ÂDÂB-ı MUÂŞERET
Âdâb kelimesi Arapça’da isim olan edep sözcüğünün çoğuludur. Muâşeret kelimesi de “iyi geçinme” anlamına gelen işret kökünden türetilmiştir. Sözlükte “içtimaî yaşayış bilgisi ve usulleri ile görgü kuralları”, “toplum içinde yaşayan insanın, birlikte bulunduğu diğer insanlarla uyum içerisinde yaşamasını sağlayacak davranış usul ve şekilleri” olarak tanımlanmaktadır. Arapça’da “şehir” mânasındaki medine kelimesinden gelen medenî kavramı daha çok âdâb-ı muâşeret kaidelerine uyan kimse için kullanılmaktadır.
Türk-İslam geleneğinde âdâb-ı muâşeret toplum içerisinde insanların daha nezih bir şekilde yaşamalarına imkân sunan kişiyi toplum içerisinde yüksek ve saygın bir seviyeye ulaştıran âdâb-ı muâşeret, kişinin nezaket kurallarını içselleştirip hal ve davranışlarında ölçülü olmasını sağlayan ve nerede nasıl davranması gerektiğini öğreten kurallar bütünü olarak değerlendirilebilir. Klasik İslam kaynaklarında da rastlanmakla birlikte âdâb-ı muâşeret kavramı Osmanlılar’da Batılılaşma döneminde daha çok kullanılmıştır.
Âdâb-ı muâşeret toplumun inanç, örf, âdet ve geleneklerinden beslenerek zaman içerisinde oluşur. Dolayısıyla her toplumun anlayışı birbirinden farklı olabilir. İnsan-adap-mekân ilişkisiyle şekillenen âdâb-ı muâşeret kamusal ve özel alan bağlamında değerlendirilebilir. Bu alanlarda sergilenen âdâb-ı muâşeret kaideleri farklı olsa da bir zihniyet ve algının insandan topluma, mekândan kente doğru seyreden yaşantı ve davranış biçimlerini yansıtır.
Bir topluma ait âdâb-ı muâşeret kaidelerinin başka toplumları etkilemesinde ticaret, savaş, göç, din değişikliği gibi birçok unsurun rolü vardır. Mesela XVI-XIX. yüzyıl Batı Avrupası’nda, Ortaçağ’ın şövalyelik kodları, yerlerini, sosyal davranış kurallarına bırakmıştır. Bu dönüşüm Avrupa’nın dünya üzerindeki hakimiyeti, sanayi devrimi, teknolojik araçlar, sermaye birikimi sonrasında yaşanan sömürgecilik faaliyetleri ile Batı dışı toplumlara intikal etmiştir.
İslam’da âdâb-ı muâşeret kaidelerinin temelini Kur’an-ı Kerim ve sünnet oluşturur. Kur’an-ı Kerim’in müslümanlara öğrettiği adap ve ahlak bütün zamanları ve mekânları kapsayan evrensel hayat düsturlarını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de âdâb-ı muâşeretle ilgili çok sayıda âyet mevcuttur. Yine hadis kitaplarında, “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Bir”, “Kitâbü’l-Câmi‘”, “Kitâbü Hüsni’l-Hulk” veya “Bâbü’l-Edeb” gibi özel başlıklar altında Hz. Peygamber’in bizzat yaşadığı ve ümmetine tavsiye ettiği adap ve ahlak kaideleri yer alır. Allah’a ve Peygamber’e saygı, karşılıklı sevgi ve saygı, Allah için sevmek ve buğzetmek, güzel ahlak sahibi olmak, misafirperverlik, komşu hukukuna uymak, temiz kalplilik, asılsız haberlere karşı dikkatli olmak, dargınları barıştırmak, kardeşlik hukukuna riayet etmek, kendisi için istediğini başkası için de istemek, alay etmemek, kötü lakap takmamak ve ayıplamamak, suizanda bulunmamak, özel hayatı araştırmamak, gıybet etmemek, kavmiyetçilik yapmamak, öfkeyi kontrol etmek, alacak verecek hususunda hoşgörülü davranmak, yönetimde adaleti sağlamak, kötü sözlerden sakınmak bu âdâb-ı muâşeret kaidelerinden bazılarıdır.
Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır ve yarattığından da en güzel şekilde davranmasını bekler. İslam âdâb-ı muâşeretinin özü kabul edebileceğimiz bu ilke müslümanların hayatının her anına sirayet eder. İslam’da mülkün asıl sahibinin Allah olduğunu bilmek edepten sayılır. Müslümanlar Allah’ın ve Hz. Peygamber’in koyduğu kuralları kesin emir olarak görürler ve bu emir ve kaideleri hayatlarının bir parçası haline getirirler. Hz. Peygamber’in başlattığı şehir kültürünü müslümanlar komşuluğu ve komşuluk ilişkilerinin mahrem ve ulvî şekilde yaşamalarına imkân verecek şekilde sürdürmüşlerdir.
Batı toplumlarında beşerî ilişkilerin daha rahat kurulmasını sağlamak için ihtiyaç duyulan âdâb-ı muâşeret kaideleri müslüman toplumlarda Allah’ın insana verdiği değerin takdiri ve kadrinin bilinmesinin tezahürü olarak düşünülür. Sınıfsal bir toplum olan Batı toplumunda âdâb-ı muâşeret ayırımı çok keskindir ve şehirliler için köylü davranışları kaba ve basittir. Dolayısıyla Ortaçağ’da asiller, toprak sahipleri ve selflerin, sanayi devriminde patronlar ve işçilerin, postmodernitede ise elitler ve diğerlerinin âdâb-ı muâşeretleri biçim ve öz itibariyle birbirinden farklıdır. İslam’da insanın değeri maddi ölçülere göre değil takva yani züht üzerinden belirlendiğinden ve kimin daha değerli olduğunu en iyi Allah’ın bildiğinden müslüman toplumunda Batı toplumlarındaki keskin ayrımlar görülmez.
Âdâb-ı muâşeret mutasavvıflar arasında edep “sınırsız fedakârlık ve titiz itaat” mânasına da gelir. Edebe uygun davranış tasavvufî hayatta çok geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Tarikatlarda sufiler davranışlarını “adap”, “adap ve usul”, “adap ve erkân” gibi belirli kurallar çerçevesinde düzenlemişlerdir. Mutasavvıflar için sadece ahlakî bir olgu olmayan edep yürünecek yolun adıdır. Tasavvufta edep genel olarak zâhirî ve bâtınî diye ikiye ayrılmış ve insandaki bu iki yönün de düzeltilmesine çalışılmıştır. Tasavvufta edep o kadar önemlidir ki her dergâhta “Edep yâ hû” sözü yazılıdır. Edebin en yüksek insanî değer olduğuna Yunus Emre, “Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep/Dediler ilim geride, illa edep illa edep” dizeleriyle dikkati çekmiştir. Edebe aykırı davrananları nezakete davet etmek de adaptan sayıldığı için bu konuda yaşanan meşhur olayların birinde Urfalı şair Nâbî, “Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dur bu/Nazargâh-ı ilâhîdür makam-ı Mustafâ’dur bu” sözleriyle başlayan şiirinde devlet adamlarından birinin ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyumasını eleştirmiştir.
Âdâb-ı muâşeret konusunda İbnü’l-Mukaffa’ın el-Edebü’l-Kebîr ve el-Edebü’s-Sağîr, Mâverdî’nin Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn, Gazzâlî’nin İhyâü Ulûmi’d-Dîn, Nasîrüddîn Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî adlı eserleri yazılan ilk dönem kitaplardandır. Âdâb-ı muâşerete uygun kurallar zaman içerisinde hikâye, şiir, deyim, vecize ve atasözleri gibi edebî türlere konu olup vurgulanmıştır. Türkler’de bunun örnekleri çoktur. Mesnevî, Yunus Emre Divanı, Gülistân ve Kabûsnâme gibi eserlerde hem halk için hem de havas ehli için çok sayıda adâb-ı muâşeret kuralı görmek mümkündür. Dede Korkut Hikâyeleri’nde beylerin, misafirlerin oturma düzeni ile ilgili bahisler vardır. İnsanla ilgili her şeyi büyük bir titizlik ve önemle ele alan Hoca Ahmed Yesevî ise insanlara saygılı davranmış, güzel şekilde hitap etmiş, hürmet ve muhabbetle dinlemiştir.
Müslüman için âdâb-ı muâşeret Allah’ın rızasına uygun yaşamaktır. Nitekim müslümanlardan âdâb-ı muâşeret kaidelerini uygularken başkalarını kırmadan, minnet hissi uyandırmadan, benlik duygusunu öne çıkarmadan uygulamaya çalışmaları beklenir. Büyük bir coğrafyaya sahip olan Osmanlı Devleti toprakları üzerinde farklı dil, din, ırk ve renklere mensup insanlar yaşamaktaydı. Bu yüzden Osmanlı toplumunda farklı âdâb-ı muâşeret kurallarına rastlanılabilmekte ve farklı yerleşim yerlerinde bu kurallar kısmen farklılaşabilmekteydi. Mesela Osmanlı Devleti’nin başşehri olan İstanbul, konumundan dolayı önemli bir ticaret, sanayi, kültür şehri olmuştur. Bu sebeple şehir âdâb-ı muâşeret kaideleri bakımından oldukça renklidir ve pek çok alanda ölçü belirleyici bir kaynaktır. Nitekim İstanbul usulü, İstanbul efendisi, İstanbul Türkçesi gibi tanımlamalar bunlardan bazılarıdır.
Klasik dönem Osmanlı toplumunda âdâb-ı muâşeret kuralları genellikle aile ve toplum içinde, eğitim ve tecrübe yoluyla öğrenilmekteydi. Toplumun ihtiyaç duyduğu davranış kaidelerini anlatan adap metinleri aynı zamanda toplumsal hiyerarşiyi de yeniden üreterek insan ilişkilerini etkiler. Lutfi Paşa’nın Âsafnâme, Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî, Bedr-i Dilşâd’ın Muradnâme, Ali b. Hüseyin Amâsî’nin Tarîku’l-Edeb, Revânî’nin İşretnâme, Âlî Mustafa Efendi’nin Mevâidü’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis, Kâtip Çelebi’nin Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ehak adlı eseri âdâb-ı muâşeret konusunda yazılan başlıca eserlerdir. Şair Nâbî’nin Hayriye, Sünbülzâde Vehbi’nin Lutfiye adlı eserlerinde de muâşeret konularına değinilmiştir. Ayrıca nasihatname (pendname), kabûsname, siyasetname, âyinnâme gibi başlıklar taşıyan eserlerle “edep”, “adap” başlıklı kitaplarda âdâb-ı muâşeret konularına yer verilmiştir.
Âdâb-ı muâşeret kaideleri daima aynı kalmamakta toplumların diğer toplumlarla yakınlaşması ve etkileşmesi sonucunda kısmen veya tamamen değişebilmektedir. Osmanlı Devleti’nin kurulmasından İstanbul’un fethine kadar devam eden örf ve âdetler daha çok Anadolu’da kurulmuş olan Türk devletlerinden miras alınan değerlerdir. İstanbul’un fethinden sonra imparatorluk kültürünün etkisiyle bunlar giderek değişmiş ve ufak tefek farklılıklarla Lâle Devri’ne kadar gelmiştir. III. Ahmed döneminde âdâb-ı muâşerette önemli değişimler yaşanmaya başlanmış ve bu değişim hızını giderek arttırmıştır. II. Mahmud döneminde ise değişim artık yeni davranış kalıplarına ve biçime girecek kadar artmıştır. Osmanlı toplumu yavaş yavaş alafrangalığa da rağbet etmeye başlamıştır. Nitekim XIX. yüzyıldan itibaren özellikle İstanbul’da âdâb-ı muâşeret büyük ölçüde Avrupa muaşereti üzerinden tanımlanmıştır. Bu da zaman zaman tartışmalara yol açmıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren ulaşım ve haberleşme imkânlarının gelişmesi, yayın faaliyetlerinin artması, devlet merkezli eğitimin yaygınlaşması gibi gelişmeler Osmanlı toplumunun hayat tarzının daha hızlı değişmesine zemin hazırlamıştır. Osmanlı devlet erkânı Avrupa âdâb-ı muâşeretini öğrenmiş ve bunu da İstanbul’da rahatça sergilemiştir. Avrupa’nın muâşeret kaideleri Meşrutiyet döneminden itibaren toplumu oluşturan bireylerin, zihinsel ve düşünsel alandaki değişimlerine kapı aralamıştır.
XIX. yüzyıl öncesinde daha çok yüksek zümre için yazılan âdâb-ı muâşeret kitapları bu yüzyıldan itibaren vatandaşlar için de yazılmaya başlanmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde yazılan âdâb-ı muâşeret kitapları arasında Amasyalı İbrâhim Edhem’in Rehber-i Müsafirîn ve Âdâb-ı Muâşeret, Hasan Bahri’nin Centilmen: Âdâb-ı Muâşeret, Ahmed Midhat Efendi’nin Avrupa Âdâb-ı Muâşereti Yahud Alafranga, Ali Seydi’nin Terbiye-i Ahlakiye ve Medeniye ile Abdülaziz Bey’in Âdât ve Merasim-i Kadime: Tabirat ve Muamelât-ı Kavmiye-i Osmaniye, Mehmed Emin’in Âdâb-ı Muâşeret Nasıl Hâsıl Olur, Lütfi Simavi’nin Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret adlı eserleri ile Resulzâde Hüseyin Hüsnü’nün Nezaket ve Usûl-i Muâşeret: Kavâid-i Âdâb, Çençenzâde Hakkı Antakyalı’nın Zarafet ve Ahmed Cevad’ın Rehber-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Muâşereti adlı çevirisi sayılabilir. Avrupa davranış literatürüyle olan yakınlığına rağmen Osmanlı âdâb-ı muâşeret literatürü Osmanlılar’a özgü kurallar çerçevesinde şekillenmiştir. Fakat gelenekte bir ahlak meselesi olan âdâb-ı muâşeret daha dünyevî bir boyuta taşınarak nezaket ve ahlak açık bir şekilde birbirinden ayrılmıştır. Âdâb-ı muâşeret eğitimi II. Meşrutiyet döneminde ders müfredatına girmiştir. Ayrıca bu dönemde Batılılaşma’yı savunanlar Avrupa âdâb-ı muâşeretini yayma konusunda İçtihat yayınları ve Yirminci Asırda Zekâ mecmuası gibi çeşitli yayın girişimlerinde de bulunmuşlardır.
Türkler’de ve diğer müslüman milletlerde, Batılılaşma sürecine kadar, âdâb-ı muâşeret kuralları daha çok toplumun özünden kaynaklanmaktaydı. Bu öz edebiyattan sanata, mimariden mutfağa kadar birçok farklı alana yansımıştır. Ancak Batılılaşma sürecinde Avrupalılara karşı bir hayranlık ve özenti oluşturulmuştur. Cumhuriyet’in ilanından sonra “muasır medeniyet” anlayışı çerçevesinde sosyal hayatın hemen her alanında “asrî”leşmek bir davranış formu olarak benimsenmiştir. Batı’yı örnek alarak oluşturulmaya çalışılan bu âdâb-ı muâşerette ilk önemli değişimin 1950’li yıllarda çok partili hayata geçiş ve köyden şehre göçün artmasıyla olduğu söylenebilir. Ayrıca zaman zaman yaşanan askerî darbeler sonrasında toplumsal hayatın düzenlenmesine yönelik çeşitli kararların alındığı görülmektedir. Özellikle 1980’den sonra başlayan liberal ekonomik politikalar, köyden şehre göçün hızlanması, iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, televizyonun yaygınlaşması âdâb-ı muâşeret kaidelerinin hızlı bir şekilde değişmesine zemin hazırlamıştır.
2000’lerden sonra iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı değişim, küreselleşme, medya”>sosyal medya uygulamalarının giderek yaygınlaşması yeni muaşeret kaidelerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Millî Eğitim Bakanlığı 2023-2024 eğitim öğretim yılından itibaren temel eğitim kademesinde yeniden “görgü kuralları ve nezaket dersi” ortaöğretim kademesinde ise “âdâbı muâşeret” adıyla dersler koymuştur. Bu derslerle öğrencilere çeşitli durumlarda uyulması gereken ve yazılı olmayan toplumsal kuralların öğretilmesi, böylece beşerî ilişkilerin güçlendirilmesi ve sosyal hayatın kolaylaştırılması planlanmaktadır.
Kaynakça
Abdülaziz Bey. Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri: Âdât ve Merasim-i Kadime, Tabirat ve Muamelât-ı Kavmiye-i Osmaniye. haz. K. Arısan – D. Arısan Günay. İstanbul 1995.
Altunbay, Müzeyyen. “Temel Bir Değer Olarak Dede Korkut’ta Misafirperverlik ve İzzeti İkram”. Akademik Bakış. sy. 56 (2016), s. 359-371.
Atmaca Can, Aynur. “Prof. Dr. Sadettin Ökten ile Şehir ve Âdâb-ı Muâşeret Üzerine Söyleşi”. Şehir ve Düşünce. sy. 12 (2018), s. 12-15.
Başboğa, Sevcan. Erken Cumhuriyet Dönemi Çocuk Dergilerinde Bedeni Ahlaki ve Terbiyevi Özellikleriyle İnşa Edilen Çocuk. Dr.T, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2018.
Hanioğlu, M. Şükrü. “Batılılaşma”. DİA. 1992, V, 148-152.
Meriç, Nevin. Âdâb-ı Muâşeret: Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi (1894-1927). İstanbul 2007.
a.mlf. “Şehir ve Âdâb-ı Muâşeretin Halleri”. Şehir ve Düşünce. sy. 12 (2018), s. 73-80.
Tebliğler Dergisi. sy. 2790-Ek, Eylül 2023.
Özcan, Azmi (haz.). Kültürümüzde Adab-ı Muaşeret. Bilecik 2015.
Tunç Yaşar, Fatma. Alafranga Halleri: Geç Osmanlı’da Âdâb-ı Muâşeret. İstanbul 2016.
a.mlf. “Osmanlı İstanbul’unda Âdâb-ı Muâşeret”. Şehir ve Düşünce. sy. 12 (2018), s. 90-97.
a.mlf. “Âdâb-ı Muâşeret”. DİA. 2020, EK-1, s. 34-36.
Uludağ, Süleyman. “Edep (Tasavvuf)”. DİA. 1994, X, 414-415.
Ural, Tülin. 1930-1939 Arasında Türkiye’de Adab-ı Muaşeret, Toplumsal Değişme ve Gündelik Hayatın Dönüşümü. Dr.T, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2008.
Yıldız, Kerime. “Alafranga Muâşeretin Mesîre Yerlerine Yansıması”. Şehir ve Düşünce. sy. 12 (2018), s. 98-103.
Yılmaz, Musa Kazım. “Hucûrât Suresinin Öne Çıkardığı Âdâb-ı Muâşeret”. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. sy. 38 (2017), s. 1-30.