Al-i İmran Suresi 103. Ayetin Tefsiri

Al-i İmran Suresi 103. Ayetin Tefsiri

Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Salât ve selâm, kalpleri dağıklıktan vahdete, düşmanlıktan kardeşliğe çeviren Kur’an’ın canlı tefsiri Efendimiz Muhammed Mustafa’nın üzerine olsun.

“وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا…
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanıp ayrılmayın…” (Âl-i İmrân, 103)

Bu ayet, sadece bir ahkâm cümlesi değildir; o, ümmetin yeryüzündeki varlık sebebini, birlik şuurunu, kardeşlik ahlâkını ve kurtuluş reçetesini tek nefeste anlatan ilâhî bir manifestodur. Üç temel vurgusu vardır: “sarılmak”, “Allah’ın ipi” ve “tefrikadan kaçınmak”. Sonra da bu emrin zemine nasıl indiğini anlatan tarihî bir sahne gelir: Düne kadar birbirine düşman olan yüreklerin, bugün aynı safın kardeşleri oluşu…

Allah’ın ipine sarılmak: Bir kavramın kalbe inişi
“İ’tisâm”, yani “وَاعْتَصِمُوا”, sadece tutmak değil; sığınmak, bağlanmak, korunmak demektir. Boğulmak üzere olan bir insanın son umutla uzanan eline dolanan halat gibi; koparsa hayatın biteceği, bırakılırsa savrulmanın kaçınılmaz olduğu bir bağ… Mümin, dünyayı böyle okur: Fırtınalı bir gemideyiz ve bu geminin güvertesinde ayakta kalmanın tek yolu, Allah’ın uzattığı “hablullah”a, yani ilâhî ip’e sarılmaktır.

“Hablullah nedir?” sorusuna müfessirler farklı boyutlarıyla cevap vermişlerdir: Kimine göre Kur’an’dır, kimine göre İslam’ın bütünü, kimine göre Allah’a verilen ahd u misak, kimine göre ise bunların hepsini içine alan tevhid bağıdır. Farklı izahlar, farklı manalar değil, aynı hakikatin farklı katmanlarıdır. Çünkü Kur’an da, din de, tevhid de Allah’a bağlayan aynı ipliğin değişik lifleri gibidir.

Bu ip, semadan yere uzanan bir bağdır. İnsan, gökle bağını kaybettiğinde, yeryüzünde kaç istinat noktası bulursa bulsun, içten içe boşlukta kalır. Ayet, işte bu kopuşu engellemek için, önce yönü belirliyor: “Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sarılın.” Yani kopuk kopuk, dağınık, bireysel bir dindarlık değil; omuz omuza, saf saf, cemaat ruhuyla, ümmet olma bilinciyle bir “sarılış”…

Cemaat halinde sarılmak: İmanın sosyal boyutu
Ayette “cemî‘an” ifadesinin kullanılması tesadüf değildir: “Hep birlikte sarılın.” İslam, sadece fertlerin tek tek kurtuluş projesi değil; aynı zamanda bir ümmet, bir medeniyet ve bir topluluk inşa etme projesidir. Bir tek parmağın kırılması ne kadar kolaysa, yumruk haline gelmiş bir elin kırılması o kadar zordur. Müminler, Allah’ın ipine birer birer değil, hep birlikte tutunduklarında, o ip, fertleri aşan bir kuvvete dönüşür.

Bu, bize bir hakikati hatırlatır: Kur’an’ın istediği birlik, sadece sloganla, afişle, genel kurullarla sağlanan bir birlik değildir. İmanın, ibadetin, ahlâkın ve adaletin paylaşıldığı, hak merkezli bir birliktir. Aynı kıbleye dönmek, aynı kitaba iman etmek, aynı peygamberin izinde yürümek, beraber sevinmek ve beraber üzülmek… Bunlar gerçekleşmeden “hep birlikte sarılma” sadece dilde kalan bir temenni olur.

Tefrikadan sakındırılmak: Bir günahtan daha fazlası
Ayet, emrin hemen ardından yasağı getirir: “وَلَا تَفَرَّقُوا – Parçalanıp ayrılmayın.” Tefrika; sadece fikir ayrılığı değil, kalplerin ayrı düşmesi, safların çözülmesi, kardeşliğin kırılmasıdır. Müslümanların görüş farklılıkları rahmettir; rahmet olmayan, bu farklılıkları düşmanlığa, kin ve gurura dönüştüren tavırdır.

İlim, hikmet ve tefekkürle beslenen bir farklılık, ümmeti zenginleştirir; ama nefisle, kibirle, grupçulukla beslenen ayrışma, ümmeti içeriden çürütür. İşte bu yüzden tefrika, sıradan bir ahlâk kusuru değil; ayetin üslubunda, doğrudan yasaklanan ve ümmetin çöküş sebeplerinin başına konan ağır bir hastalıktır.

Tefrikanın en tehlikeli boyutu, “hepimiz Allah’a inanıyoruz” derken kalplerde birbirine karşı sevginin ve güvenin kaybolmasıdır. Birbirini ötekileştiren, küçümseyen, hakikati kendi dar kabuğuna hapseden bakış, Allah’ın ipine değil, kendi ipine sarılmış olur. Böyleleri, adeta ipi kendi tarafına çekmeye çalışır; halbuki ip tek, Rab tek, Din tek, hedef tek olmalıdır.

Tarihten bir sahne: Düşmanlıktan kardeşliğe
Ayetin devamı, bu ilâhî emri tarihle somutlaştırır:

“Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da O, kalplerinizin arasını bulup uzlaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Siz ateşten bir çukurun tam kenarındaydınız da O sizi oradan kurtardı…”

Bu cümleler, özellikle Medine’deki Evs ve Hazrec kabilelerinin tarihine bir ayna tutar. Yıllarca süren kan davaları, bitmeyen savaşlar, küçük bir kıvılcımla yeniden alevlenen kinler… Birbirlerinin evlatlarını, kardeşlerini, babalarını toprağa veren bu insanlar, aynı şehrin sokaklarında yan yana yaşasalar da, kalben kıyamet kadar uzaktılar. İşte tam o zaman Allah, onlara Peygamber’ini gönderdi; Kur’an indi; “hablullah” uzatıldı.

Efendimiz’in davetiyle, aynı safta namaza duran, aynı sofrayı paylaşan, aynı kıbleye yönelen bu eski düşmanlar, “ensar” diye anılan bir kardeşliğin çatısı altında buluştular. Ayet, bu dönüşümü anlatırken kuru bir tarih bilgisi sunmaz; kalplere seslenir: “Siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız.” Sadece kavmî bir savaş değil, ahiret hesabıyla bakıldığında, az daha cehennemin eşiğinden yuvarlanacak bir haldeydiniz. Allah sizi hem dünyada kabile savaşlarının karanlığından, hem de ahirette ateşin çukurundan kurtardı.

Bu, her çağın Müslümanına verilen bir derstir: Biz de, imanı zayıflatan her düşünceyle, fitne yayan her dil ile, kardeşliği bozan her tavırla ateşin kenarında dolaşıyoruz. Bizi birbirimize düşman eden her ideoloji, her kirli propaganda, her menfaat hesabı, o çukurun kenarını biraz daha kayganlaştırıyor. Kurtuluş, Allah’ın ipine sarılmakta; yani Kur’an’ın ahlâkıyla ahlaklanmakta ve Resûlullah’ın ümmeti olduğumuzu unutmamaktadır.

Ayetteki üç büyük sahne
Bu ayet, adeta üç resim çizer:

Birinci sahne: Yüksekten uzanan sağlam bir ip ve o ipe hep birlikte tutunan insanlar. Bu sahnede, birlik, dayanışma ve Allah’a bağlılık vardır. İp; aklı, kalbi, toplumu ve tarihi Allah’a bağlayan ilâhî bir bağdır. Bu sahne, ümmetin ideal halini gösterir.

İkinci sahne: Düne kadar birbirine kin kusan, kan döken, en ağır sözleri sarf eden insanların, bugün birbirine “kardeşim” diye sarılışı… Burada Allah’ın kalplerde yarattığı mucizevi değişim, hidayet ve ülfet nimeti anlatılır. İnsan, kendi hâlini düşünür: Bir zamanlar günaha, hevâya, nefsin peşine düşmüşken, bugün secdeye kapanan alnı, Kur’an’la yumuşayan kalbi ve müminlere karşı duyduğu muhabbetiyle nasıl da değişmiştir. Bu değişim, kulun değil, Allah’ın lütfudur.

Üçüncü sahne: Ateşten bir çukurun kenarı… Kişi, tam düşecekmiş gibi… Son anda uzatılan bir el, tutulan bir ip, çekilip alınan bir beden… Bu sahnede ise kurtuluşun aciliyeti ve ciddiyeti anlatılır. İman nimeti, sıradan bir süs değil; cehennem çukurundan kurtuluş ipidir. Onu bırakmak, kasıtlı bir intihara benzer.

İlmin, hikmetin ve ahlâkın gölgesinde birlik
Âyet, sonunda şöyle buyurur: “İşte Allah, hidayete eresiniz diye ayetlerini size böyle açıklar.” Demek ki bu ayet, sadece duygusal bir kardeşlik çağrısı değil; hidayet yolunu aydınlatan ilmi bir pusuladır.

Bu pusula bize şunları fısıldar:

Allah’ın ipine sarılmak, Kur’an’a yabancılaşmamak demektir. Kur’an’ın sesini hayatın kenarına, caminin duvarına, sadece törenlerin açılışına hapsetmek değil; evde, sokakta, okulda, mecliste, ticarette, siyasette, kalemde, ekranda, kürsüde, her alanda Kur’an’ın ahlâkını diriltmektir.

Tefrikadan kaçınmak, “herkesin benim gibi düşünmesi” anlamına gelmez. Bu, imkânsız ve hatta yanlış bir beklentidir. Asıl olan, farklılıkların içinde ortak zemini korumak, Allah ve Resûlü’nün çizdiği sınırları aşmamak, hakkı hakikatin tek ölçüsü bilmek ve kalplerde kardeşliği zedelememektir.

Kardeşlik ise sadece duygusal bir sıcaklık değil; hukuku olan bir bağdır. Mümin, kardeşinin izzetini kendi izzetinden aşağı görmez. Onun ayıbını örtmeyi, onun ihtiyacını gidermeyi, onun hatasında nasihatle yanında durmayı, gıyabında da şerefini korumayı bir iman borcu bilir. Böyle bir ahlâk, tefrikanın kökünü kurutur.

Bugünün dünyasında ayetin çağrısı
Modern çağda, ümmet; sınırlar, ideolojiler, mezhepler, etnik kimlikler, çıkar hesapları, medya algıları ve küresel kuşatmalar arasında parçalanmış bir halde. Aynı kıbleye dönen kalpler, farklı ekranlardan aynı ezanı dinleyen diller, ne yazık ki zaman zaman aynı sofrayı paylaşamaz hale getirilebiliyor. İşte tam da bu manzaranın ortasında, Âl-i İmrân 103. ayet, tarihten değil, doğrudan kalbimize konuşuyor:

“Allah’ın ipine hep birlikte sarılın ve ayrılığa düşmeyin!”

Bu emir, bizi pasif bir romantikliğe değil, aktif bir çabaya çağırır. Aklını, kalbini ve iradesini Kur’an’a göre terbiye eden mümin; kardeşini ötekileştiren dili, fitne taşıyan sözü, ümmeti aşağılayan üslubu terk eder. İlim meclislerini, zikir halkalarını, gençlik programlarını, vakıf ve dernek çalışmalarını, mahalle dayanışmalarını, ümmet bilincini güçlendiren hayat laboratuvarlarına çevirir.

İlim, edep ve takvâ üzerine yükselen birlik, kolay kolay yıkılmaz. Çünkü o birlik, çıkarın değil, rızânın; gururun değil, kulluğun; nefislerin değil, Rahman’ın etrafında toplanan bir birliktir.

Son dua ve niyaz
Âl-i İmrân Suresi’nin bu muhteşem ayeti, bize üç şeyi aynı anda öğretiyor: Allah’a sıkı bağlanmadan insana sağlıklı bağlanılamaz, Allah’ın ipine birlikte tutunmadan ümmet olunamaz ve tefrikadan uzak durmadan hidayet çizgisi korunamaz.

Rabbimizden niyazımız şudur: Bizleri Kur’an’ın ipine sımsıkı sarılan, o ipi kendi hevâsına göre eğip bükmeyen, kardeşinin elini itmeyen, kalbini kırmayan, tefrikaya kapı aralamayan kullarından eylesin. Dün düşman iken kardeş olan sahabe neslinin izinde, bugün dünyanın dört bir yanında, aynı derdin ve aynı sevdânın çocukları olarak bizi yeniden buluştursun.

Kalplerimizi birleştiren O’dur; bizi ateş çukurunun kenarından kurtaran O’dur; ayetlerini bize açıklayan, hidayetin yolunu gösteren yine O’dur.

“Rabbimiz! Kalplerimizi hidayet ettikten sonra onları eğriltme; bize katından rahmet bağışla. Şüphesiz lütfu bol olan Sensin.” (Âl-i İmrân, 8)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir