez: “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle itminan bulur.” Aynı kalp hem titrer hem sükûn bulur; çünkü haşyet, itminanı bozmaz—faniliğin perdesini aralar. İnsana “kim olduğunu” ve “kimin huzurunda olduğunu” hatırlatan bu titreme, takvanın ilk nefesidir.

 

Ayetin ikinci cümlesi imanın artıp eksilmesine dair klasik bir esası işler: “Âyetler okunduğunda imanları artar.” Bu artış bir nicelik değil, bir derinlik artışıdır. İnanç ilkesi sabit olsa da idrak genişler, tanışıklık derinleşir, muhabbet kök salar. Güneş hep aynı güneştir; fakat pencereyi her açışınızda içeri giren ışığın buğusu, içinizdeki tozu biraz daha temizler. Tilavet yalnız fonetik bir eylem değildir; “âyet” kelimesi hem lafzı hem varlık âlemindeki işaretleri kapsar. Kur’ân’ın sesi, kâinatın sessiz ayetleriyle birleştiğinde, iman hem delille hem ibretle beslenir. Bu beslenişte iki eşik vardır: tedebbür ve tezekkür. Tedebbür, metnin peşine düşmek; kelimeden maksada, cümleden nizama yürümektir. Tezekkür ise metni kalpte hatıra çevirmektir; yani okunanın insanda ahlâk olması. İman artar, çünkü ayetler okundukça insan, Rabbine yalnız “doğru” demekle kalmaz, “yakın” da olur.

 

Bu artış fikri, ibadeti sayılarla değil süreklilikle anlamayı öğretir. İbadetin değeri, yalnız adedinde değildir; kalbe dokunuşunda, kalbi dönüştürüşündedir. İman artıyorsa, namaz kılsa da buyruğa karşı koyan bir gönül ile namaz kıla kıla zarafeti artan bir gönül arasındaki fark ortaya çıkar. Kur’ân’ın “zâdethum îmânâ” cümlesi, bu yüzden psikolojiktir: Metin, kişiyi ya katılaştırır ya yumuşatır; ya kalbi sıkıştırır ya genişletir. Âyet, genişleyen kalbin resmini çizer.

 

Üçüncü cümle, iki hâlin meyvesidir: “Yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” Tevekkül, beklemek değildir; güvenerek çalışmaktır. Sebebi terk etmek değil, sebebin ötesindeki Kudret’e kalben yaslanmaktır. Kuşlar güneş doğunca yuvalarından çıkar; kanat çırpar, rızkını arar, akşam döner. Tevekkül, kanatları saklamak değil, kanat çırparken düşmeyeceğini Allah’tan bilmek, uçarken ufku O’ndan beklemektir. Enfâl 2’nin çizdiği mümin tipinde tevekkül, ürpertiyi korkaklığa, yakin artışını kendine güvene dönüştürmez; ikisini de Allah’a güvene bağlar. Haşyet, hududu korur; marifet, içeriği derinleştirir; tevekkül, neticeyi emniyete alır. Böylece dindarlık, korku ve umut, bilgi ve teslim, emek ve duanın dengesi hâline gelir.

 

Ayetin siyak-sibakı bu resmi toplumsal bir zemine de taşır. Enfâl sûresi savaş ve ganimet bağlamlarıyla örülüdür; kalp terbiyesi, meydan tecrübesinden kopuk değildir. Allah anıldığında ürperen kalp, savaşın sesinde paniklememeyi; âyetler okunduğunda imanı artan kalp, başarıda gurur duvarına çarpmamayı; yalnız Rabbine güvenen kalp, araçları putlaştırmamayı öğrenir. Toplumlar da tıpkı bireyler gibi ya korkudan ya kibirden yıkılır. Haşyet kibri söker, tevekkül korkuyu söker. İman artışı ise dün kazandığı delille yetinmeyip bugün yeniden anlamaya, yarın yeniden derinleşmeye çağırır. Böylece mümin cemaat, zaferde şımarmaz, hezimette yıkılmaz.

 

Bu üçlü çizginin altında ince bir dil bilgisi sırrı da vardır: Fiillerin kipleri. “Vecilet”—ani ve sahici bir iç hareket; “zâdethum”—süreğen bir artış; “yetevekkelûn”—karaktere dönüşmüş bir tutum. Duygu, sonra bilinç, nihayet irade… Ayet, dine duygudan girenin dinde kalabilmesi için bilince yükselmesi, bilince yükselenin de hayatta tutarlılık için iradeye bağlanması gerektiğini öğretir. Sadece ürperişte kalan dindarlık, yorulur ve söner; yalnız zihinde kalan dindarlık, kuru bir beyana dönüşür; yalnız iradeye yüklenen dindarlıksa zamanla katılaşır. Kur’ân, bu üçü arasında devr-i daim kurar.

 

Şimdi bu çerçeveyi insanın günlük hayatına indirelim. Allah anıldığında ürpermek, gündeliğin içinde “huzur adabı” edinmektir: Nimette şükrü, hatada istiğfarı hatırlamak; öfke anında dilini tutmak; bir cana haksızlık etmek üzereyken içten bir “dur” sesi duymak. Âyetler okunduğunda imanın artması, metni ezber nesnesi olmaktan çıkarıp hayat diline çevirmektir: Bir âyetin bir gününüzü düzenlemesine izin vermek; mesela infak çağrısını, bir yetimin gözüne bakarken hatırlamak; adalet emrini, en sevdiğiniz lehine bile olsa yalana başvurmadığınız bir anda taş gibi yanınızda hissetmek. Yalnız Rabbine güvenmek ise, hesabı sağlam yapıp sonucu zorlamamaktır: Üzerine düşeni yaptıktan sonra, geciken neticeyi ceza değil, terbiye saymaktır. Tevekkül, başarıyı sahiplenmeyi reddeder; başarısızlıkta da umutsuzluğu reddeder.

 

Enfâl 2’nin ruhu, modern insanın iki açmazını tedavi eder. İlki, “hızın tiranlığıdır.” Hız, duyguya alan bırakmaz; ürpertiyi ayıp sayar. Oysa haşyetsiz bir hız, her şeyi alete çevirir. İkincisi, “kontrol yanılsamasıdır.” İnsana her neticeyi planlayabileceği öğretilir; sonra plan bozulunca ruh kırılır. Tevekkül bu yanılsamayı söküp atar; kontrol değil, emanet bilinci yerleşir. İman artışı ise algı kapılarını hep açık tutar; “biliyorum” diyen benlik yerine “öğreniyorum” diyen kul kimliği yerleşir.

 

Ayet, tasavvuf dilinde murâkabe ve muhasebenin de çekirdeğidir. Murâkabe, Allah’ın nazarı altında olduğunu bilerek kalbi kontrol etmektir; Allah anıldığında titreyen kalp, murâkabenin ilk işaretini almıştır. Muhasebe, günün sonunda kalbin nabzını saymaktır: Bugün hangi âyet bende nasıl bir artış yaptı? Hangi hâdise tevekkülümü zedeledi? Hangi başarı beni kendime, hangi gecikme Rabbime yaklaştırdı? Bu sorular, Enfâl 2’yi akşam duasına dönüştürür.

 

İmanın artıp eksilmesi meselesi kelâm tarihinde tartışılmıştır; ancak bu âyet bir tartışmayı kazanmaktan çok bir hayatı kazanmayı teklif eder. İman, kuru bir tasdikten ibaret olsaydı—artması eksilmesi anlamlı olmazdı. Oysa Kur’ân, imanı kalpte yaşayan bir tanışıklık olarak resmeder. Tanışıklık nasıl derinleşirse, iman da öyle derinleşir; ve derinleştikçe tevekkülün omuzları genişler. Bu yüzden Enfâl 2, mümine bir hedef koyar: Titreyişin sahici, artışın görünür, güvenin sarsılmaz olsun.

 

Sonunda, bu ayeti bir dua cümlesine bağlayabiliriz: “Allah’ım, adın anıldığında bizi uyandıran bir haşyet ver; âyetlerin okunduğunda aklımızı ve kalbimizi genişleten bir marifet ver; ve bütün sebep perdesinin arkasında yalnız Senin takdirine dayanan bir tevekkül ver.” Çünkü mümin, yalnız doğru inanan değil; doğru ürperen, doğru derinleşen ve doğru güvenendir. Kalbin titreyişi, aklın artışı ve iradenin sükûnu bir araya geldiğinde, iman yalnız inanç olmaktan çıkar, ahlâk olur. İşte Enfâl 2’nin bize öğrettiği budur: Haşyetinle yola çık, marifetinle derinleş, tevekkülünle yürü. Kalp titrediği için değil, titrediği kadar diridir; ve güven, bilginin bittiği yerde değil, bilginin secde ettiği yerde başlar.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir