Allah’ın 99 ismi – Esma’ül Hüsna

Allah’ın 99 ismi – Esma’ül Hüsna

ÖNSÖZ
Rahmetin İsimleriyle Başlayan Bir Yolculuk

Her çağda insanlar, mutlak gerçeği aradı. Kimisi göğe baktı yıldızlarda aradı O’nu, kimisi toprağın bereketinde… Kimisi suskun gecelerde kalbini dinledi, kimisi kelimelere dokundu. Ama neye baktıysa, sonunda aynı hakikate vardı: Varlık denen muazzam orkestrayı yöneten bir Kudret Vardır. İşte bu kudretin, bu aşkın varlığın en latif tecellileri Esmâü’l-Hüsnâ‘dır.

Esmâü’l-Hüsnâ, Allah’ın Kur’an ve hadislerde bildirilen en güzel isimleridir. Bu isimler sadece birer sıfat yahut tanım değil; kulun Rabbiyle kurduğu gönül bağıdır. Her bir isim, kulluğun bir kapısıdır. Kimisi kalbi şifalandırır, kimisi aklı sarsar, kimisi gözyaşını durdurur. Ama hepsi Allah’a yaklaştırır.

Bu eser, 99 ilahî ismin sadece anlamlarını değil; onların hayatla, kalple ve kullukla nasıl birleştiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Her isim; edebî bir dille, ilmî bir derinlikle, tefekkürle ve iç yakıcı bir sevdayla açıklanmıştır. Çünkü bu isimler, sadece düşünülmez; yaşanır, hissedilir, zikredilir.

Bazen bir mahkûmun zindanda söylediği “El-Fettâh” duası olur bu isimler… Bazen çaresiz bir annenin “Er-Rahmân” diye fısıldayışı… Bazen de secdede yere kapanan bir âşığın “El-Gafûr” niyazıdır.

Bu satırlarda, sadece Allah’ı tanımaya değil; aynı zamanda kendini bulmaya da davet var. Çünkü kişi Rabbini tanıdıkça, kendi yerini, acziyetini, kulluğunu da tanır. Bu yüzden bu yazılar, sadece ilahiyat metinleri değil; aynı zamanda kalbe dokunan birer dua, birer teselli, birer ikrardır.

Ey bu satırları okuyan,
Rabbini tanımaya,
O’nu sevmeye,
O’nunla yaşamaya
ve O’na dönmeye hazırsan…

“İsmiyle başlayan her şey rahmettir.”

Bu yolculuk da Rahmân’ın adıyla başladı.
O halde, okuyalım, anlayalım, yaşayalım.
Ve sonunda sadece O’na ait olalım.

“O, en güzel isimler kendisine ait olan Allah’tır; O’na o güzel isimlerle dua edin.”
(A’râf Suresi, 180)

1. الله (Allah)

Kelime olarak bütün Esmaü’l-Hüsna’nın kaynağı, özü, tamamlayıcısıdır. “Allah” ismi, O’nun zatını ifade eden, hiçbir mahlûka verilmemiş ve verilemeyecek yegâne isimdir. Kökünde “ilah” yatar; kendisine kulluk edilen, tapınılan, sevilen ve itaat edilen varlık demektir. Fakat “Allah” lafzı, bu anlamın ötesinde, zat-ı akdesiyle eşsiz, tek ve mutlak yüce varlığı ifade eder. O’nu tarif eden her sıfat, bu ismin gölgesinde anlam kazanır. Kur’an’da en çok zikredilen isimdir ve kalpte yankılanan bir tevhid çağrısıdır. “Lâ ilâhe illallah” derken, aslında sadece bir cümle değil, kainatın özünü söylüyoruz.

2. الرحمن (Er-Rahmân)

Merhameti sonsuz olan, rahmetiyle mahlûkatını kuşatan… Rahmân, Allah’ın mutlak ve sınırsız rahmetini ifade eder. Bu rahmet, mümin-kâfir ayırmaksızın herkesi kapsar. Güneşiyle, yağmuruyla, rızkıyla herkesi sarar. Ana rahmine adını verdiği gibi, varoluşun rahmetle yaratıldığını da bize anlatır. “Rahmetim gazabımı geçmiştir” hadisinde, işte bu ismin derinliği hissedilir. Rahmân, her an kalbimize huzur ve güven fısıldayan bir sığınaktır.

3. الرحيم (Er-Rahîm)

Rahmân, genel rahmettir; Rahîm ise özel, sürekli ve müminlere mahsus bir rahmettir. Ahirette sadece müminlere tecelli edecek olan, imanla buluşan kalplere açılacak bir rahmet kapısıdır bu. Er-Rahîm olan Allah, mümin kulunu tevbesiyle affeder, duasına icabet eder ve onu dünya-ahiret güzellikleriyle donatır. Her “Bismillâhirrahmânirrahîm” dediğimizde, hem umumi rahmete hem de hususi inayete sığınırız.

4. الملك (El-Melik)

Mülkün gerçek sahibi, görünen ve görünmeyen tüm alemlerin mutlak hükümdarı… Ne göklerde ne yerde hiçbir şey O’nun mülkü dışında değildir. “Mülk O’nundur, hüküm O’na aittir.” Saltanatın yegâne sahibi O’dur. İnsan, sahip olduğunu sandığı her şeyi emanet olarak taşır; çünkü asıl Melik, her şeyin maliki olan Allah’tır. Dünya saraylarının hükümdarları göçer gider, ama Melik olan Allah’ın mülkü bâkidir.

5. القدوس (El-Kuddûs)

Her türlü noksandan, eksiklikten, kirden ve şüpheden münezzeh olan… Kudüs kökünden gelir; kutsallık, temizlik ve arınmışlık manalarını taşır. O, ne zamana, ne mekâna, ne eksikliğe ne de zafiyete maruz kalır. O’nu tasvir etmeye çalışan her hayal, aslında O’ndan uzaktır. El-Kuddûs, tüm yaratılmışlardan farklıdır ve yaratılmışlara benzetilemez. O, pakların pakıdır.

6. السلام (Es-Selâm)

Barışın, esenliğin, selametin kaynağı… Allah, selâmetin menbaıdır. Es-Selâm olan Allah, mümin kulunu hem bu dünyada hem de ahirette korkudan ve kederden kurtarır. Her selâm verdiğimizde, aslında O’nun bir ismini hatırlarız. Cennetin giriş kapılarında “Selâm!” hitabı yankılanır, çünkü orada artık her türlü sıkıntıdan uzak, sonsuz bir selamet vardır.

7. المؤمن (El-Mü’min)

Güven veren, iman eden kalplere huzur indiren, korkuları gideren… Allah, kullarına güven aşılar, onları korur, destekler. Mümin isminin kökünde “emniyet” vardır. O, kuluna iman nurunu verir, kalbini hidayetle donatır. Karanlıkta yönünü kaybetmiş gönüllere yol gösterir. El-Mü’min ismiyle Allah, kuluna “Ben yanındayım” der adeta.

8. المهیمن (El-Müheymin)

Her şeyi gözeten, her hâlden haberdar olan, her varlığın koruyucusu… Müheymin, hem gözetleyici hem de koruyucu manasını taşır. O, hem içimizi hem dışımızı bilir. Gizli niyetimizi, açık amelimizden ayırmadan hükmeder. O’nun gözetiminden hiçbir yaprak düşmez ki habersiz olsun. Kalbinin en kuytusunda ne saklıyorsan, O onu bilir. İşte bu yüzden El-Müheymin’e sığınan bir kul, kendini daima gözetim altında hisseder.

9. العزيز (El-Azîz)

İzzetin kaynağı, hiçbir güç karşısında eğilmeyen, mağlup edilemeyen… El-Azîz, hem izzet sahibidir hem de izzet verendir. O’nun izni olmadan hiçbir şey ne zarar verir ne fayda sağlar. Zayıf düşmüş bir kalp, izzeti Allah’tan ister. Gerçek güç, halkın değil Hâlık’ın elindedir. O’na dayanan asla zelil olmaz.

10. الجبار (El-Cebbâr)

Kırıkları onaran, eksikleri tamamlayan, aynı zamanda dilediğini zorla yaptıran… Cebbâr, ilk bakışta zorlayıcı gibi algılansa da, aslında kulun içini onaran, yüreğini tamir eden manaya da gelir. Günahlarla harap olmuş bir gönlü tekrar ayağa kaldıran, umutla dirilten Cebbâr’dır. Aynı zamanda zalimleri cezalandırmakta da mutlak kudrete sahiptir. O, hem şefkatle onarır hem de azametle kahreder.

 

11. المتكبر (El-Mutekebbîr)

Azamet sahibi, büyüklükte tek olan, her türlü eksiklikten münezzeh olan… El-Mutekebbîr, kibri kendisine helal, hatta vacip olan tek varlıktır. Kibrin yaratılmışta tezahürü zulümken, Halık’ta tecellisi yücelik ve kudrettir. O, büyüklüğünde eşi benzeri olmayan, kudreti karşısında her varlığın küçüldüğü Zât’tır. Kul kibirlenirse zelil olur, Allah tekebbür ederse hak yerini bulur.

12. الخالق (El-Hâlık)

Her şeyi yoktan var eden, ölçüyle ve hikmetle yaratan… El-Hâlık ismi, yaratma fiilinin ilk adımıdır. Sadece şekil vermek değil, bir şeyi hiçlikten varlığa getirmek, ona kader biçmek ve işlev kazandırmak demektir. Rabbimiz, hiçbir modele ihtiyaç duymadan yaratır. “Ol!” der ve o olur. O, yarattığı her şeyin hem mimarı hem müdebbiridir.

13. البارئ (El-Bâri’)

Yarattığını kusursuzca şekillendiren, birbirinden farklı varlıkları düzenli kılan… El-Bâri’, yaratılanın biçimini veren, ona uyum kazandıran, organlarını yerli yerince yerleştiren kudretin ismidir. Kalp tam olması gereken yerde, beyin korunaklı kemik içinde, göz ışığa duyarlı… Bu kusursuz sanatın arkasında El-Bâri’ vardır. Her varlık, O’nun ustalığını haykırır.

14. المصور (El-Musavvir)

Her varlığa şekil ve suret veren, yarattığına güzellik ve ayırt edicilik katan… El-Musavvir ismi, farklılıkların yaratıcısıdır. Her insanın yüzü farklı, her çiçeğin deseni ayrı, her sesi biricik kılan isimdir. Güzelliğin, estetiğin ve sanatın aslı O’ndandır. Ressamlar, heykeltıraşlar, mimarlar hep O’nun yaratmasından ilham alır ama O’nun tasviri misilsizdir.

15. الغفار (El-Gaffâr)

Günahları çokça ve tekrar tekrar bağışlayan… Kul tökezler, düşer, hata eder ama El-Gaffâr olan Allah kapısını kapatmaz. Aynı günahı defalarca işleyen kul, samimi tevbe ile döndüğünde yine affeder. Gaffâr ismi, ümitlerin tükendiği yerde yeniden başlayan bir rahmet pınarıdır. “Ben kulumun zannı üzereyim” buyuran Rabbimiz, affına güvenen kalbi boş çevirmez.

16. القهار (El-Kahhâr)

Mutlak galip, her şeyi kahreden, dilediğini zelil eden… El-Kahhâr, zorba değildir; adil bir şekilde hükmünü icra eden bir otoritedir. O, azgınları yere seren, kibirliyi kıran, haklının yanında duran kahreden kuvvettir. Gökleri ayakta tutan, zalimin saltanatını alaşağı eden, batılı evirip çökerten bir kudrettir O. Ve bu kahır, adaletin ta kendisidir.

17. الوهاب (El-Vehhâb)

Karşılıksız veren, sürekli ikram eden, lütfu kesintisiz olan… El-Vehhâb, kulunun hiçbir karşılık sunmadan verdiği nimetleriyle anılır. Nefes, akıl, sağlık, aile, iman… Hiçbirini biz hak etmedik; O verdi. Hem de cömertçe, hesapsızca. Dua ederken “Ya Vehhâb!” diyen kul, sadece istemez; lütfa muhtaçlığını itiraf eder.

18. الرزاق (Er-Rezzâk)

Her canlıya rızık veren, geçim kapılarını açan… Er-Rezzâk, rızkı sadece maddi olarak değil, manevi olarak da ulaştırır. Sofradaki ekmek, içimizdeki huzur, zihnimizdeki ilham… Hepsi O’nun taksimidir. Kuşlara sabah rızıklarını ulaştıran, denizin dibindeki balığı doyuran, çölde açan çiçeği besleyen O’dur. “Rızkım kesildi” diyen kul, aslında tevekkülünü yitirmiştir.

19. الفتاح (El-Fettâh)

Açan, hüküm veren, zorlukları kolaylığa çeviren… El-Fettâh, kapalı kalpleri hidayete açar, kapalı kapıları anahtarsız aralar. Zor zamanların yardımcısıdır. Sıkıntının ortasında umut, kilitli kaderin anahtarıdır. Mahkemede adaletle hükmeden hâkim gibi, kader sayfalarını adaletle açan odur. “Fettâh” olan Allah, her sabah yeni bir başlangıçtır.

20. العليم (El-Alîm)

Her şeyi hakkıyla bilen, ilmi sınırsız olan… El-Alîm, görüneni de bilendir, görünmeyeni de… Kalpten geçen düşünceyi, gözyaşının sebebini, gelecekte olacakları, geçmişte gizlenenleri bilen O’dur. Unutmaz, yanılmaz, şaşırmaz. İnsan bilse bile sınırlıdır; O’nun ilmi ezelîdir. “Rabbim biliyor” diyebilen bir yürek, dünyanın tüm belirsizliklerine karşı sükûnet içindedir.

 

21. القابض (El-Kâbid)

Daraltan, tutan, sıkan, dilediği kulunun rızkını veya kalbini daraltan… El-Kâbid ismi, bazen geçim sıkıntısında, bazen ruhi bir boşlukta tecelli eder. İnsan bazen dua eder ama cevabını geç alır, bazen sevdiklerini kaybeder, bazen de içi daralır… İşte o anlarda El-Kâbid olan Allah, kulunu terbiye eder. Bu darlık, bir intikam değil; bir uyarı, bir arındırmadır. El-Kâbid, sabrın ve tevekkülün imtihanıdır.

22. الباسط (El-Bâsıt)

Açan, genişleten, ferahlık veren… El-Kâbid’in ardından El-Bâsıt gelir; çünkü daraltan O’dur, açan yine O. Kalbi sevinçle dolduran, rızkı genişleten, umutları yeşerten Allah’tır. Bir gecede dertleri gideren, borçları kapatan, gönülleri ferahlatan O’dur. El-Bâsıt ismi, hayatın baharıdır; yeniden başlayan bir sabah gibidir.

23. الخافض (El-Hâfid)

Alçaltan, kibirli olanı yere indiren, zorbaları zelil kılan… El-Hâfid, makam ve servet sahibi nice insanı bir anda yokluğa düşüren kudrettir. Bu ismin tecellisi, Firavunların çöküşünde, Nemrutların helakinde görülür. Kim Allah’a karşı büyüklük taslarsa, El-Hâfid onu yere indirir. Çünkü izzet sadece O’nun katındadır.

24. الرافع (Er-Râfi‘)

Yükselten, dereceler veren, kullarını yücelten… Er-Râfi‘, kalpteki imanı, ilmi, ihlası artıran; mütevazı kulunu toplum içinde yücelten kudrettir. Yükselmek için makam veya mal değil, ihlas ve sadakat yeterlidir. O, bilinmeyen bir âbidi meleklerin katına çıkarır, gece ibadetinde gözyaşı dökeni meleklerin diline düşürür.

25. المعز (El-Mu‘izz)

İzzet veren, yücelten, değerli kılan… El-Mu‘izz olan Allah, zelil bir topluluğu izzetle kuşatabilir; tıpkı Bedir’deki 313 mümini düşmanlarına galip kıldığı gibi. Gerçek izzet Allah’tandır. O, kullarını insanlara değil, kendisine muhtaç eder. Allah’a dayanmak, El-Mu‘izz’e bağlanmak demektir; bu da en büyük şereftir.

26. المذل (El-Muzill)

Zillete düşüren, alçaltan, kudretini inkâr edeni zelil eden… El-Muzill ismi, azgınları, nankörleri, zalimleri toplum önünde rezil eden Allah’ın tecellisidir. Herkesin alkışladığı bir zalimi bir gecede zelil kılmak ancak El-Muzill’e mahsustur. Onun hükmü kesindir, karşı gelinemez.

27. السميع (Es-Semî‘)

Her şeyi hakkıyla işiten… Es-Semî‘, sadece kelimeleri değil, kalbin içinden yükselen sessiz duaları da işitir. Kulağın duymadığı feryadı, dilin söylemediği özlemi bilir. Duanın kabulü için ses değil, ihlas gerekir. Gecenin bir yarısında gözyaşıyla edilen bir dua, El-Semî‘’in katında gür bir nida gibidir.

28. البصير (El-Basîr)

Her şeyi hakkıyla gören… El-Basîr, sadece görünen yüzeyleri değil, niyetleri, arka planları, gizli niyetleri de görür. O’ndan hiçbir şey gizlenemez. Karanlıkta yürüyen karıncayı, yerin altındaki tohumu, kalpte saklanan kibri ve ihlası gören O’dur. El-Basîr’e iman eden bir kul, yaptığı her işi “O görüyor” bilinciyle yapar.

29. الحكم (El-Hakem)

Hükmeden, hikmetle karar veren, her şeyin adil yargıcı… Allah hükmeder, fakat zulmetmez. Onun her kararı adaletle doludur. Mahkemelerde haksızlığa uğrayan, toplumda ezilen, sessiz kalan kulun yanında duran El-Hakem’dir. Bu dünya darülimtihan, ahiret ise darülkarardır. Hakem olan Allah, her şeyi yerli yerine koyacaktır.

30. العدل (El-Adl)

Mutlak adil olan, haksızlık etmeyen, her şeyi hakkıyla tartan… Adalet, kainatın dengesidir; bu dengeyi El-Adl kurmuştur. Gece ile gündüzün, hayat ile ölümün, nimet ile musibetin dengesinde O’nun adaleti vardır. Mahşer günü teraziler kurulacak, her hak sahibine hakkı verilecektir. O gün “Adl” olan Allah’ın gölgesinde adaletle tartılacağız.

 

31. اللطيف (El-Latîf)

Her işin inceliklerini bilen, zarifçe lütfeden, görünmeyen yollarla yardım eden…
El-Latîf, kalpleri kırmadan onaran, rızkı gizlice ulaştıran, fark ettirmeden rahmetini indirendir. Bir çiçeğin yaprağında, bir annenin şefkatinde, bir dertlinin sabrında O’nun lütf u latîfliği vardır. Kul çoğu zaman hikmeti göremez; ama Allah, Latîf ismiyle hep oradadır. En çaresiz anında hiç beklenmeyen yerden bir kapı açılırsa, bil ki bu El-Latîf’in zarif dokunuşudur.

32. الخبير (El-Habîr)

Her şeyin iç yüzünden, gizli boyutundan haberdar olan…
El-Habîr, görünmeyeni bilen, derinlere nüfuz eden ilmin sahibidir. İnsan niyetinin farkında olmayabilir; ama Allah, niyetin niyetini dahi bilir. Zahiri değil, batını ölçer. Bu isim, kulun riyakârlıktan sakınmasını, içini arındırmasını ve ihlasla yaşamasını sağlar. Çünkü Allah sadece ameli değil, o amelin ardındaki kalbi de değerlendirir.

33. الحليم (El-Halîm)

Cezada acele etmeyen, sabreden, kullarına mühlet veren…
El-Halîm, isyan eden kulunu hemen cezalandırmaz. Günahkârı bekler, uyarır, yol gösterir. Çünkü O, kulunun dönüşünü arzu eder. Eğer Halîm olmasaydı, günahlarımızın her biri bir yıldırım gibi başımıza inerdi. Ama O, affetmeye razı olduğu için sabreder. Bu isim, kulda edep doğurur: “Beni hâlâ helak etmeyen Rabbe nasıl karşı gelirim?” dedirtir.

34. العظيم (El-Azîm)

Azamet ve yücelikte sınırsız olan, her şeyden üstün olan…
El-Azîm olan Allah, büyüklüğünde hiçbir varlığa benzemez. Dağlar, yıldızlar, denizler, galaksiler… hepsi küçücük birer damladır O’nun azameti karşısında. Namazda “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” derken sadece secde değil, kalbimiz de yere kapanmalıdır. O’nun büyüklüğü karşısında kulluğun farkına varılır.

35. الغفور (El-Gafûr)

Bağışlaması bol, affı sınırsız olan…
Gafûr, Gaffâr gibi bağışlar ama burada farklı olarak derinlemesine örten, ayıpları tamamen yok eden mânâ vardır. Gafûr olan Allah, kulunun günahlarını sadece affetmekle kalmaz; onları adeta hiç olmamış gibi örter. O kadar ki, mahşer günü melekler dahi o günahı hatırlamaz. Kul tevbe ettiğinde, Gafûr olan Allah, geçmişin kirini geleceğin nuruyla siler.

36. الشكور (Eş-Şekûr)

Az amele çok ecir veren, yapılan iyilikleri karşılıksız bırakmayan…
Bir hurma verirsin, Allah cennet bağlarıyla karşılık verir. Bir tebessüm edersin, sadaka yazılır. İşte bu Şekûr’dur. O, kulunun yaptığı en küçük hayrı bile değerlendirir, kat kat artırır. Bu isim, umutla dopdoludur. “Benim az amelim ne işe yarar?” diyen kula, “Az da olsa değerlidir” diye fısıldar.

37. العلي (El-Aliyy)

Zatında, sıfatında, hükmünde yüce olan…
Allah’ın yüceliği, fiziksel bir yükseklik değil; mahiyet ve kudret üstünlüğüdür. Hiçbir makam, El-Aliyy’in makamına yaklaşamaz. Hiçbir akıl, Onun zatının yüceliğini tam anlayamaz. O yücelikte tektir. Ve kul, “Allahu Ekber” diyerek bu yüceliği her an kalbine mühürler.

38. الكبير (El-Kebîr)

Büyüklüğü sınırsız olan…
Kebîr olan Allah, her şeyden büyüktür. Düşmanlardan, dertlerden, hatta günahlarımızdan bile… Bu isim, korkan kalbe teselli verir. “Allah büyüktür, bu sıkıntıyı da aşarım” dedirtir. Sadece zorluklara karşı değil, kibre karşı da bir kalkandır. Çünkü insan büyüdükçe kibirlenir; ama Allah’ın büyüklüğünü idrak eden, küçüklüğünü bilir.

39. الحفيظ (El-Hafîz)

Koruyan, muhafaza eden, her şeyi kayıt altında tutan…
El-Hafîz, sadece fiziksel olarak değil, manevi olarak da koruyandır. Yolda yürürken bir kazadan kurtulduğunda, bir fitneden sıyrıldığında, bir günaha düşmek üzereyken aklın başına geldiğinde… Bil ki El-Hafîz seni korumuştur. Ayrıca her şeyin kaydını da tutar. Zerre kadar hayır ve şer O’nun hafızasından kaybolmaz.

40. المقيت (El-Mukît)

Her varlığın gıdasını veren, güç ve kuvvet veren…
El-Mukît, sadece mideyi değil, kalbi, zihni, ruhu da besler. Sözün bile rızık olduğunu hatırlatır. Bir dostun teselli sözü, bir âlimin hikmeti, bir anne duası… Hepsi El-Mukît’in lütfuyla kalbe indirilen manevi rızıklardır. Kul açken rızık, çaresizken umut, tükenmişken kuvvet ararsa, hepsi El-Mukît’tedir.

 

41. الحسيب (El-Hasîb)

Hesap gören, kullarına yeten, yaptıklarını karşılıksız bırakmayan…
El-Hasîb olan Allah, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen ve değerlendiren yüce hesâb sahibidir. O, sadece kıyamet gününde değil; dünya hayatında da kulunun hesabını tutar. Kime ne kadar verileceğini, neyin karşılığında ne alınacağını eksiksiz bilir. Kulun kalbinden geçen niyeti, gözünden akan yaşla birlikte değerlendirir. Ona güvenen bir kul, “Rabbim bana yeter” der; çünkü Hasîb olan Allah, hem kefildir hem de karşılayandır.

42. الجليل (El-Celîl)

Azamet sahibi, ihtişamlı, yücelik ve büyüklüğün hakiki sahibi…
El-Celîl, izzet ve haşmetin zirvesidir. Onun büyüklüğü karşısında her şey küçülür. Bu isim, sadece kudretle değil, aynı zamanda heybetle ilgilidir. Kainattaki düzen, yıldızların sessiz ihtişamı, gök gürültüsünün ürpertisi, bir dağın haşmeti… Hepsi Celâl’in tecellisidir. Ve kul, bu ismi düşündükçe bir hayranlık içinde kendini O’nun önünde secdeye kapatır.

43. الكريم (El-Kerîm)

Keremi bol, lütfu sonsuz, bağışlaması sınırsız olan…
El-Kerîm, az bir şükre çok nimet verendir. Kapısına geleni boş çevirmeyen, ikramda sınır tanımayandır. Kul ne kadar çok isterse istesin, Kerîm olan Allah’ın hazineleri tükenmez. Her duanın sonunda “Ya Kerîm” diyen bir kul, umudun kapısını aralar. O, utanarak geleni rezil etmez, tövbe ile döneni mahcup etmez.

44. الرقيب (Er-Rakîb)

Gözetleyen, denetleyen, her an her şeyi izleyen…
Er-Rakîb, gözetim makamında olan ama merhametle bakan Rabb’dir. Kul yalnız kaldığını sanır, ama aslında O’nun nazarındadır. Bir çocuğun annesinden gözünü ayırmadığı gibi, Allah da kulunu murakabe eder. Bu ismin tefekkürü, kulun ahlakını düzeltir: “O beni izliyor, nasıl günaha cesaret edebilirim?” der. Rakîb ismiyle hayat, bir ihsan bilinciyle yaşanır: “Sanki Allah’ı görüyormuş gibi…”

45. المجيب (El-Mucîb)

Dua edenin duasına icabet eden, çağrılara karşılık veren…
El-Mucîb, her dileği duyan ve ona uygun olanı veren Rabb’dir. Kul dua ettiğinde, bazen cevabı hemen görür, bazen gecikir, bazen daha hayırlısıyla değiştirilir. Ama hiçbir dua boşta kalmaz. O, kalpteki niyazı bile duyar. Gecenin karanlığında dökülen bir damla gözyaşı, El-Mucîb’in katında sessiz bir feryat olarak yankılanır. Ve O, cevapsız bırakmaz.

46. الواسع (El-Vâsi‘)

Rahmeti, ilmi, kudreti sonsuz genişlikte olan…
El-Vâsi‘, hiçbir sınırla kayıtlı olmayan ilahî genişliktir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatır. Rızkı darlık tanımaz, affı sınırsızdır. Cennetleriyle, mağfiretiyle, nimetleriyle deryadan da engin bir Rabb’tir. Kul ne kadar günahkâr olursa olsun, El-Vâsi‘ der ki: “Rahmetim her şeyi kapsar.” Bu isim, umutsuz kalplere açılan sonsuzluk kapısıdır.

47. الحكيم (El-Hakîm)

Her işi hikmetle yapan, boş ve anlamsız iş yapmayan…
El-Hakîm, yarattığı her şeyi bir ölçü ve hikmetle yaratandır. Tesadüf yoktur; her olayda bir murad, her kaderde bir sır gizlidir. Kul çoğu zaman anlamaz; ama bir gün dönüp baktığında “İyi ki öyle olmuş” der. Bu ismin idraki, kulda sabrı doğurur. Çünkü Allah’ın her hükmü yerindedir.

48. الودود (El-Vedûd)

Kullarını seven, sevgisiyle rahmetini kuşatan…
El-Vedûd, karşılıksız sevendir. Kuluna nimet veren, onu affeden, sevilmekten önce seven… Allah’ın sevgisi, anne sevgisinden bile daha büyüktür. O, kendisine yönelen kulunu sever, sevdiklerine sevdirir. Vedûd ismi, Allah ile kul arasında kurulan en derin, en latif sevgi bağının adıdır.

49. المجيد (El-Mecîd)

Şanı yüce, övgüye layık, keremi ve şerefi sınırsız olan…
El-Mecîd, şan ve ihtişamın en yüksek makamında olan Allah’tır. O’nun zatı da fiilleri de sözleri de mecîddir. Kur’an, Mecîd’dir. Arş, Mecîd’dir. O’nun her işi izzet ve şerefle doludur. Kul, Mecîd olan Rabb’ine kulluk ederse, onun şerefi artar. Çünkü mecîd olan Allah, kuluna da yücelik lütfeder.

50. الباعث (El-Bâis)

Ölüleri dirilten, kalpleri uyandıran, peygamberleri gönderen…
El-Bâis, hem kabirdekileri diriltir, hem de ölü kalpleri imanla uyandırır. Kur’an, onun bir diriltme fermanıdır. Peygamberler, onun rahmet elçileridir. Mahşer günü kabirler açıldığında, El-Bâis ismi yankılanır: “Dirilin ve Rabbinize yönelin!” Bu isim, ölümün son değil; yeni bir başlangıç olduğunu hatırlatır.

 

51. الشهيد (Eş-Şehîd)

Her şeye tanıklık eden, her şeyi gören ve bilen…
Eş-Şehîd olan Allah, sadece mekânsal olarak görmez; aynı zamanda kalpten geçenlere, yaşanmışlara, yaşanacaklara da şahittir. Karanlık bir odada fısıldanan bir söze, içten edilen bir duaya, gözyaşının niyetine şahit olan Rab O’dur. Mahkeme gününde, insanlar susacak; ama Eş-Şehîd olan Allah, her şeye şahit olarak hüküm verecektir. Bu isim, kulun hayatını bir denetim ve edep içerisinde yaşamasını sağlar.

52. الحق (El-Haqq)

Mutlak gerçek, varlığı kesin, sözü doğru olan…
El-Haqq, her türlü bâtılın karşısında duran sonsuz hakikattir. O’nun sözü yalan içermez, vaadi bozulmaz, hükmü şaşmaz. El-Haqq, kuluna “boş şeylerle oyalanma” dercesine seslenir. Hayat geçici bir oyun, servet ve şöhret birer gölgedir. Ama El-Haqq olan Allah’a yönelen, ebedî bir hakikate sarılmış olur. Bu isim, günümüzde hak ile bâtılın bulanıklaştığı çağda kalbe bir pusula olur.

53. الوكيل (El-Vekîl)

Kendisine güvenilen, işleri üzerine alan, işleri en güzel şekilde yürüten…
Kul, çaresiz kaldığında, “Vekilim Allah’tır” der. Çünkü El-Vekîl olan Rabb, işlerin en güzelini bilir, en uygun zamanda halleder. İnsana düşen tevekküldür; sonucunu Rabb’ine bırakmaktır. Bu isim, sabırla tevekkül edenleri yormaz, utandırmaz. “Hasbunallahu ve ni’mel vekîl” diyen bir kul, artık dünyayı omzuna yük etmez.

54. القوي (El-Kaviyy)

Mutlak güç sahibi olan, acziyetin zerresini dahi taşımayan…
El-Kaviyy, güç deyince akla gelen her şeyin ötesindedir. O’nun kudreti sınır tanımaz. Tüm ordular bir araya gelse O’nun izni olmadan bir yaprağı bile kıpırdatamaz. Hastalığa şifa veren, denizleri yaran, dağları yerinden oynatan kuvvet, El-Kaviyy’in kudretidir. Bu isim, zayıf düşen kulun en büyük dayanağıdır.

55. المتين (El-Metîn)

Sağlam, dayanıklı, kudreti sarsılmaz olan…
El-Metîn, güçlü olmakla kalmaz; gücü daim ve sarsılmaz olandır. Kainatın düzeni, yıldızların intizamı, galaksilerin birbirine çarpmadan varlığını sürdürmesi hep bu ismin tecellisidir. Metîn olan Allah’a yaslanan, asla düşmez. O’na güvenen, en fırtınalı anlarda bile dimdik ayakta kalır.

56. الولي (El-Veliyy)

Kullarının dostu, yardımcısı, destekçisi…
Veliyy ismi, yalnız kalmış bir kalbin yanında olan Rabbi anlatır. İnsan bazen herkes tarafından terk edilir, dostları sırt çevirir. Ama El-Veliyy, kulunu bırakmaz. O, dostluğunu yalnız zamanlarda belli eder. Kur’an’da “Allah, müminlerin velisidir” buyrulur. Bu isim, imanın verdiği en büyük nimeti fısıldar: “Allah senin dostun.”

57. الحميد (El-Hamîd)

Hamd edilmeye layık olan, tüm övgülerin gerçek sahibi…
İnsanlar çoğu zaman başkalarından övgü bekler, ama gerçek övgü yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü tüm iyiliklerin, güzelliklerin, nimetlerin kaynağı O’dur. Hamîd olan Allah, kendisine yönelen kulunu da övülmeye layık kılar. Kul, “Elhamdülillah” derken sadece şükretmez; aynı zamanda Allah’ın büyüklüğünü tesciller.

58. المحصي (El-Muhsî)

Her şeyi sayan, kaydeden, hiçbir şeyi unutmayan…
El-Muhsî, kainattaki her atomun, her nefesin, her kalp atışının sayısını bilendir. O, kalpte doğan bir hissi, zihinden geçen bir düşünceyi, gece yapılan bir duayı unutmadan kaydeder. Mahşer günü herkes kendi kitabıyla yüzleştiğinde, “Bu nasıl kitapmış, hiçbir şeyi eksik bırakmamış!” diyecektir. Muhsî olan Allah, adaletiyle yazan, merhametiyle silendir.

59. المبدئ (El-Mübdî)

Varlıkları baştan başlatan, ilk defa yaratan…
Mübdî olan Allah, bir şeyin başlangıcını verendir. Hayatı, ölümü, zamanı, rızkı, kaderi başlatan O’dur. Anne rahmine ilk canı koyan, yıldızın ilk ışığını yakan O’dur. Bu isim, hayatın tesadüf değil, bir iradenin tecellisi olduğunu hatırlatır. Hayat bir rastlantı değil; bir muradın ürünüdür.

60. المعيد (El-Mu’îd)

Öleni dirilten, var olanı yeniden var eden…
El-Mu’îd, hem yaratır, hem de tekrar yaratır. Ölümle yok olanı tekrar diriltir, dağılanı bir araya getirir. Bu isim, ölümden sonrasına bir müjde, kalplere bir tesellidir. Kaybedilenler yeniden verilecek, hesaplar tekrar görülecek, iyilikler karşılık bulacaktır. Mu’îd olan Allah, ikinci hayatın sahibidir.

 

61. المحيي (El-Muhyî)

Hayat veren, dirilten, cansız olana can üfleyen…
El-Muhyî, yoktan var eden değil; var olana hayat bahşedendir. Ruhsuz bedenlere can veren, toprağa tohum düşüren, kalbe iman aşkını yerleştirendir. Bazen ölü gibi hisseden bir kalbi bir ayetle, bir dua ile yeniden diriltir. O, baharda kuru toprağa can verip onu yemyeşil kıldığı gibi, kararmış gönülleri de ihya eder. El-Muhyî, ümidi tazeleyen, dirilişi başlatandır.

62. المميت (El-Mumît)

Öldüren, hayatı sona erdiren…
Her canlının ölümü tadacağı bir âyet gibidir El-Mumît ismi. Ölümün hakikat olduğunu, bir kader değil, bir emr-i ilâhî olduğunu hatırlatır. Hiç kimse kendi canını kendi vaktiyle alamaz, hiç kimse ecelin önüne geçemez. Ölüm bir son değil, Rabbine dönüşün adıdır. Mumît olan Allah, öldürerek yok etmez; bilakis, yeniden dirilmek üzere beklemeye alır.

63. الحي (El-Hayy)

Ezeli ve ebedi hayat sahibi, ölmeyen, daima diri olan…
El-Hayy olan Allah’ın hayatı mahluk gibi değildir; başlangıcı da yoktur, sonu da. Ne yorgunluk ona ulaşır ne de unutkanlık. Biz yaşarız ve ölürüz, O ise Hayy’dır ve hayatı zatının bir gereğidir. Bu isim, kulun içini umutla doldurur: “Ben ölümlüyüm, ama bana sonsuzluğu bahşeden Hayy bir Rabbim var.”

64. القيوم (El-Kayyûm)

Kendisi var olmak için hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeyi ayakta tutan…
El-Kayyûm, varlığın direği, mevcudatın dayanağıdır. Gökler, yer, sistemler, kalp atışları, atomlar… hepsi O’nun iradesiyle durur. Bir anlığına iradesini çekse, her şey çöker. Kul bu ismi düşündüğünde bilir ki: “Benim dayanağım, güvencem sadece O’dur.” Secdede okunan “Allahü lâ ilâhe illâ hû, el-Hayyü’l-Kayyûm” ayeti, bu ismin büyüklüğünü haykırır.

65. الواجد (El-Vâcid)

Hiçbir şeye ihtiyaç duymadan var olan, dilediğini bulan, eksiksiz olan…
El-Vâcid, kudreti ve mülkü tam olan Allah’tır. Hiçbir şeye muhtaç değildir; ama her şey O’na muhtaçtır. O dilediğini bulur, ama hiçbir şey O’ndan gizli kalamaz. Kul bir şeyi kaybettiğinde, Vâcid olan Allah’ın katında onu bulabileceğini bilir. Gönül darlığında El-Vâcid’e yönelen, içindeki boşluğu ilahî varlıkla doldurur.

66. الماجد (El-Mâcid)

Zatı şerefli, keremi bol, şanı yüce olan…
El-Mâcid, ihtişamı ve izzetiyle övülen, cömertliği sonsuz olan Allah’tır. Bu isim, hem El-Mecîd ile akrabadır hem de kulun değerini artırır. Kul ne kadar alçalsa da, Mâcid olan Allah’ın izzetiyle yükselir. O, zillet içinde kıvrananı yüceltir; yeryüzünde bilinmeyeni gökyüzünün dostu yapar.

67. الواحد (El-Vâhid)

Tek olan, eşi ve benzeri olmayan…
El-Vâhid, sayıların ilki değil; sayılardan münezzeh olan tekliktir. Allah birdir; zatında, sıfatında, fiilinde, hükmünde tektir. Ne benzeri vardır, ne dengi. Bu isim, tevhidin özüdür. “La ilahe illallah” demek, sadece Allah’ı tanımak değil; her şeyde O’nun birliğini görebilmek demektir. El-Vâhid, kalpte şirk lekesini silen isimdir.

68. الاحد (Es-Samed)

Bölünmeyen, parçası olmayan, mutlak tek olan…
Es-Samed, hiçbir şeye muhtaç olmayan, herkesin kendisine muhtaç olduğu yegâne varlıktır. Bu isim, İhlas Suresi’nin kalbidir. Kullar dua eder, istekle yönelir, ama Allah kimseye muhtaç değildir. O’nun varlığıyla her şey var olur; ama O, hiçbir şeye dayanmaz. Samed olan Allah’a güvenmek, mutlak teslimiyettir.

69. القادر (El-Kâdir)

Her şeye gücü yeten, dilediğini yapan…
El-Kâdir, kudretiyle var eden, kudretiyle yok edendir. Kul, çaresiz kaldığında “Ya Kâdir!” der. O, hiçlikten bir varlık çıkarır; dilsizlere konuşma, ölü toprağa yeşil hayat bahşeder. Allah’ın kudretini tanıyan, “Bu iş imkânsız” demez. Çünkü Kâdir olan Rabb için zor yoktur.

70. المقتدر (El-Muqtadir)

Kudreti sınırsız olan, her şeyin üstesinden gelen…
El-Kâdir’in daha güçlü bir tecellisidir. El-Muqtadir, sadece yaratmaz; aynı zamanda yaratışına yön, denge ve kudret katar. Güneşi tam vaktinde doğurur, yağmuru gerektiği kadar indirir. Her olay, her kader Onun mutlak tasarrufu altındadır. Bu isim, tevekkülü besler, teslimiyeti büyütür.

 

71. المقدم (El-Mukaddim)

Öne alan, dilediğini öne çıkaran, zaman ve mekânda ileri geçiren…
El-Mukaddim olan Allah, kimini öne alır, kimini geride bırakır. Savaşta kimi öne sürer, ilimde kimini öne geçirir, kullukta kimine feyz verir. Namazda kimileri safların önünde durur; çünkü Allah onları mukaddem kılmıştır. Hiç kimse kendi iradesiyle öne geçmez; El-Mukaddim olan Allah’ın hikmetiyle yükselir. O’nu bilen kibirlenmez, çünkü bilir ki bugün öndeyse, yarın geride kalabilir.

72. المؤخر (El-Mu’ahhir)

Geriye bırakan, dilediğini geciktiren, erteleyen…
El-Mu’ahhir, acele etmez. Kimi kulunun tevbesini geciktirir ki daha da yansın, yumuşasın, olgunlaşsın. Kimi hayrı erteleyerek sabrını sınar, kimi cezayı erteler ki dönüş ihtimali artsın. Bu isim kulun “Neden gecikti?” sorusuna cevap verir: Çünkü Allah geciktirerek eğitir. Gecikmelerin ardında bir merhamet gizlidir.

73. الأول (El-Evvel)

Ezeli olan, varlığının başlangıcı olmayan…
Zaman yaratılmadan önce, varlıklar yaratılmadan önce, düşünce bile oluşmadan önce O vardı. El-Evvel, her şeyin başında olandır. İnsan “nereden geldim?” diye sorar; cevabı El-Evvel’dir. O her şeyin başıdır; ilk sebep, ilk hareket, ilk niyet… Ve O evvel olduğu için, kullar sonu güvenle bekleyebilir.

74. الآخر (El-Âhir)

Sonsuz olan, varlığının sonu olmayan…
Her şey yok olacak, sadece O bâki kalacaktır. Saraylar, tahtlar, galaksiler… Hepsi sönüp gidecek, ama El-Âhir olan Allah, tek kalacaktır. Bu isim, kalbe sabır ve sükûnet verir. Çünkü biliriz ki, hiçbir acı ebedi değildir, hiçbir zorluk baki değildir; ama Allah sonsuzdur ve sonsuz olanın rahmeti de sonsuzdur.

75. الظاهر (Ez-Zâhir)

Varlığı apaçık olan, her şeyde görünen, tecellisi zahir olan…
Göklerdeki yıldızda, bir bebeğin tebessümünde, denizlerin dalgasında… Her yerde O’nun varlığına dair izler vardır. Gözümüzle görmesek de akıl, kalp ve ruh El-Zâhir olan Allah’ı hisseder. Bu isim, varlığı gözle değil, gönülle idrak etmeyi öğretir. Çünkü El-Zâhir olan Allah, her şeyin arkasında duran gizli güç değil; her şeyin bizzat içindedir.

76. الباطن (El-Bâtın)

Gözle görülmeyen, içte gizli olan, mahiyetine ulaşılamayan…
O, görünmeyen âlemlerin Rabbidir. Kalbin derinliklerinde, düşüncelerin alt katmanlarında, ruhun gizli özlemlerinde O vardır. El-Bâtın olan Allah, dıştan değil, içeriden idrak edilir. O’nun hakikati gizlidir ama etkisi her yerdedir. Bu isim, kulun içini temizlemesini, içsel bir ahlakla donanmasını sağlar.

77. الوالي (El-Vâlî)

Bütün kainatın işlerini yürüten, hüküm ve tasarruf sahibi…
El-Vâlî, yöneten ve idare eden Rabb’tir. Gezegenlerin yörüngesinden rızık döngüsüne kadar her şey O’nun iradesiyle işliyor. Ne bir çiçek vaktinden önce açar, ne de bir yaprak O’nun izni dışında yere düşer. Vâlî olan Allah, her işin sahibidir. Kaderin merkezinde O vardır. İnsan, olayların karmaşasında El-Vâlî’yi hatırlarsa, sükûna erer.

78. المتعالي (El-Müte‘âlî)

Her şeyden yüce, her kusurdan uzak, aşkın ve üstün olan…
El-Müte‘âlî, her türlü benzetmeden, eksiklikten, sınırlamadan münezzeh olandır. O, akılların ermediği, kelimelerin yetmediği, tahayyül edilemeyen bir yüceliktedir. Ne göklerde, ne yerde, ne eşyalarda… Hiçbir yerde sınırlandırılamaz. Bu isim, kulun Allah tasavvurunu düzeltir. Onu halkın tasvirinden kurtarır; yüce, aşkın bir Allah’a iman ettirir.

79. البر (El-Berr)

İyiliği bol, lütfu engin, kullarına karşı sonsuz iyilik sahibi…
El-Berr, nimeti sadece müminlere değil, nankörlere de ulaştırandır. Aç olanı doyuran, yetimi gözeten, düşeni kaldıran… Hepsi O’nun iyiliğinin yansımasıdır. O kadar cömerttir ki, kul hata eder, yine de O rızık verir. Bu isim, utandırır. “Ben böyle günahkârken, Rabbim bana böyle nimetler veriyorsa, ya ben O’na yönelsem?” dedirtir.

80. التواب (Et-Tevvâb)

Tevbeleri çokça kabul eden, tövbe ettikçe tekrar tekrar affeden…
Et-Tevvâb olan Allah, bir kere affetmekle yetinmez. Kul tekrar hata eder, yine döner. O yine kapısını açar. İnsan bıksa da, Allah bıkmaz. Tövbe, sadece günahın silinmesi değil; kalbin yenilenmesidir. Tevvâb ismi, umut kapılarının kapanmadığını, hatta her gün yeniden açıldığını ilan eder.

 

81. المنتقم (El-Müntekim)

Zalimlerden intikam alan, hakkı yerini bulduran, cezayı tam yerinde veren…
El-Müntekim, merhamet sahibi olduğu kadar adil olan Rabb’tir. Zulme rıza göstermez, mazlumu yalnız bırakmaz. Mahkeme-i Kübra’da hiçbir zalim kaçamayacak; çünkü El-Müntekim olan Allah, adaleti tecelli ettirecektir. Bu isim, mazlumun ahını duyar. “Allah intikam alıcıdır” sözü bir kin değil; bir adalet vaadidir.

82. العفو (El-Afuvv)

Affı bol olan, günahları tamamen silen, iz bırakmadan yok eden…
Gafûr olan Allah affeder, ama Afuvv olan Allah iz bile bırakmaz. Kul tövbe ettiğinde, günah ne melek defterinde kalır, ne hafızada… Mahşer günü o günah hatırlanmaz bile. Arefe gecesi edilen “Allahumme inneke afuvvun tuhibbu’l-afve fa’fu annî” duası, bu ismin derinliğini yansıtır. El-Afuvv, tövbenin ne kadar değerli olduğunu gösterir.

83. الرؤوف (Er-Raûf)

Çok şefkatli, çok nazik, rahmeti kalpleri yumuşatan…
Er-Raûf, merhametin ötesinde bir şefkattir. Gönle dokunan, kalbi saran, ruhu besleyen bir sevgiyle kuluna yaklaşır. Bir annenin yavrusuna olan merhametinden daha yumuşak, daha derin bir şefkattir. Bu isim, Allah’ın celalinden korkan kalplere cemâl sunar.

84. مالك الملك (Mâlikü’l-Mülk)

Mülkün mutlak sahibi, dilediğine verir, dilediğinden alır…
Krallar, padişahlar, servet sahipleri… Hepsi aslında emanetçidir. Gerçek malik, El-Mâlikü’l-Mülk’tür. Mülk Allah’ındır ve Allah, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Kul bu ismi anladığında, sahip olduğunu sandığı her şeyin aslında kendisine ait olmadığını idrak eder.

85. ذو الجلال والإكرام (Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm)

Celal sahibi, azamet ve ikram sahibi, yüce ve lütufkâr…
Bu isim, hem heybet hem de merhameti bir araya getirir. O hem celâliyle korkutur, hem ikramıyla sevindirir. Dua eden, bu ismi zikrettiğinde “Ben hem azametin karşısında diz çökerim, hem de lütfunla ayakta dururum” der. Cennet ehlinin cennette en çok tekrar ettiği isim budur.

86. المقسط (El-Muksıt)

Mutlak adaletle hükmeden, hakkı gözeten…
El-Muksıt, adaleti yerli yerince uygulayan Rabb’tir. Zerre kadar hayır ve şer kaybolmaz. Bu isim, kalplerde denge doğurur. Her işinde Allah’ın adaletini gören, sabreder, şükreder. Zira her şey ölçüyledir. Zulmün değil, adaletin Rabbi El-Muksıt’tır.

87. الجامع (El-Câmi‘)

Toplayan, bir araya getiren, parçaları bütünleyen…
Kalbi kırıkları birleştiren, ayrılmışları buluşturan, ahirette insanları bir araya getirecek olan O’dur. El-Câmi‘, sevgiyle gönülleri toplar, mahşerde dağılmış cesetleri yeniden diriltir. Bu isim, Allah’ın hem yaratıştaki birleştirici gücünü hem de kaderdeki tevafukları anlatır.

88. الغني (El-Ganî)

Zenginlerin zengini, hiçbir şeye muhtaç olmayan…
Allah hiçbir şeye muhtaç değildir; ama herkes O’na muhtaçtır. Kul zekât verirse, kendisi temizlenir; Allah’ın zenginliği artmaz. El-Ganî olan Rabb, kullarına karşı cömerttir. Ama hiçbir iyiliğe muhtaç değildir. Bu isim, insanı hem cömertliğe hem de tevazuya davet eder.

89. المغني (El-Muğnî)

Dilediğini zenginleştiren, ihtiyaçsız kılan…
Zenginliği sadece malda değil, gönülde, ilimde, huzurda verir. Fakiri bir anda ihya eder, manevî boşluğu dolulukla değiştirir. Muğnî olan Allah, kulunu yeterli kılmak ister. Kalbiyle Allah’a yönelen bir kul, fakir olsa da zengindir.

90. المانع (El-Mâni‘)

Dilediğine engel olan, zararı önleyen…
Allah bazen istediğimizi vermez; çünkü bizi korur. El-Mâni‘, kulunun başına gelebilecek kötülükleri engeller. Her engel bir hikmettir. Bu isim, “Neden olmadı?” sorusuna bir cevap, “Olmadığı daha hayırlıydı” cümlesine bir inanç verir.

91. الضار (Ed-Dârr)

Zarar verici gibi görünen işleri takdir eden, hikmetiyle imtihan eden…
Allah kötülük istemez, ama bazen zarar gibi görünen musibetleri verir ki kul uyanışa geçsin. Hastalık, kayıp, zorluk… Bunlar bazen rahmet kapısı olur. Dârr olan Allah, kullarını hikmetle terbiye eder. Bu isim, sabrın ve teslimiyetin öğretmenidir.

92. النافع (En-Nâfi‘)

Fayda sağlayan, hayrı ulaştıran…
Allah’ın izni olmadan bir iğne bile fayda vermez. O dilemeden kimse şifa bulmaz, kimse ilerleyemez. En-Nâfi‘ olan Rabb, hayrın gerçek sahibidir. Bu isim, her başarının ardında Allah’ı görmeyi öğretir.

93. النور (En-Nûr)

Nurlandıran, aydınlatan, karanlıkları dağıtan…
Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru kalpleri, yolları, geceleri aydınlatır. Kur’an bir nurdur, iman bir nurdur. Bu isim, karanlık çağlarda, karanlık ruhlara sabah serinliği gibi bir ferahlık getirir. En-Nûr, yönünü kaybedene pusuladır.

94. الهادي (El-Hâdî)

Hidayet veren, doğru yolu gösteren…
Nice ilim sahibi, yoldan çıkarken; nice cahil, hidayete ulaşır. Çünkü hakikî yol gösterici El-Hâdî’dir. O dilemeden hiçbir kalp iman edemez. Bu isim, tebliğ edenin kendine değil, Allah’a güvenmesini sağlar. Hidayet, sadece Allah’ın kalbe dokunuşudur.

95. البديع (El-Bedî‘)

Emsalsiz yaratan, örneksiz var eden…
Allah’ın yarattığı her şey eşsizdir. Aynısını yapmaya çalışanlar, sadece taklit eder. Göklerin, yıldızların, bir kar tanesinin bile eşsiz olması, Bedî‘ olan Allah’ın sanatıdır. Bu isim, tefekkürü artırır, insanı secdeye çağırır.

96. الباقي (El-Bâkî)

Sonsuz olan, fâni olmayan…
Her şey geçer, yok olur, unutulur. Ama El-Bâkî olan Allah, ezelden ebede varlığını sürdürür. Bu isim, kalbe sabır, ölüme teslimiyet, hayata anlam kazandırır. “Her şey fanidir, ancak Allah bâkîdir.”

97. الوارث (El-Vâris)

Her şeyin asıl sahibi olan, varlıklar yok olduktan sonra kalan…
Mallar, mülkler, insanlar… Hepsi gider, geriye yalnız O kalır. El-Vâris olan Allah, her şeyin mirasçısıdır. İnsan öldüğünde her şeyini bırakır; ama Allah her zaman var olmaya devam eder.

98. الرشيد (Er-Reşîd)

Doğruyu en iyi bilen, doğruya ulaştıran…
Er-Reşîd olan Allah, kulunu sadece doğruya çağırmaz, aynı zamanda doğruya ulaştırır. Her kararın ardında O’nun rehberliği, her hayrın içinde O’nun rızası vardır. Bu isim, dua edenin dileğiyle birleşir: “Ya Rabbi, beni en doğru olana eriştir.”

99. الصبور (Es-Sabûr)

Acele etmeyen, kullarına süre tanıyan, sabrı sınırsız olan…
Allah kullarına hemen ceza vermez. Sabreder, bekler, fırsat verir. O sabırlıdır ama aynı zamanda sabrı öğretendir. Sabûr ismi, kulda tahammül doğurur. Sabrın sınandığı her anda, Allah’ın sabrını hatırlayan pes etmez.

Son Söz:
Esmâü’l-Hüsnâ, sadece 99 güzel isim değil; bir ömür boyu sürecek bir kulluk hikâyesidir. Her ismin ardında bir dua, bir hikmet, bir umut gizlidir. Allah’ı bu isimleriyle tanımak, sevmek, zikretmek ve yaşamak; kulluğun kemalidir.

“Yâ Rabbi, bizi Esmâü’l-Hüsnâ’nın nuruyla nurlandır. İsimlerinin mânâlarını kalbimize ve hayatımıza nakşeyle. Bizi bu isimlerin gölgesinde affet, koru ve yücelt. Âmin.”

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir