ÇOCUĞA ‘’ALLAH SENİ YAKAR’’ DENMESİ
‘’Allah Korkusu’’
بِسمِ الله الرَّحمنِ الرَّحيم
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), bütün insanlığa örnek ve önder olarak gönderilmiştir. Bu, O’nun, bütün insanlığın beşeri karakterini, Psikolojik, fizyolojik ve ruhi özellik ve ihtiyaçlarını en ideal şekilde bildiği anlamına gelmektedir.
Bunu, ferdi, ailevi, sosyal, ekonomik ve siyasal açılımlarda, değişik karakterdeki toplum ve kişilerle olan ilişkilerinde ve sorunları çözmesinde görmemiz mümkündür.
Ve böylelikle peygamberimiz bizim en büyük psikiyatristimiz, Terbiyede, yetiştirmede alabileceğimiz örnek ve önderimizdir.
Bir ümmetin yeşermesi için tohumlarının hak ile ekilmesi gerekir ve hakkın ancak Kur’an ve sünnette olduğudur…
Allahu (azze ve celle) kuluna verdiği tohumları emanet olarak vermiştir, Anne ve babaya düşen görev ise o emanete riayet etmektir, onu Hakkı ile yetiştirebilmek, Allah yolunda yeşertmektir.
Çocukların temiz kalpleri kıymetli bir cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsulü alınır. Onun için Ağaç yaşken eğilir demişlerdir. Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse, oraya yönelir. Eğer hayrı âdet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Çocuklara iman, Kur’an ve Allah (azze ve celle)’nin emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler. Bu saadete anne ve baba da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her kötülüğün günahı, anne ve babaya verilir.
Müslüman, emri altında bulunanlardan mesuldür. Hadis-i şerif de buyurulduğu gibi:
”Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.”[1]
Bizim başlangıç noktamız çocuklara manevi boyutta bir din yerleştirmektir. Din dediğimiz şey, kelime itibariyle de bir hayat tarzı demektir zaten. Çocuklarımıza aşılamamız gereken şey, Kur’an ve sünnet’e uygun, hayatı hadislerle ve sünnetlerle çevrili ve bundan sebep güzel ahlakı barındıran bir hayat tarzıdır.
Bunun için henüz bebekken bile her yemek yedirişimizde onun duyacağı şekilde besmele çekmek, doyup da ağzını silerken Elhamdulillah demek, yine hapşurduğunda ‘‘Elhamdulillah’’ demek, giyinirken önce sağ taraftan giyinmek vs. gibi günlük hayatta yaptığımız her hareketi sünnet’e uygun bir şekilde yapmaktır. Esasen çocukların rol model alarak öğrendiğini düşünürsek, bunları zaten biz hayatımızda uyguluyorsak, yani bizim hayatımız ne derece Kur’an ve sünnetle çevriliyse, çocuk o derecede bunu kendi yaşantısına geçirecektir. Bu nedenle de, çocuğu eğitmeden evvel, anne ve baba olarak kendi hayatımıza dönüp bakmak ve esas kendimizi eğitmeliyiz.
Ve öyle bir zamanın içindeyiz ki, Korku kültürünün hakim olduğu bir ortamda yaşıyoruz; böyle yetiştirildik, bizi yetiştirenler de böyle yetiştirilmiş zaten. Çocuğuna “bak bir daha altına işersen, dilini keserim senin” diyerek çocuk eğitimi vermeye çalışan bir nesilden bahsediyoruz bu neslin evlatları olarak. Malesef aramızda hala bu terbiye metodunu kullananlar olsa da, anneler artık daha bilinçli, attıkları adımları daha dikkatli atmaya çalışıyorlar. Daha müşfik oldukları için değil aslında, anneler her dönem annedir ve çocuğunu hayatta her şeyden daha çok sever; fakat bu durum çocuklara nasıl muamele etmesi gerektiğini yeni nesil annelerin artık daha iyi bilmesinden kaynaklanıyor.
İçinde yaşadığımız toplumla birlikte sanki damarlarımıza enjekte edilmiş olan bu korku kültürü, ne yazık ki en çok Allah kavramı söz konusu olduğunda ortaya çıkıyor. Çocuklarımıza söz geçirebilmenin en iyi yolunun onları korkutmak olduğunu düşünüyoruz çünkü. Yemek yemiyor mu? “Bak baba kızar. Kızsana babası, yemeğini yemiyor!” Bir restaurant huysuzluk mu etti, göster garsonları. “Bak amca kızar, cız yapar!” Misafirlikte durmuyor mu? “Bak şu teyze çok kızar, iğnesi var. Değil mi teyzesi! ”Somut örnekler söz konusu olunca kişileri kullanan anne, soyut durumlar karşısında vicdana hitap etmek zorunda hissediyor kendini. “Yalan söyleme, Allah yakar!” Anneye karşı gelme, Allah kızar” “Şöyle, böyle yapma. Allah çarpar!”
Neden sevgi yerine korkuyu seçiyoruz!
Çocuk henüz ne olduğunu bile tam olarak bilmediği, algılayamadığı bir varlıkla korkutuluyor. Çocuk eğitiminde asıl olan birkaç şey vardır:
1. Çocuğa yaptığı bir davranışın yanlış olduğunu öğretmek için önce onu somutlaştırmak gerekir ki çocuk yaptığının neye mal olduğunu anlayabilsin. Örnek: Yalan söylersen kimse seninle arkadaş olmak istemez, oyuncaklarını paylaşmaz. Biz de babanla çok üzülürüz.
2. Yaptığı kötü davranışa karşılık bir ceza verilecekse bu, zamana yayılmamalı, o anda verilmeli ki etkili olsun. Zaten çocuk çok inandırıcı bulmaz sizin birkaç saat sonra vereceğiniz cezayı (ya da “eve gidince sorarım ben sana” da kar etmez!) Bu durumda çocuğun yaptığı davranışın neticesini ahirete bırakmak da ne kadar mantıklı, varın siz düşünün. Hem de çocuk ahiret kavramının ne olduğunu bile bilmediği halde! Bu iki madde ile esasen Allah ile korkutmanın pedagojik olarak ne kadar yanlış olduğunu ve çocuk için pek bir şey ifade etmeyeceğinden bahsetmiş olduk. Gelelim ikinci kısma.
Çocuklarımıza dini değerler aşılamak istiyorsak, büyüdüklerinde içlerinde Allah korkusu taşıyan ahlaklı bireyler olmalarını istiyorsak bunu “müjdeleyin, nefret ettirmeyin“ hadisini düstur edinerek yapmalıyız. Allah kavramının küçük yaşta çok dayatılmaması gerektiğini söylüyoruz evet, zamanla 4 yaş sonrası sorgulamalar başladığında, soyut olan Allah’ı öğrenmek bilmek istediklerinde onlara Allah’ı sevdirmeliyiz, korkutmalı değil.“Ben, Bana Verilenim” isimli kitabta şöyle bir yazı geçiyor . Orada din konusu ele alınmış. Bir örnek vermişler, çok iç acıtan. Çocuğun birisi diyor ki “ben Allah’ı sevmiyorum ama Peygamberimizi seviyorum. Çünkü Allah hep yakıyor, kızıyor, ateşe atıyor ama Peygamber çok şefkatli, çocukları çok seviyor” vs. Buyur burdan yak! Cümle gayet açık ve yorumlamaya, izaha gerek yok sanırım.
Çocuk birini sevdiğinde, onu üzmekten korkar. Bu durumda, o yanında olsa da olmasa da, o görse de görmese de, onun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak istemez. Oysa siz bir çocuğun kalbine korku salarsanız, sizden ayrı kaldığı ilk anda, sizin yasaklarınızı çiğner, sizin hoşunuza gitmeyecek davranışlara yönelir. Çünkü siz onu, korkuyla sindirdiğinizi sanırsınız ama aslında sinmiş gibi yapar ve bulduğu ilk fırsatta yapacağını yapar. Etrafımda gördüğüm, çocukken başında takke ya da başörtüsü, elinde tesbih gezenlerin büyüdüğünde İslam’dan uzak hayat yaşayanları, istisnasız bu korku kültürünün ürünü yetişkinler. Çocukken Allah ile korkutulmuş, sindirilmiş, aile zoruyla bir şeyleri yapmaya başlamış, yetişkin olup eline fırsat geçtiğinde kendini cehennemi davranışların içine bırakmış…
Tabi sadece ibadet ya da farzlar kapsamında değil bahsettiklerimiz. Önce ahlaki yaşantıdan bahsediyoruz ya hani, küçük yüreklere aşılamak istediğimiz. İşte çocuk Allah’ı sevdikçe, yalan söylemekten kaçınacak, Allah’ı sevdikçe dilini, elini, gözünü haramdan sakınacak. Büyüdükçe, somut algılar yerini soyut algılara bıraktıkça her şey kendiliğinden gelişiverecek inşaAllah.
Allah’ı sevdikçe onu hakkı ile tanıdıkça yeşerecekler .
*“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.”[2]
UMMU UVEYS
[1] Müslim
[2] Buhârî, İlim 12, Cihad 164; Müslim, Eşribe 70-71