Bakara Suresi 171. Ayet: Hakikate Kulak Tıkayanların Dramı
“İnkâr edenlerin durumu, haykırıp çağıran kimsenin sesinden başka bir şey duymayan hayvanların durumuna benzer. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık akıllarını kullanmazlar.” (Bakara, 2:171)
Kur’an-ı Kerim, hak ile batıl arasındaki farkı en derin tasvirlerle ortaya koyan bir mucizedir. Bakara Suresi’nin bu ayeti, imana sırt çeviren, ilahi daveti işitmeyen ve kalbini hakikate kapatanların trajedisini anlatan çarpıcı bir benzetmeyle başlar. Ehl-i Sünnet müfessirleri, bu ayeti, inkârcıların manevi körlüklerini ve ruhsal çöküşlerini resmeden güçlü bir ifade olarak ele almışlardır.
Ses Var, Fakat Anlayış Yok
Ayette geçen “haykırıp çağıran kimsenin sesinden başka bir şey duymayan hayvanlar” benzetmesi, Ehl-i Sünnet alimlerine göre, kalpleri mühürlenmiş olan inkârcıların hâlini tasvir etmektedir. Müfessirler, burada özellikle çoban ile koyun ya da sığır arasındaki ilişkiye dikkat çekerler. Çoban, sürüsünü tehlikeden korumak, onlara doğru yolu göstermek için seslenir, fakat hayvanlar sadece sesi duyar, anlamını idrak etmezler. Aynı şekilde, Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) de insanları hidayete çağırmış, fakat bazıları bu çağrıyı sadece bir ses gibi algılamış, içeriğini kavrayamamışlardır.
İbn Kesîr, bu ayeti açıklarken, inkârcıların Kur’an’ı işittiklerini ama anlamak istemediklerini, dolayısıyla Kur’an’ın onlar için bir rehber olamayacağını belirtir. Fahreddin er-Râzî ise bu ayetteki hayvan benzetmesini, inkârcıların akıl ve idrak kabiliyetlerini kullanmamalarına bir vurgu olarak değerlendirir. Beydâvî de onların hakikati reddetmesini, ruhsal bir hastalığın tezahürü olarak görür.
Sağır, Dilsiz ve Kör Olmak
Ayetin devamında inkârcıların üç temel sıfatı belirtilmektedir:
-
Sağırdırlar (summun): Onlar, hakkın sesini duymaya muktedir oldukları halde duymak istemezler. Kulakları vardır ama hakikate karşı tıkamışlardır. Allah’ın ayetleri okunduğunda, onlar bundan yüz çevirirler.
-
Dilsizdirler (bukmun): Hakikati anlayıp kabul etmedikleri gibi, onu başkalarına da anlatamazlar. Dil, insanın aklının ve idrakinin dışavurumudur. Fakat bu kimseler, hakikati dile getirme kabiliyetinden mahrum olduklarından, sessiz ve etkisiz bir varlık haline gelmişlerdir.
-
Kördürler (umyun): Gerçekleri görme yetilerine sahip olmalarına rağmen, bile bile hakikate gözlerini kapatmışlardır. Kalplerinde iman nuru olmadığı için, hak ile batılı ayırt edemezler.
Bu üç sıfat, sadece fiziksel bir engeli değil, derin bir manevi felci ifade etmektedir. Ehl-i Sünnet âlimleri, bu ifadelerin mecazi olduğunu ve inkârcıların hakikati idrak etmeye muktedir oldukları halde, bilinçli bir şekilde bundan kaçındıklarını vurgularlar. Bu, onların kendi elleriyle kendilerini felakete sürüklediklerinin bir göstergesidir.
Akıllarını Kullanmazlar: Zihinsel ve Ruhsal Körlük
Ayetin sonunda “Artık akıllarını kullanmazlar.” ifadesi, inkârcıların en temel sorununa işaret eder. Kur’an, insanı sürekli olarak düşünmeye, tefekküre ve aklını kullanmaya teşvik eder. Ancak inkârcılar, akıllarını çalıştırmak yerine, hevalarına ve atalarının batıl mirasına körü körüne bağlanırlar.
İmam Mâtürîdî, bu ayetin tefsirinde, Allah’ın insana akıl nimetini verdiğini, fakat inkârcıların bu nimeti kullanmayarak kendilerini helake sürüklediklerini ifade eder. Onlar, akıllarını hidayeti bulmak için değil, şirki ve batılı savunmak için kullanırlar. Bu yüzden de kalpleri mühürlenmiştir.
Sonuç: Hakikati Duyup Duyanlar ve Hakikate Kulak Tıkayanlar
Bu ayet, hakikatin değerini anlamayan, ilahi daveti sadece bir ses olarak duyan, fakat içeriğine kör ve sağır kalan insanları anlatan muhteşem bir tasvirdir. Rabbimiz, insanın en büyük nimetlerinden olan aklını ve kalbini kullanmasını ister. Ancak, inkârcılar bu yetilerini terk etmiş ve adeta birer “zihinsel ve ruhsal sağır, dilsiz ve kör” haline gelmişlerdir.
Gerçek hidayet, hakikati sadece duymak değil, onu anlayıp ona teslim olmaktır. Kulaklarımız duyuyorsa, gözlerimiz görüyorsa ve dilimiz konuşuyorsa, bunları sadece dünyevi maksatlarla değil, hak ve hakikat için kullanmalıyız. Çünkü aksi halde, var olan duyularımızı işlemez hale getirerek, bu ayette tasvir edilen hazin duruma düşmekten kendimizi alamayız.
Öyleyse, Kur’an’ın çağrısını sadece bir ses olarak değil, ruhumuzun aydınlanması için bir mesaj olarak işitmeye ve anlamaya çalışmalıyız. Ancak o zaman gerçek anlamda duyan, gören ve konuşan bir insan olabiliriz…