ALPEREN
Türkler’de yiğit, cesur gibi vasıfları temsil eden ideal tip.
Türkçe bir kelime olan alp “yiğit” anlamındadır. Kelime, “er” kelimesi ile de birlikte kullanılır. Dîvânü Lügati’t-Türk’te bu kelimenin geçtiği bir deyimle (“Alp yağıda alçak çoğıda” [Yiğit, düşmanla karşılaşmada; yumuşak huylu, münakaşada sınanır]) meşhur Alp Er Tonga sagusu verilmiştir: “Alp Er Tonga öldi mü/Isız ajun kaldı mu/Ödlek öçin aldı mu/Emdi yürek yırtulur.” Kelimenin alıp şekli Altay, Abakan ve Kırgız lehçelerinde bugün de yaşamaktadır. Oğuz Türkçesi’nde alpı şeklinde de kullanıldığı bilinmektedir.
İslam öncesi Türkler’de bir lakap olarak han çocuklarına da verilen alp unvanı, müslüman Türk devletlerinde resmî unvanlarda kullanılmaya devam etmiştir. Keza bazı Türk devlet adamları ve askerlerinin isimlerinde yer almıştır. Mesela Abbâsîler’in Şam Valisi Alp Tegin, Semerkant’ta Karahanlı emîrlerinden Alp Er Han, Gazneli Alp Tigin Anadolu Selçukluları devrinde Nuh Alp, Mahmud Alp ve nihayet Sultan Alp Arslan bunların en tanınmışlarıdır.
Eski Türk edebiyatındaki tipler üzerinde çalışmaları olan Mehmet Kaplan bu tiplerden birini “alp tipi” olarak adlandırmış gerek Kaplan’ın gerekse sonraki araştırmacıların değerlendirmelerine göre alp tipinin temel özellikleri cesaret, kuvvet, engel tanımazlık ve cihangirliktir. Alpın doğumunda olağanüstü haller vardı. Bu onun Tanrı tarafından kutsandığının işaretidir. Kendisini çevresine ve topluma adayan alp, yiğitliğini de halk için kullanmalıdır. Alplerin düşmanları da kuvvetli, cesur ve kahramandır ama bazı olumsuz özellikleri de vardır. Alpin en önemli yoldaşı, onun hareketini sağlayan atıdır. Destanlarda at ile alp birbirini tamamlar. Türk kültüründe kahramanların atlarına Alp Şalçı, Kedimlik Doru, Kır At, Düldül, Aşkar vb. adlar da verilmektedir.
Alp ve alp-eren tipini İslam öncesi ve İslamî dönem ayırımı çerçevesinde değil, Türk epik destan geleneğindeki “alperen tipi”nin sürekliliği ile açıklayan bir yaklaşım da vardır. Cesur, yiğit, başına buyruk ve dışa dönük alpe karşı alpın bu vasıflarının yanında içe dönük teemmülü düşünen ve kendini aşarak bir ülkü için kendini feda eden alperen tipini koymanın isabetli olmadığı, alpın da Tanrı tarafından seçilmiş veya özel birtakım vasıflarla donatılmış olduğu ifade edilmektedir. (Çobanoğlu, 2018: 107-109).
Türkler’in İslam öncesi tarihiyle İslam döneminin iç içe geçtiği Dede Korkut Hikâyeleri’nin kahramanları arasında yiğitlik çok önemli bir özelliktir. Bunların bazıları için alp unvanı da kullanılır. Salur Kazan’ın evinin yağmalandığını anlatan “boy”da Şökli Melik ile savaşında yardımına gelen Kalın Oğuz beylerinden biri de Eylük Koca oğlu Alp Eren Çapar idi. Düzen oğlu Alp Rüstem’e farklı hikâyelerde rastlamaktayız (Ergin, 2008: 223, 239, 245, 250).
Müslüman Türkler’de bazan alp ile birlikte bazan da yalnız başına dinî nitelikteki gazi lakabının kullanıldığını belirten Mehmet Fuat Köprülü, Anadolu Selçuklu ümerasının nadiren, uç beylikleri ümerasının da daha sık olarak alp unvanını kullandığını belirtir. Alp unvanı Şam atabeyi için de kullanılmıştır (Tekin, 1993: 77). Artuklu beylerinin unvanlarında alp (alpı biçimiyle de) ve gazi kelimelerinin birlikte kullanıldığı da bilinmektedir. Tâceddinoğulları beylerinden biri Alp Arslan (ö. 1394) adını taşır; Çarşamba Terme havalisinde hüküm süren oğulları Osmanlı kaynaklarında Alp Arslan oğlu olarak geçer (Âşıkpaşaoğlu, 1949: 170-171).
Osmanlı Beyliği’nin kuruluş sürecine ve Osman Gazi’nin atalarına bakıldığında da “alp” unvanlı kişilerle karşılaşılır. Klasik kaynaklarda Ertuğrul’un babası olarak iki isim geçer: Süleyman Şah ve Gündüz Alp. En eski kaynaklardan Ahmedî’nin İskendernâme adlı eserinin sonundaki Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-ı Âl-i Osmân kısmında (Atsız neşri, s. 7) Tanrı yolunda cihat etmeye heveslenen Sultan Alâeddin’in yanındaki orduda Gündüz Alp, Ertuğrul, Gök Alp ve Oğuz’dan çok kişinin bulunduğu belirtilir. Bu eserden bir süre sonra yazılan Yazıcızâde Ali’nin Tevârîh-i Âl-i Selçuk adlı eserinde alp yiğitlerden bahsedilir: “Ve ümerâ ve sipah ve alp yiğitlere tolu ve dostigani içüp hil‘at ve bahş ve in‘am iderdi” (Yazıcızâde Ali, 2009: 351). Eserde Sultan Alâeddin’in, Ertuğrul, Gündüz Alp ve Gök Alp ile ilişkisi de zikredilir.
Enverî’nin 1465’te tamamladığı Düsturnâme’de (Öztürk, 2003: 15-18) Kayı soyundan Mîr Süleyman Alp’in oğlu Şeh Melik’in iki oğlu Gök Alp ve Gündüz Alp’in Sultan Alâeddin devrinde Rum’da (Anadolu) hor ve hakir oldukları, Sultan Tatar ile (Moğollar) Sultanöyüğü’nde savaşta iken iki kardeşin Tatar’ı bastıkları, daha sonra iki kardeş arasına tefrika girdiği ve önce Gök Alp’in, üç yıl sonra Gündüz Alp’in öldüğü, onun yerine de oğlu Ertuğrul’un (Ertuğrul İbn Gündüz Alp) geçtiği kaydedilmiştir.
Osman Gazi’nin beylik topraklarını tevcih ettiği kişiler arasında karındaşı oğlu Alp Gündüz, Hasan Alp, Turgut Alp zikredilir. Köse Mihal’in İslam’a davet edildiği sefer anlatılırken bahsedilen gazilerden biri de Saltuk Alp’tir. Osman Gazi’nin oğlu Orhan’ın ilk seferinde yanına verdiği yoldaşlarından biri olan Konur Alp pek çok vesile ile anılır. İlk Osmanlı kroniklerinde alp unvanı taşıyan kişilerin yanında alplikten de bahis vardır. Bu bahislerde gaziler, alperenler tabirleri eş anlamlı olarak geçer. Mesela Âşıkpaşazâde Tarihi’nde bir yerde gazilerin yapıp ettikleri anlatıldıktan sonra yer alan bir nazım parçasında şu ibare geçer: “Yaramaz tezlik itmek her kişiye/Ki alpun sabrı olur ana âsân” (Âşıkpaşaoğlu, 1949: 126). “Alp-erenler” kavramı Oruç Beğ Tarihi, Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân gibi eserlerde “gazi yiğitler, bahadırlar, dilaverler, şîr-i nerler (erkek aslanlar)” gibi ifadelerle eş veya yakın anlamlı olarak kullanılmaktadır. Oruç’ta, Rumeli’ye geçişte Süleyman Paşa’nın yanında bulunan Ece Beg ve Fazıl Beg’den, “iki bahadır”, “gazi yiğitler” olarak bahsedilir ve “Alp-erenlerden idi” diye eklenir. Anonim Tevârîh’te Rumeli’ye geçiş anlatılırken “Süleyman Paşa yetmiş seksen kişiyle ve alp-erenler ve bahadırlar sala bindiler” denilmektedir.
Alp kavramı ve onunla birlikte alp er veya alp eren kavramları en açık şekilde 1330 yılında yazılan Âşık Paşa’nın meşhur Garibnâme adlı eserinde açıklanır. Âşık Paşa alplar ile alperenlerin ahvalini birlikte anlatır ve ilkine dünyada, ikincisine de dinde alplik der. “Kanı ol kim ister alplık adını/Almag ister düşmanından dadını/(…) Gelsün işitsün kim alplıkn ne-y-imiş/Alplaruñ sermayesi niçe-y-imiş/Eydeyüm bir bir saña ahvalini/Kim bilesin alp erenler halini” (Âşık Paşa, 2000: 549) diye başladığı ve alplerin ve alperenlerin ahvalini bildirdiği Garibnâme’nin dokuzuncu destanının dokuzuncu babında Âşık Paşa dünyada alp için şöyle diyor: “Ona elbette dokuz nesne gerek/Evveli şol kim muhkem yürek gerek/Ürkmeye hiç nesneden kaypınmaya/Muhkem ola yağı görüp sınmaya.” Yiğitliğin birinci şartı düşman gördüğünde korkmamaktır. Alplere gereken dokuz nesne kısaca şunlardır: Muhkem yürek (sağlam yürekli, korkusuz), pazı kuvveti (güçlü beden), gayret (fedakârlık ve adanma), at (binek), ton (zırh), yay, kılıç, süngü ve yâr (güvenip sırtını dayayacağı arkadaş). Bunların her birinin gerekliliğini izah ettikten sonra bu dokuz nesneye sahip olanın alp adını hak ettiği ve halk içinde de alp olarak anıldığını belirten Âşık Paşa buna “dünyada alplik” der. “Alp er” yani yiğit adam için atın önemine değinilirken geçmişte Hz. Hamza, Hz. Ali gibi yiğitlerin atlarıyla meşhur olduğu da vurgulanır: “Nitekim Hamza binerdi Aşkar’a/Hem binüt olmuşdı Düldür Haydar’a” (Âşık Paşa, 2000: 555).
“Zâhir alplik” olarak da nitelediği dünyada alpliği bu şekilde anlatan Âşık Paşa daha sonra “Dinle imdi din içinde ne-y-imiş” diyerek dinde alp’ı tanımlar. Ona göre dinde alp olmanın esası nefsini terbiye ederek onu aklına uyar hale getirmektir. Asıl “alp er” nefsin askerleri olan arzu ve isteklerden doğan hırs, kin, çekememezlik, cimrilik, günah ve fesada karşı galip gelen kişidir. Ona gereken dokuz nesne ise şunlardır: Velayet (velilik, Allah dostluğu), riyâzet, kifayet, ışk (aşk), tevekkül, şeriat silahı, ilim, himmet, doğru yâr (dost). Öncelikle velilik şartı zikredilir zira Allah’ın veli kulları için bu dünyada da öte dünyada da hiçbir korku olmadığını Kur’an müjdelemiştir. Riyâzetle nefsini yenen alp, kifayetle iyiyi doğruyu ayırt eder, ışk ile kibri ve kini ortadan kaldırır, tevekkül ile şeytanın vesvesesinden kurtulur, şeriat bilgisiyle bütün düşmanlara galip gelir, ilim kılıcıyla nefsini ve şeytanı yendiği gibi fitne ve fesadı da yok eder, himmet süngüsü ile düşmanı yani nefsânî istekleri vurur, doğru yâr ile de yol alır ve Hakk’a varır.
Mehmet Kaplan’a göre Türkler’in müslüman olmalarından sonra, cihangirlik ihtirası, dini yayma göreviyle birleşmiş ve alp tipi gazi tipine dönmüştür. Alplere akıl verenler de veli tipine dönmüştür. Manevi gücü temsil eden veli tipi alp tipinin aşırılıklarını törpüler, ancak savaşçı ruh uyum sağlayarak Tanrı’nın emirlerini yerine getiren bir kahraman, gazi olur (Kaplan, 2007: 101-118). Alp tipinin İslam diniyle beraber gazi tipine doğru dönüşmesi, inançla ilgili olduğu gibi sosyal hayat tarzı ile de ilişkilendirilir. Konar göçer hayat tarzından yerleşik hayat tarzına geçiş tabiatıyla kültürde ve yaşayışta her şeyi değiştirmemiş, bazı özellikler değişerek devam etmiştir. Türkler arasında Hz. Ali, Hz. Hamza, Seyyid Battal Gazi gibi müslüman savaşçı şahsiyetler örnek haline gelmiştir.
Türkler’de kadim zamanlardan beri kahraman, yiğit ve aynı zamanda bir ülkü için mücadele eden kişilere verilen alp ve alp er unvanları İslamlaşma döneminde de devam etmiş ancak zamanla eş anlamlı olarak kullanıldıkları gazi kavramının yerleşmesiyle eski yaygın kullanımını kaybetmiştir.
Türk maarif geleneğinde çocukluktan itibaren başlanan değerler eğitiminde bir örnek ve ideal olarak alp-alperen tipi daima merkezde yer almış ve çok önemli işlev yüklenmiştir. Zira eğitimde öğrenim süresinde örnek alma ve başkalarını gözlem çok belirleyicidir. Öğrenen örnek aldığı kişi ve karakterlerin davranışlarını taklit etmek hatta onunla hemhal olmak ister. Doğumdan itibaren anne ve babanın örneklerinde başlayan öğrenme süreci daha sonra öğretmen ve kahramanlar ile devam eder. Kahramanlar gerçek kişilik olabildikleri gibi hayalî de olabilir. Bu itibarla Türk maarif birikimini yansıtan temel eserlerde ya da destan, hikâye, masal ve menkıbe gibi anlatılarda yer alan hayalî kahramanların en bilinenlerinden biri de alp-alperen tipleridir.
Kaynakça
Âşık Paşa. Garib-nâme (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma). haz. K. Yavuz. İstanbul 2000, II/2, s. 549-579.
Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşıkî. Tevârîh-i Âl-i Osman. Osmanlı Tarihleri I içinde. haz. Çiftçioğlu N. Atsız. İstanbul 1949.
Çınar, Ali Abbas. “Türk Destanlarında Alp Tipi At”. Millî Folklor. sy. 56 (2002), s. 153-157.
Çobanoğlu, Özkul. Türk Dünyası Epik Destan Geleneği. Ankara 2018.
Ergin, Muharrem. Dede Korkut Kitabı-1: Giriş, Metin, Faksimile. Ankara 2008.
Kaplan, Mehmet. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2-Tip Tahlilleri. İstanbul 2007.
Kâşgarlı Mahmud. Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi. trc. B. Atalay. Ankara 1985, I, 41.
Köprülü, M. Fuad. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu. İstanbul 1981.
Köprülü, Orhan F. “Alp”. DİA. 1989, II, 525.
Öztürk, Necdet (haz.). Fatih Devri Kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî-Osmanlı Tarihi Kısmı (1299-1466). İstanbul 2003.
Tekin, Şinasi. “Türk Dünyasında Gazâ ve Cihad Kavramları Üzerine Düşünceler”. Tarih ve Toplum. sy. 109 (1993), s. 9-18; sy. 110 (1993), s. 73-80.
Yazıcızâde Ali. Tevârîh-i Âl-i Selçuk (Oğuznâme-Selçuklu Tarihi). haz. A. Bakır. İstanbul 2009.