Cihad: İslam’ın Zirvesi, İmanın Fiilî Tezahürü

Cihad: İslam’ın Zirvesi, İmanın Fiilî Tezahürü

İslam, yalnızca bir inanç sistemi değil; aynı zamanda hayatın bütün alanlarını kuşatan bir nizamdır. Bu nizamın en yüce gayesi, insanı Allah’a kul kılmak ve yeryüzünde adalet, merhamet ve hakkaniyeti tesis etmektir. Bu kutlu hedefe ulaşmak için Müslümanların sarılması gereken en büyük azimlerden biri “cihad”dır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur:

“İmanın en üstün zirvesi cihaddır.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd, 2)

Cihadın Anlamı ve Ruhî Boyutu

“Cihad” kelimesi Arapça “cehd” kökünden gelir; gayret etmek, bütün gücünü sarf etmek demektir. Kur’an’da bu kavram, sadece savaş manasında değil, iman, ahlak, sabır, ilim ve tebliğ alanlarında gösterilen her türlü çabayı içine alan geniş bir anlamda kullanılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kim cihad ederse, kendi nefsi için cihad eder. Şüphesiz Allah, âlemlerden müstağnidir.” (Ankebût, 29/6)

Bu ayet, cihadın özünde bir nefis terbiyesi ve Allah’a yakınlaşma gayesi olduğunu vurgular. Zira cihad, sadece düşmanla yapılan bir harp değil, insanın kendi içindeki tembellik, korku, günah ve gafletle mücadelesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir sefer dönüşü ashâbına şöyle buyurmuştur:

“Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.”
“Büyük cihad nedir ya Resûlallah?” diye sorulduğunda, “Kişinin kendi nefsiyle olan cihadıdır.” (Beyhakî, Zühd, 2/165)

Dolayısıyla cihad, hem içsel bir arınma hem de dışsal bir adalet mücadelesidir.

Kur’an’da Cihadın Yeri

Kur’an-ı Kerim’de “cihad” kavramı birçok ayette imanla birlikte zikredilmiştir. Allah yolunda yapılan her mücadele, insanın imanının bir göstergesidir.

“Allah, kendi yolunda, sanki kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saff, 61/4)

Bu ayet, cihadın sadece savaşın değil, birlik ve dayanışmanın da sembolü olduğunu gösterir. Cihad, ümmeti bir arada tutan bir ruh, bir dayanma gücüdür. Yeryüzünde zulüm, haksızlık ve sömürü varken, Müslüman’ın sessiz kalması, Kur’anî bir duruş değildir. Çünkü İslam, “zulme rıza zulümdür” düsturunu, iman ahlakının bir parçası kılmıştır.

Hadislerde Cihadın Fazileti

Resûlullah (s.a.v.) buyurur:

“Cennet kapıları, kılıçların gölgesi altındadır.” (Müslim, İmâre, 116)

Bu hadis, cihadın bir “ölüm arzusu” değil, hak uğrunda mücadeledeki fedakârlık olduğunu gösterir. Cihad eden, ölümden değil; zillet ve esaretten korkar. Çünkü bir Müslüman bilir ki, hak uğruna mücadele ederken canını vermek, aslında ebedî hayata doğmaktır.
Yine Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Bir gün Allah yolunda nöbet tutmak, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Cihâd, 6)

Bu ifadeler, cihadın dünyevî menfaatlerden değil, ilahî rızadan beslendiğini ortaya koyar.

Cihadın Seküler Dünyada Çarpıtılması

Modern seküler dünya, “cihad” kavramını bilinçli bir şekilde terör, şiddet ve gericilikle özdeşleştirmiştir. Bu, İslam’ın ruhuna yapılmış büyük bir iftiradır. Oysa İslam’da cihad, adaletin hâkim olması, zulmün ortadan kalkması ve insan onurunun korunması için verilen kutsal bir mücadeledir.
Kur’an’da Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Size ne oluyor ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı gönder!’ diyen zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisâ, 4/75)

Bu ayet, cihadın insanî boyutunu açıkça ortaya koyar. Cihad, mazlumların sesi, sessizlerin hakkıdır. Bugün zulmün farklı biçimleri —ekonomik sömürü, kültürel asimilasyon, medya manipülasyonu— modern çağın savaş alanlarıdır. Müslüman’ın cihadı, artık sadece kılıçla değil, kalemle, bilgiyle, ahlakla ve sabırla yapılmaktadır.

İlmi ve Fikri Cihad

Peygamber Efendimiz’in “Âlimin mürekkebi, şehidin kanından daha değerlidir.” buyruğu (İbn Abdilber, Câmiu Beyâni’l-İlm, 1/45) bize cihadın en önemli cephesinin ilim olduğunu gösterir. Bugün Müslüman’ın cihadı; cehaletle, adaletsizlikle ve manevî yozlaşmayla mücadele etmektir. İlimle yapılan cihad, medeniyet kuran, gönüller ihya eden bir cihaddır. Kalem, hakikatin kılıcıdır; bilgi, cehaletin zincirini kırar.

Nefisle Cihadın Ebedî Gerekliliği

İnsanın en zorlu düşmanı kendi nefsidir. Nefis, tembelliğe, şehvete, öfkeye ve kibire yöneltir. Cihad, nefsi bu yönlerden terbiye etmenin adıdır. “Gerçek mücahit, nefsine karşı cihad eden kimsedir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd, 2) hadisi, bu hakikati özetler.

Günümüz dünyasında cihad, sadece silahlı mücadeleyle değil; haramdan kaçınmak, ibadetlerde sebat göstermek, dürüst ticaret yapmak, çocuklara iman bilinci aşılamak, adaleti savunmak gibi eylemlerle yaşatılır. Müslüman’ın her fiili, Allah rızası için yapıldığı sürece cihaddır.

Sonuç: Cihad Ruhunun Yeniden Dirilişi

Cihad, bir şiddet eylemi değil; bir diriliş hareketidir. İslam’ın izzetini, Müslüman’ın onurunu, insanlığın adaletini ayakta tutan ruhtur. Seküler dünyanın unutturduğu bu kavram, aslında merhametin, adaletin ve özgürlüğün en ulvî ifadesidir.

Bugün Müslümanlar olarak cihadı yeniden anlamaya, onu Kur’an ve sünnetin ışığında hak ettiği yere koymaya muhtacız. Cihad; kalemle, sözle, sabırla, ahlakla, ilimle, adaletle yapılacak bir seferdir. Bu seferin yolcusu, korku değil iman taşır yüreğinde. Çünkü bilir ki:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmrân, 3/169)

Ve bilir ki:
Cihad edenin ödülü, dünyada izzet, ahirette ebedî saadettir.
Çünkü cihad, imanın fiil hâline gelmiş hâlidir —
ve işte bu yüzden İslam’ın zirvesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir