GENÇLER İÇİN FÂTİHA SÛRESİNİN TEFSİRİ
Fatiha Suresi genç bir yüreğin önüne açılmış küçücük ama sonsuz derinlikli bir kapıdır. Kur’ân’ın kalbi, namazın özü, duânın dili, kulun Rabbine sunduğu en samimi hitaptır. Bir bakıma Fâtiha, insanoğlunun hayat hikâyesini yedi ayetin içine sığdıran ilahî bir manifestodur: Allah’ı tanımak, kendini tanımak, dünyayı anlamak, ahireti unutmamak, doğru yolu istemek ve o yolda kalmak… Özellikle gençler için Fâtiha, kimlik bunalımlarının, gelecek kaygılarının, yalnızlık ve değersizlik duygusunun ortasında, “Sen sahipsiz değilsin, Rabbin seni görüyor, biliyor ve seviyor.” mesajını taşıyan güçlü bir çağrıdır.
Ayet ayet ilerleyelim. Her ayette hem ilmî derinliği, hem edebî tadı, hem de genç bir insanın kalbine dokunacak duyguyu birlikte anlamaya çalışalım.
“بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ”
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…”
Fâtiha’nın ilk cümlesi, aslında bütün hayatın başlık cümlesidir. “Bismillah” demek, “Ben bu işi kendi egom, kendi hevesim, kendi nefsim adına değil, Allah adına, O’nun rızasını gözeterek yapıyorum.” demektir. Genç bir insan için bu cümle, hayattaki yön tayinidir: “Bu hayat kimin adına yaşanacak?”
“İsm” kelimesi, hem “isim” hem de “yüceltmek” anlamlarını çağrıştırır. “Allah’ın adıyla başlıyorum” derken aslında şunu demiş olursun: “Ben bu işi sıradan bir hareket olmaktan çıkarıyorum, Allah’ın yüce adına bağlayarak ona bir değer katıyorum.” Ders çalışmak da, spora gitmek de, arkadaşınla sohbet etmek de, birine mesaj yazmak da, hatta mobil uygulama kodlamak bile “Bismillah” ile başlarsa ibadete dönüşür. Çünkü niyet değişir, bakış açısı değişir.
“Allah” ismi, bütün ilahî isimleri kendinde toplayan, eşi ve benzeri olmayan Zât’ın özel adıdır. Gençlerin zihnini en çok karıştıran sorulardan biri şudur: “Ben kimim? Bu evren ne? Benim burada ne işim var?” Fâtiha’nın daha başında “Allah” ismi, varlığın merkezine tek bir hakikati yerleştirir: Her şeyin sahibi, yaratıcısı, yöneticisi, kalpleri tutan, gökleri ve yeri idare eden tek bir Rab var. Tesadüf yok, başıboşluk yok, anlamsızlık yok.
“Er-Rahmân” ve “er-Rahîm” ise iki büyük rahmet kapısıdır. “Rahmân”, bütün varlıklara bu dünyada acıyan, onların en küçük ihtiyacını bile unutmayan, güneşi herkese doğurtan, havayı herkese nefes yapan rahmetin adıdır. “Rahîm” ise özellikle müminlere, ahirette tecelli edecek olan, daha ince, daha özel, daha derin bir merhameti ifade eder. Genç bir kalp, bazen çok hata yaptığını düşünür, “Artık ben bittim, Allah beni sevmez.” der. “Bismillahirrahmânirrahîm” cümlesi, bu vesveseyi kökten kırar: “Sen günahkâr olabilirsin ama Rabbin rahmetinin sınırı yoktur. Yeter ki kapısını çal, yeter ki tevbe et, yeter ki yüzünü O’na çevir.”
Bu ayet, aynı zamanda bir edep dersidir. Mümin, hiçbir işe “ben” diye başlamaz, “Bismillah” ile başlar. Genç bir insan için bu, benmerkezci modern dünyaya karşı çok büyük bir duruş demektir. Dünya, “kendini yücelt, egonu büyüt, like sayını artır” derken, “Bismillah” diyen genç, “Ben değil, O. Ben O’nun kuluyum, O’nsuz hiçbir şeyim.” diyerek tevazu ve teslimiyetin en asil çizgisinde yürür.
Bu birinci ayet, gencin kalbine şunu yazar: Hayatın başlarken Allah’la başla. Karar verirken Allah’ı hatırla. Bir ilişkiye başlarken, bir yola çıkarken, bir hayale adım atarken “Bismillah” de. O isim, seni hem korur, hem temizler, hem de yaptığın işe mana kazandırır.
“اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ”
“Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn”
“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
İkinci ayet, kalbi şikâyet dilinden şükür diline çeviren büyük devrimdir. “Hamd”, sadece teşekkür etmek değildir; sevgi, saygı, övgü ve minnettarlığı içinde barındıran geniş bir kavramdır. “Elhamdülillah” diyen bir genç, “Hayatımda iyi olan her şeyin gerçek sahibi sensin Allah’ım. Benim zekâm, çalışkanlığım, başarım, yeteneğim, ailem, sağlığım… hepsi Senden.” demiş olur.
Günümüz gençliği, çoğu zaman başkalarıyla kıyaslamanın, sosyal medyadaki mükemmel hayat illüzyonunun altında eziliyor. Sürekli “Şu bende yok, bu bende yok.” diye eksik taraflarına bakıyor. “Elhamdülillah” ise gözün yönünü değiştirir: Olmayanlara değil, olanlara odaklanmayı öğretir. Ve gerçekte en büyük nimetlerin para, mal, şöhret değil; iman, sağlık, akıl, nefes, sevdiklerimizin varlığı olduğunu hatırlatır.
“Rabbi’l-âlemîn” ifadesi ise, Allah’ın sadece yaratıcı değil, aynı zamanda terbiye eden, büyüten, olgunlaştıran Rab olduğunu anlatır. “Rabb” kelimesi, merhale merhale eğiten, yönlendiren, eksiklerini tamamlayan anlamlarını taşır. Bir gencin hayatında inişler ve çıkışlar, başarılar ve hatalar, sevinçler ve kırılmalar varsa, bu iniş-çıkışların hepsi, bir terbiyeden geçmek içindir. Rab, kulunu büyütürken bazen rahatlıkla, bazen zorlukla, bazen sevinçle, bazen acıyla eğitir. İmtihanlar, değersizlik değil; Rabb’in ciddiye aldığının işaretidir.
“Âlemler” kelimesi, sadece insanların değil, meleklerin, cinlerin, hayvanların, bitkilerin, gezegenlerin, galaksilerin, görünür-görünmez bütün varlıkların âlemini içine alır. Bu da gence kozmik bir ufuk kazandırır: “Ben küçük bir dünyaya hapsolmuş değilim; sonsuz genişlikte bir evrenin, sonsuz merhametli bir Rabbin kuluyum.” Böyle bir bakış, daralmış ruhu genişletir, kaygıya boğulmuş kalbe ferahlık verir.
Bu ayet, gence şunu öğretir: “Hayatın tadını, şikâyetle değil, hamd ile bulursun. Farklı olayların içinde tecelli eden bir Rab var ve O, seni yalnız bırakmıyor. Her gün defalarca ‘Elhamdülillah’ derken aslında hayatının merkezine şükrü yerleştiriyorsun.”
“الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ”
“Er-Rahmânir-Rahîm”
“O Rahmân ve Rahîm’dir.”
Üçüncü ayette, ikinci ayetin sonunda zikredilen Rabb’in sıfatı, yeniden özellikle vurgulanır. Bu tekrar, boşuna değildir. Kur’ân, hiçbir kelimeyi fazladan kullanmaz. “Rabbi’l-âlemîn” diyen genç, hemen arkasından şunu duyar: “Bu Rabb, sert, acımasız, soğuk ve uzak bir güç değildir. Bu Rabb, Rahmân’dır, Rahîm’dir.”
Gencin zihninde bazen yanlış bir Allah tasavvuru oluşabilir: Sadece ceza veren, sadece yasak koyan, hep kızan, hep azarlayan bir Tanrı imajı… Bu imaj, insanı ya dinden uzaklaştırır ya da ümitsiz, kırık, içe kapanık bir dindarlığa sürükler. Fâtiha ise Allah’ı bambaşka bir şekilde tanıtır: Sonsuz rahmet sahibi bir Rab. Cezadan önce rahmeti, gazabından önce merhameti olan bir Rab.
“Rahmân”, bütün kullara, hatta kendisine inanmayanlara bile rızık veren, onları yok saymayan, onları da güneşin altında yaşatan merhamettir. Günde defalarca günah işleyen bir insanın kalbinin hâlâ atması, akciğerlerinin çalışması, beyninin işlemesi; hepsi Rahmân isminin tecellisidir. “Rahîm” ise, tevbe eden, O’na yönelen, namaz kılan, dua eden mümin kullara daha özel bir rahmettir. Mahşer gününde, herkes “nefsî, nefsî” derken, “Ümmetî, ümmetî” diyen bir Peygamber ve onu rahmetiyle kuşatan bir Rab vardır. Gencin ruhuna en çok lazım olan şey budur: Ümit.
Bu ayet, “Ben çok günah işledim, artık düzelmem.” diyen gence, “Senin günahların, Rabbin rahmetinden büyük değil.” der. Hem rehaveti kırar, hem ümitsizliği. Çünkü Rahmân ve Rahîm olan bir Rabbin rahmetine güvenen genç, günaha mazeret uydurmaz, “Nasıl olsa affeder.” diyerek rahatlamaz; tam aksine, “Böyle bir rahmet sahibine karşı bu hatayı yapmaya nasıl cüret ettim?” diye utanır ve tevbe eder. Bu utanma, değersizlik değil; sevgiye dayalı bir hayâdır.
Böylece üçüncü ayet, genç kalbin içine şu cümleyi yazar: “Sen Allah’tan kork ama O’ndan aynı anda ümit de et. Onun merhametine güven; ama bu güveni, günaha cesaret değil, tevbe ve dönüş için güç kaynağı yap.”
“مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ”
“Mâliki yevmiddîn”
“Din (hesap ve ceza) gününün Malikidir.”
Dördüncü ayet, bize hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığını hatırlatan güçlü bir hakikattir. “Yevmüddîn” ifadesi, hesap gününü, amellerin karşılık bulduğu günü, mutlak adaletin tecelli edeceği günü ifade eder. “Mâlik” ise hem “sahip” hem de “mutlak otorite sahibi” anlamına gelir. Bu dünyada insanlar haksızlık yapabilir, güçlüler haklı gibi görünebilir, zalimler bir süre için gülebilir. Ama “Mâliki yevmiddîn” ayeti, gencin kalbine şunu yazar: “Son söz, kulların değil; adaletin, Allah’ındır.”
Günümüz gençliğinin en çok yaralandığı alanlardan biri de adalet duygusudur. Haksızlıklar, torpiller, mobbingler, iftiralar, baskılar, zulümler… “Niye kimse bir şey yapmıyor?” sorusuyla yanıp tutuşan bir gencin yüreğine Fâtiha’nın bu ayeti su serper: “Bu dünya bir imtihan meydanı. Dosyalar kapanmadı. Hiç kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak. Mâliki yevmiddîn olan Allah, hesap gününde herkesin dosyasını tek tek açacak.”
Bu ayet, sadece zulme uğrayanı teselli etmez; zalim olma ihtimali olan herkesi de titretir. Genç bir insan, arkadaşına, ailesine, sınıf arkadaşına, sosyal medyada hiç tanımadığı insanlara karşı yaptığı haksızlıkların, hakaretlerin, dalga geçmelerin, iftiraların, alayların da bir gün önüne konulacağını düşünürse, davranışlarına çok daha dikkat eder. Klavyenin ucundaki her kelime, “Mâliki yevmiddîn” bilinciyle yazılırsa, siber zorbalık, alay, linç kültürü yerini merhamete bırakır.
Ayrıca bu ayet, gencin hayatında anlam krizi yaşadığında, “Her şey boş, her şey saçma, bu çaba niye?” dediğinde ona çok güçlü bir cevap verir: “Boşa değil. Her emek, her sabır, her gözyaşı, her dua, her fedakârlık, her temiz kalma mücadelesi kaydediliyor. Hesap günü, hiçbir emek zayi olmayacak.” Bu, genç için inanılmaz bir motivasyon kaynağıdır.
“Din günü”nün sahibinin Allah olması, aynı zamanda şu demektir: Kulluk yolculuğunda kul, insanların yargısından çok Allah’ın hükmüne odaklanmalıdır. İnsanların alkışı, beğenisi, takdiri kadar, Allah’ın razı olup olmaması önemlidir. Böylece genç, “Herkes ne der?” psikolojisini, “Rabbim benden razı mı?” bilincine dönüştürür.
“اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ”
“İyyâke na‘budu ve iyyâke neste‘în”
“Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz.”
Fâtiha’nın tam ortasında yer alan bu ayet, adeta sure’nin kalbi gibidir. İlk dört ayette Allah bize tanıtılır: Rahmân’dır, Rahîm’dir, âlemlerin Rabbidir, din gününün sahibidir. Bu tanımanın ardından insan, kendini konumlandırır ve şöyle der: “İyyâke na‘budu ve iyyâke neste‘în.”
Burada çok önemli üç sır vardır.
Birincisi, “O” diye bahsetmekten, “Sen” diye hitap etmeye geçiştir. İlk ayetlerde Allah’tan üçüncü şahıs olarak bahsedilirken, bu ayette doğrudan “Sen” hitabına geçilir. Bu, kulun Rabbine yakınlaşmasının işaretidir. Artık Allah, sadece kitaplarda okuduğumuz bir bilgi değil, kalbimize hitap eden, secdede gözyaşı döktüğümüz, sıkıntıda isimlerini andığımız en yakın dosttur. Genç bir insan için bu, “Allah uzak bir kavram değil; bana benden yakın bir Rab.” bilincidir.
İkincisi, cümledeki “yalnız” vurgusudur. “İyyâke na‘budu” derken, “Yalnız Sana ibadet ederiz.” demiş oluruz. İbadet sadece namaz, oruç, tesbih, Kur’an okumak demek değildir; hayatı, düşünceleri, sevgileri, nefretleri, idealleri, hedefleri bir merkeze göre düzenlemektir. Eğer bir genç, hayatındaki en büyük sevgiyi, en büyük korkuyu, en büyük güveni bir insana, bir ideolojiye, bir markaya, bir şöhrete, bir duyguya veriyorsa, farkında olmadan kalbinde putlar oluşturmuş olur. Bu ayet, kalbi putlardan arındıran büyük bir kelimedir.
Üçüncüsü, “na‘budu” ve “neste‘în” kelimelerinin çoğul olmasıdır. “Ben” değil, “biz” diyoruz. Bu, kulluğun bireysel bir yolculuk değil, ümmet bilinciyle birlikte yürünmesi gereken kolektif bir yol olduğunu gösterir. Genç insan, “Ben tek başıma bu yolda zorlanıyorum.” dediğinde, bu ayet ona der ki: “Sen yalnız değilsin; seninle aynı kıbleye dönen milyonlar var. Bu mücadele, seninle sınırlı değil. Sen, büyük bir zincirin bir halkasısın.”
“Yalnız Senden yardım dileriz.” cümlesi, gencin hayatında çok önemli bir denge kurar. İnsan vesilelere sarılır; doktora gider, öğretmenden yardım alır, arkadaşıyla konuşur, psikoloğa danışır. Ama kalbin derinliklerinde bilir ki gerçek yardım edici yalnız Allah’tır. Bu bilinç, hem insanları ilahlaştırmaktan korur, hem de kişiyi güvensizlikten kurtarır. Genç, “Şu kişi beni terk ederse biterim.” demez; “O gider, Rabbim kalır.” der. O zaman kırılmalar, yalnızlıklar, terk edilmeler, hayal kırıklıkları, onu paramparça etmez; çünkü tutunduğu asıl dal Allah’ın yardımıdır.
Bu ayet, gencin günlük hayatına çok net cümleler olarak yansır: “Ben ders çalışacağım, gayret edeceğim, plan yapacağım ama gerçek başarıyı veren Allah’tır. Ben bir işe niyet edeceğim, adım atacağım ama kalpleri çeviren O’dur. Ben kendimi düzeltmeye çalışacağım, bağımlılıklardan kurtulmaya çabalayacağım ama asıl yardım O’ndan gelir.”
“اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ”
“İhdinâ’s-sırâta’l-müstakîm”
“Bizi dosdoğru yola ilet.”
Altıncı ayet, bütün müminlerin ve özellikle gençlerin kalbindeki en büyük ihtiyacı dile getiren duadır: “Doğru yol.” Her çağda insanlar “doğru yol”u tartışmıştır; ama günümüz gençliği, bilgi ve kargaşanın tsunami gibi üstüne geldiği bir çağda yaşıyor. Herkes bir şey söylüyor; her ideoloji kendi doğrusunu, her akım kendi hakikatini pazarlıyor. Fâtiha, bu karmaşanın ortasında gence sade bir cümle öğretir: “İhdinâ’s-sırâta’l-müstakîm.”
Burada dikkat çekici birkaç nokta var. “İhdinâ”, “Bizi hidayet et, bizi hidayete çıkar, bizi hidayette devam ettir.” anlamlarını taşır. Yani sadece “yolu göster” değil, “o yolda yürümeyi nasip et, ayaklarımızı kaydırma” demektir. Genç için bu, sadece bir şeyi “bilmek” değil, onu “yaşayabilmek” duasıdır. Birçok genç, neyin doğru olduğunu az çok bilir ama onu hayatına taşımakta zorlanır. Bu ayet, işte o zorlanma anlarında diline dolanması gereken bir yakarıştır.
“Sırât”, geniş bir yol demektir; patika gibi dar ve tıkanmış değil, üzerinde güvenle yürünebilecek istikametli bir yol. “Müstakîm” ise eğriliksiz, sapmasız, istikrarlı, dengeli anlamına gelir. Yani, aşırılıklardan uzak, ifrat ve tefritten uzak orta yol. İslâm da işte bu orta yoldur: Ne tamamen dünyayı reddeden, ne de dünyaya taparcasına bağlanan; ne tamamen aklı devre dışı bırakan, ne de aklı ilahlaştıran; ne sadece ruhu besleyip bedeni ihmal eden, ne de sadece bedeni besleyip ruhu aç bırakan bir dindir. “Sırat-ı müstakim” bu denge hâlidir.
Gençler için bu ayetin çok somut karşılıkları vardır. Arkadaş çevresi seçerken, sosyal medya kullanımında, kariyer planında, ilişki biçiminde, giyim-kuşamda, hayata bakışta; hep “orta yol”u, yani Allah’ın razı olduğu yolu aramak zorundadır. Ne “Bırak ya, her şeyi sal gitsin.” diyen savrukluk; ne de “Hayatı bütün güzellikleriyle haram sayan, insanı dar bir kalıba tıkayan” kasvet. İslâm, bu ikisinin ortasında, nefse zulmetmeden ama nefsi de ilahlaştırmadan yürünmesi gereken bir sırat-ı müstakimdir.
Bu ayet, aynı zamanda sürekli okunması gereken bir duadır. Fâtiha’yı günde en az kırk kere okuyan bir genç, aslında günde kırk kere Rabbinden hidayet istiyor demektir. Bu, Allah katında çok kıymetli bir ısrardır. Çünkü kalpler, rüzgârda savrulan yapraklar gibidir; dün sağlam duran biri, bugün kayabilir. O yüzden peygamberler bile “Yâ mukallibe’l-kulûb, sebbid kalbî alâ dînik – Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, kalbimi dinin üzere sabit kıl.” diye dua etmişlerdir.
“صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ”
“Sırâta’l-lezîne en‘amte aleyhim ğayri’l-mağdûbi aleyhim ve le’d-dâllîn.”
“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna değil.”
Son ayet, “sırat-ı müstakim”in tarifini yapar. “Doğru yol” soyut bir kavram olarak bırakılmaz. “Kimlerin yolu?” sorusunun cevabı verilir: “En‘amte aleyhim” yani “kendilerine nimet verdiklerinin yolu.” Kur’ân’ın başka ayetlerinde bu nimete ermiş sınıflar, peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihler olarak sayılır. Bir genç, “Doğru yol” deyince, ekranlarda rol model olarak sunulan şöhretleri değil; hakikatin öncüleri olan bu büyük şahsiyetleri hatırlamalıdır. Onların ahlâkını, sabrını, tevazusunu, cesaretini, Allah’a teslimiyetini kendine örnek almalıdır.
“Mağdûb” olanlar, bile bile, isteye isteye hakikati terk eden, kibirle, inatla, çıkarları uğruna Allah’ın ayetlerini çiğneyen insanların halini anlatır. “Dâllîn” ise, hakkı hiç aramayan, aklını hakikati bulmak için kullanmayan, neye inandığını sorgulamadan, kulaktan dolma şeylerin peşinde giden, cehalet içinde kaybolanları ifade eder. Böylece Fâtiha, iki büyük tehlikeyi gösterir: Bilip yaşamamak ve hiç aramayıp körü körüne savrulmak.
Genç bir insan, bu ayeti okurken kendini sorgulamalıdır: “Ben hangi yoldayım? Bilip de yaşamayanların mı, hiç aramayanların mı, yoksa nimete ermiş kulların mı?” Sosyal medya akımlarını, popüler kültürü, moda fikirleri sorgulamadan takip eden, herkes ne yapıyorsa onu yapan bir genç, farkında olmadan “dâllîn” çizgisine yaklaşabilir. Hakikati bildiği halde, sırf çevresi hoş görmez diye, sırf konforu bozulmasın diye gereğini yapmayan bir genç de “mağdûb” çizgisine kayabilir. Fâtiha’nın bu son ayeti, gencin iç dünyasında çok ciddi bir oto-kontrol mekanizması kurar.
Ayrıca bu ayet, “nimet” kavramını yeniden tanımlar. Nimet, sadece para, kariyer, diploma değildir. En büyük nimet, hidayettir; yani doğruyu bilmek ve onu yaşamaya çalışmaktır. Genç, bu ayeti her okuyuşunda aslında “Allah’ım, beni peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve salihlerin yoluna dahil et. Beni bilip de yaşamayanların ve hiç aramayanların yolundan uzak tut.” demiş olur.
Surenin sonunda “Âmin” deriz. “Âmin”, “Allah’ım, bu duayı kabul buyur.” demektir. Bütün bir Fâtiha’yı okuduktan sonra, gencin kalbiyle beraber dili de bu duaya imza atar. Rabbimiz de kulunun bu samimi duasını işitir ve onu sırat-ı müstakimde tutmak için nice vesileler yaratır.
SONUÇ: GENÇLİK VE FÂTİHA’NIN HAYAT PROGRAMI
Fâtiha Suresi, sadece namazda hızlıca okunan bir “görev metni” değil; bir gencin hayatını baştan sona kuşatan bir programdır. Birinci ayet, her işe “Bismillah” ile başlamayı, yani hayatı Allah merkezli yaşamayı öğretir. İkinci ayet, şikâyetçi değil, şükredici bir kalp inşa eder. Üçüncü ayet, Allah tasavvurunu korku ve nefret üzerine değil, rahmet ve ümit üzerine kurar. Dördüncü ayet, adalet duygusunu besler, haksızlıklar karşısında sabrı ve direnci güçlendirir. Beşinci ayet, kulun kimliğini belirler: “Ben sadece Sana kulluk ederim, yardımımı da Senden beklerim.” Altıncı ayet, hayatın her aşamasında hidayeti yeniden ve yeniden istemeyi öğretir. Yedinci ayet ise, bu yolculukta kimlere benzeyeceğimizi, kimlerden uzak durmamız gerektiğini gösterir.
Genç bir insan, Fâtiha’yı her okuduğunda kendine şu soruları sorabilir:
“Ben bugün Bismillah diyerek mi başladım işe?”
“Bugün hamd ettiğim şeyler nelerdi?”
“Allah’ı nasıl tanıyorum, O’nu sadece korkulacak biri gibi mi görüyorum, yoksa rahmet sahibi Rabbim olarak mı?”
“İçimdeki adalet duygusunu Allah’a havale edebiliyor muyum?”
“Kulluk bilincim, sadece ritüellerle sınırlı mı, yoksa hayatımı bütünüyle kuşatan bir teslimiyet mi?”
“Hangi yoldayım? Kimin izinden yürüyorum?”
Fâtiha, bir genç için her gün yeniden okunması, her gün yeniden düşünülmesi gereken bir aynadır. Bu aynaya baktıkça insan, Rabbini daha iyi tanır, kendini daha iyi anlar ve hayatını daha bilinçli yaşar. Fâtiha’yı sadece dudaklarımızla değil, kalbimizle, aklımızla, hayatımızla okumak duasıyla:
Allah’ım, bizleri Fâtiha’yı sadece dilimizde değil, kalbimizde ve hayatımızda yaşayan gençlerden eyle. Bizi kendilerine nimet verdiğin kulların yoluna dahil eyle. Bizi ne gazaba uğrayanlardan, ne de sapıp gidenlerden eyle. Âmin.
