Âl-i İmrân Suresi 6. Ayetin Tefsiri
“Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Âl-i İmrân, 6)
Bu ayet, insanın kendi varlığına yeniden bakmasını isteyen derin bir çağrıdır. Âl-i İmrân suresinin bağlamında Allah Teâlâ, Kitab’ı hak ile indirdiğini, doğruyu yanlıştan ayıran ölçüleri belirlediğini haber verdikten sonra, bakışlarımızı kâinatın en derin ve en mahrem köşesine, anne rahmine çevirir. Çünkü insanın acziyetinin de, Allah’ın kudret ve hikmetinin de en berrak göründüğü yerlerden biri rahimdir. Ayet sanki şöyle der: “Ey insan! Kendini nereden geldiğini hatırlayarak tanı. Sen, rahimde sessizce şekillendirilen bir ‘hiç’ken, seni var eden Rabbini nasıl unutursun?”
“Rahimlerde sizi şekillendiren O’dur” ifadesinde geçen “yusavvirukum” fiili, sadece yaratmak değil; ölçülü, düzenli, hikmetli bir biçim verme anlamını da taşır. Bir nutfeden başlayıp alaka, mudğa, kemikler, et, organlar, duyular, şuur ve kalp… Bütün bu merhalelerin her biri, kendi başına bir mucizedir. Aynı türden gıdalarla beslenen, aynı toprakta yürüyen insanlar; fakat her birinin yüzü, sesi, parmak izi, huyu, mizacı farklı… Bu çeşitliliğin arkasında kör tesadüfler değil, her bir zerreye hükmeden, her rengi ayrı ayrı takdir eden bir Musavvir’in, yani şekil ve suret veren Allah’ın imzası vardır.
Ayetin “rahimlerde” vurgusu da ayrıca dikkat çekicidir. Rahim, hem anatomik hem de manevi anlamda “merhamet” kökünden gelir. Anne karnı, dışarıdan bakanların göremediği, ama Rabbin her an tasarrufta bulunduğu saklı bir atölye gibidir. Hiç kimsenin müdahale edemediği, el süremediği, gözle takip edemediği bir yerde Allah Teâlâ, geleceğin insanını hazırlamaktadır. Bu, insana şu hakikati hatırlatır: Sen dünyaya çıkmadan önce bile yalnız değildin. Seni bilen, gören, koruyan, büyüten bir Rabbin vardı. O halde şimdi de yalnız değilsin; hayatın hangi döneminde olursan ol, seni senden iyi bilen, seni rahimden bugüne kadar taşıyan aynı Rabbin gözetimi altındasın.
“Dilediği gibi şekillendiren” ifadesi, Allah’ın mutlak iradesine işaret etmekle birlikte, keyfîlik anlamına gelmez. Zira ayetin sonunda “O Aziz’dir, Hakîm’dir” buyrulur. Yani O’nun iradesi mutlak kudrete; tasarrufları ise nihayetsiz hikmete dayanır. Kimin erkek, kimin kadın, kimin uzun, kimin kısa, kimin güçlü, kimin zayıf, kimin sağlıklı, kimin engelli yaratıldığı tesadüf değil; imtihanın, tamamlayıcılığın, toplumsal dayanışmanın ve farklı rollere uygun vazifelerin bir parçasıdır. İnsan, kendi bedenine, kabiliyetlerine ve kaderine bu gözle bakmayı öğrendiğinde, isyan değil, teslimiyet; küçümseme değil, şükür ve sorumluluk duygusu doğar.
Bu ayet, aynı zamanda insanın kendine bakarken kibir yerine tevazu ile bakmasının temelini oluşturur. Zira insan ne yüzünü seçti, ne rengini belirledi, ne de hangi çağda, hangi coğrafyada doğacağına karar verdi. Bütün bunlar, rahimde şekillendirilirken takdir edildi. Öyleyse güzelliğiyle övünen, soyuyla böbürlenen, yeteneğiyle insanları küçümseyen kimse, aslında kendisine ait olmayan sermayeyle gururlanan bir gafil gibidir. Ayet, insana adeta şöyle seslenir: “Sana verilen suret, sana ait bir başarı değil; sana emanet edilmiş bir imkândır. Onu kime nispet ettiğini unutma.”
“Rahimlerde şekillendiren O’dur” ifadesi, sadece bireysel bedenleri değil, nesilleri, toplumları ve medeniyetleri de düşündürür. Her insan, bir annenin rahminden geçerek dünyaya gelir; ama aynı zamanda bir toplumun, bir kültürün, bir medeniyetin rahminde de zihnen ve ruhen şekillenir. Allah, rahimlerde bedenimizi şekillendirdiği gibi, tarih içinde de peygamberler, kitaplar, alimler, salihler ve nice olaylar vasıtasıyla ümmetlerin ruhunu ve şuurunu şekillendirmektedir. Bu yüzden mümin, kendi varlığını sadece biyolojik bir süreç olarak değil, ilahi bir terbiyenin parçası olarak görür. Bedenimizin rahminde başlayan şekillenme, iman ve salih amellerle ruhun şekillenmesiyle devam eder.
Ayetin devamında gelen “O’ndan başka ilâh yoktur” cümlesi, yaratılış gerçeğinden tevhid akidesine geçişi ortaya koyar. Rahimde seni yoktan var eden, seni görmeyen gözlerin göremediği yerde sana şekil veren, doğduğunda sana anne sevgisi, süt, rızık ve koruyucu eller gönderen kim ise, ilah olarak da yalnız O olmalıdır. Kendisini yaratmaktan aciz olan, kendi varlığını bile koruyamayan hiçbir varlık, ilah olmaya layık değildir. İnsanların ilahlaştırdığı makamlar, ideolojiler, kişiler, putlar; hepsi zamanla silinir gider. Ama seni nutfeden bugüne kadar taşıyan, yarın da kabirde, mahşerde, cennette veya cehennemde hükmünü icra edecek olan Rab hep aynıdır.
Ayetin sonundaki “Aziz” ve “Hakîm” isimleri, bu tefekkürü dengede tutan iki ana sütun gibidir. “Aziz”, üstüne galip gelinemeyen, hükmü iptal edilemeyen, hiçbir güç tarafından sınırlandırılamayan mutlak otoriteyi ifade eder. “Hakîm” ise her işini yerli yerince, ölçülü, hedefli, hikmetli yapan demektir. Eğer sadece “Aziz” denseydi, kalplere korku hâkim olur, kader karşısında anlamsız bir ürperti doğabilirdi. Sadece “Hakîm” denseydi, kudretin azameti tam olarak kavranmayabilirdi. O ise hem Azîz’dir hem Hakîm; hem mutlak güç sahibidir hem de tek bir hücrenin bölünmesinden, tek bir genin dizilişine, tek bir gözyaşının kimyasına kadar her şeyi yerli yerince takdir eden yüce Mevlâ’dır.
Bu ayet, modern insanın yaşadığı varoluş krizlerine de güçlü cevaplar taşır. Kendi bedeninden memnun olmayan, başkasının suretini kendine ideal edinen, sosyal medyanın estetik kıskacında ezilen, “Neden böyleyim?” diye sorgulayan nice genç için bu ayet aslında bir rahmet kapısıdır. Çünkü ayet, insana şunu fısıldar: “Sen yanlış bir tasarım değilsin. Sen tesadüf eseri bir araya gelmiş organlar toplamı değilsin. Sen, rahimde dahi unutulmamış, dilediği gibi değil, hikmetince şekillendirilmiş bir ilahi sanat eserisin.” Bu bakış, insanın kendisiyle barışmasına, bedenini ve varlığını emanete uygun şekilde yaşamasına vesile olur.
Âl-i İmrân suresinin bu ayeti, insana hem kim olduğunu hem de kime ait olduğunu hatırlatan derin bir tefekkür çağrısıdır. Nereden geldiğimizi unutursak, nereye gittiğimizi de şaşırırız. Rahimlerde bizi dilediği gibi, daha doğrusu hikmetince şekillendiren Rabbimize iman etmek, O’na kulluğu hayatın merkezine almak, tevhidin en sahici tezahürüdür. İnsan her aynaya baktığında, sadece yüzünü değil; rahimde başlayan o ilahi tasarrufu, Aziz ve Hakîm olan Rabbin ayetlerinden bir ayeti görmelidir. İşte o zaman, varlığın her safhası, doğumdan ölüme kadar, kul ile Rabbi arasında hiç kopmayan bir bağın sessiz fakat çok güçlü bir hatırlatıcısına dönüşür.
