ÇOCUK KALMAK, KUDÜS KALMAKTIR!
“Bir insanın ana vatanı çocukluğudur” der Pamukkaleli Epiktetos. Bu ifade, insanın özünün, gerçekliğinin, değerlerinin ve kişiliğinin çocukluk döneminde şekillendiğini vurgular. Her çocuk büyüdüğünde kendini bir gurbet içinde bulur. Bu gurbet aslında ilahi fıtrata duyulan özlemden başka ne
olabilir ki? Her insanın ilk gurbeti kendinedir! Yani çocukluğuna.
Benzer bir düşünceyi, kadim İslam düşünürlerinden İbn Arabî (ö. 638/1240) de dile getirir. İbn Arabî, çocukları gökten inen yağmur tanelerine benzetir
ve henüz yaratma emrini yeni duymuş olmaları sebebiyle çocukların Allah Teâlâ’ya daha yakın olduklarını belirtir (Muhyiddin İbnü’l-Arabî, 2007: 4/268, 15/333). Çocuk, Allah’a yakındır çünkü O’nun sesini daha yeni duymuştur. O ses, varlığın saf sesidir. Sonrasında ise bu sesi kalben ve ruhen duymayı başarabilenler çocuk kalabilmektedir; yani mümin kalabilmektedir.
Ayrıca bebeklerin iman ve İslam fıtratı üzere dünyaya geldikleri için, imanın bebeklerde yetişkinlere oranla daha sabit olduğu düşünülür. Nitekim Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurur: “Her çocuk ancak fıtrat üzere dünyaya getirilir. Sonrasında annesi babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusunda kulağı, burnu veya ayağı kesik olanını hiç görüyor musunuz?” Buna göre, her çocuk fıtrat üzere, Rabbini bilerek dünyaya gelir; her çocuk asaleten mümin sayılmakla beraber, daha sonra ebeveyninin inancı onun üzerinde etkisini gösterir. Kadim İslam bilginlerinden İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakzân’ı ve İbn Nefîs’in er-Risâle el-Kâmiliyye’si, kendi başına ıssız bir adada yetişen bir insanın, hayata kaynaklık eden her türlü hakikati doğası gereği keşfedebileceğini temellendirmeye çalışan felsefi roman türünün en iyi örneklerindendir. İnsanın kendi aklı ve ruhu eğer dışarıdan bir müdahale olmaz ise “hakikati” bulmaya ve hakikati yaşamaya uygun bir şekilde yaratılmıştır. Aslında hakikat “içimizdeki” çocuklukla birlikte dünyaya inmiştir.
İslam bilginleri, kendi mücadele ve ilim yolculuklarını yaradılışın başına dönmek, imanın en sabit ve taze biçimine tekrar kavuşmak ve tevhide ulaşmak olarak özetlerler. Bu süreci, anne karnındaki hallerine kemal ve mükemmellik sıfatına dönüş olarak okurlar. İnsan anne karnında aslında bütün eksikliklerinden münezzeh olarak “kâmil” bir varlıktır. Dünya hayatına indiklerinde büyüdükçe eksilirler. Çünkü öteki ona yeni bir hayal ve doğru sunar. Bu hayaller ve doğrular “fıtrat” ile eş güdüm olduğunda insan kalp ve ruh olarak huzura, sekinete ve iç dünyası ve dış dünyası ile dünyaya güzellik ve hayır katan bir varlığa dönüşür. Fıtratın dışına çıktığında ise günümüzdeki dünya ve günümüzdeki “insan” karşımıza çıkar.
“İnşa edilen çocuk”
Günümüz insanı, artık “çocuk” olma halini tamamen yitirdi. Çocukluk, ticari bir ürün ve getireceği kazançla ölçülen bir olguya dönüştürüldü. Sayısız eğitim programı, milyonlarca çizgi film ve gelecek odaklı projelerde çocuk, sadece “gelecekte para kazandırabilecek” bir yatırım aracı olarak görülüyor ve sistemin inşası için bir nevi “inşa edilmesi gereken bir ülke” olarak ele alınıyor. Bu ülkeyi ise bugün “Batı’nın beyaz yüzünde kalanlar” fethediyor.
Günümüzde yaratılmak istenen “insan”, doğumundan itibaren adeta bir sanayi ürünü gibi eğitim sektörü, güzellik endüstrisi, sağlık sektörü, çizgi film endüstrisi, sanayi ve siyasi düzen tarafından şekillendirilip üretiliyor. Üstelik, tüm bu sektörler artık tek bir tıkla, bir Instagram hikayesinde ya da
TikTok yayınında sunulabiliyor. Her dönemde yeni bir çocukluk ve çocuk figürü icat ediliyor; doğrular ve yanlışlar, sistemin arzuladığı insan tipine göre yeniden tanımlanıyor. Bundan 150 yıl önce, İngiltere’de çocuk işçiler, ebeveynleri tarafından “geleceğin kahramanları” olarak yetiştiriliyordu.
Çocukluk, bir toplumun ya da sistemin icat ettiği bir olguya dönüşmüş ya da dönüştürülmüş durumda. Çocuk ve “inşa edilen çocukluk” ile birlikte, gerçekler, doğrular, örfler, inanışlar ve temel değerler de yeniden icat edilebilecek bir düzleme ulaştı. Çocuk, anne ve babasının ürettiği ticari bir ürün, bir marka ve bir sosyal statü sermayesine dönüştü. Artık çocuğun cinsiyetinden okuduğu okula, ilk estetik ameliyatından son seyahatine kadar her şey, bir sosyal statü ya da sınıfsal konumu temsil ediyor.
Çocuk artık bir Instagram hikayesi oldu; Instagram’da aldığı beğeni kadar “değerli” kabul ediliyor. Çocuğun sembolik bir değere dönüştüğü bu ortamda, en kutsal değerimiz olan “insanlığımız” da adeta bir estetik ameliyat sahnesinde sergileniyor.
Günümüzde, çocuğun ruhundaki berraklık ve saflık, fıtratındaki nur ve “insanlık” ne yazık ki bir zaman kaybı olarak görülür oldu. Rüyaların bile bir çizgi film şeklinde sunulduğu bu dünyada…
Büyüyen insanın gölgesi!
Ebu Hureyre’ye kulak kesilelim: “Resulullah şöyle demişti: ‘Benden sonra, peygamberlikten sadece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!” Yanındakiler sordu: ‘Mübeşşirat da nedir?’ ‘Salih rüyadır!’ diye cevap verdi.” Muvatta’nın rivayetinde şu ziyade var: “Salih rüyayı salih kişi görür veya ona gösterilir.” Rüyaların dahi elimizden alındığı bir dünyada çocuk kalabilmek, çocuk kalabilmektir. Yani, insan doğup insan olarak yaşayabilmektir. Rüyaların elimizdeki tek göğe açılan kapı olduğu bir dünyada, rüya, çocuklardan çalınan ilk hazine olarak karşımızda duran bir hakikattir. Rüyanın çocuklara
bir çizgi film olarak sunulduğu bu dünyada, artık gerçek, bir rüyanın çocukluk arkadaşı kadar bizden uzaklaşmıştır.
Çocuğun sadece gelecekte ya da şimdi toplumsal beklentiler doğrultusunda icat edilmesi, yalnızca günümüzün sorunu değildir. Asıl sorun, çocuğun “çocuk” olarak inşa edilmemesidir. Artık çocuk, büyüyen insanın gölgesinden başka bir şey değildir; gelecekteki halinin bir demosu gibidir. Toplum, çocuğu en başından itibaren “yok ederek” icat etmektedir.
Çocuğu ve çocukluğu yok edenler
İnsanlık, çocuğu eğitmek, ondan ilham almak ve onu dönüştürmek üzerine kurulmuş bir medeniyet olarak bugüne kadar varlığını sürdürdü. Ancak bugün, insanlık çocuğu ve çocukluğu yok etmeye, onu kendine fener ve rehber kılmamaya çalışarak, çocukluğa dair ne varsa cezalandıran bir
hapishaneye dönüştü. İnsanlığın içindeki her çocuk, “hapsedilmesi ve gözetlenmesi” gereken bir suç gibi görülür oldu. Çünkü çocuk, insana 21. yüzyıl dünyasının doğrularının ve yaşam biçiminin ne kadar yanlış ve kusurlu olduğunu hatırlatan bir kalp güneşi görevini üstlendi. O, insanlığın kalan son vicdanı ve erdemidir.
Bugün, Filistin’de yaşanan soykırımın 2. yılına girmiş bulunuyoruz. İsrail Terör Örgütü’nün bugüne kadar katlettiği çocuk sayısı 20 bini aştı. Artık bu sayıların bile bir anlamı kalmadı. İsrail, bilinçli bir şekilde çocuk katletmeyi amaçlıyor. Yapılan açıklamalara baktığımızda, çocukların gelecekte
onlar için en büyük tehdit olarak görüldüğü ve özellikle bebekleri hedef alan özel ekiplerin kurulduğu bile ifade ediliyor. Bugün, İsrail Terör Örgütü, gelecekte kendilerine tehdit olmasın diye Filistinli bebekleri, ceninleri ve çocukları katlederken ne yaptığını biliyor. Modern toplumu inşa edenler de,
“insanın” yalnızca sistemin devamı ve bekçisi olarak var olmasını istedikleri için, kurdukları ekonomik sistem ve onun yönlendirdiği dijital ağlarda insanlığın ruhundaki “çocuğun” aklını ve ruhunu yok etmeyi hedeflemişlerdi. Bu sistem, onların belirlediği güzellik standartlarını, doğrularını ve
hakikatlerini esas alarak, hayatın temel gerçeklerine uygun bireyler üretmeyi amaçlıyor.
Böyle bir ortamda çocuk kalmak, fıtrat üzere yaşamak, sistemin kendisine atılacak bir atom bombası düzeneği gibidir. Bugün İsrail, tüm dünyanın gözleri önünde bebekleri katlederken, “Ama onlar gelecekte terörist olacak” diyorsa, Yahudi devletinin kurduğu bu sistem başarılı olmuştur. Eğer bu
soykırımı bir Instagram hikayesi olarak algılıyorlar ya da bir film izler gibi seyrediyorlarsa, insanlığın ruhundan çocukluk çoktan kaçmış demektir. İsrail Terör Örgütü’nün bugün cenin soykırımına kalkışmasının dünyada herhangi bir kaosa yol açmaması, aslında modern sistemin inşa ettiği dünyanın
çocuk fıtratı ve ruhundan arındırıldığını ve bu sistemin, insanı yok ederek yerine şeyleşmiş, yapay zekâ mahsulü robotik varlıklar koyduğunu apaçık gösteriyor.
İnsanlığın anavatanı…
İnsanlık olarak, modern dönemin başlangıcı sayılan sanayi devrimi ve ardından gelen dijital devrimle birlikte yanlış ve zalim bir dünya kurduk. Bu dünyayı, insanın her zaman yol göstericisi olan çocukluğundan arındırarak inşa ettik. Çocuğu ve çocukluğu, “inşa edilen” bir kapitalist zihniyetle
sistemin virüsü olarak görüp; insanın çocuktan ve çocukluktan kurtulabilmesi için, eğitim sisteminden oyunlara, oyunlardan film ve dizi sektörüne kadar çocuğun söyleyeceklerine ve anlatacaklarına kulak tıkayarak bu yapıyı inşa ettik.
Bugün insanlığın, çocuğa ve çocukluğa her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Epiktetos, “İnsanın ilk anavatanı çocukluktur” derken aslında
insanlığın da anavatanının çocukluk olduğunu vurgular. Çocuk, saflığı, doğruluğu ve vicdanıyla Allah tarafından hakikati bilerek dünyaya gönderilmiştir. Bugün insan, apaçık hakikati göremeyecek bir hale geldiyse, bunun nedeni sistemin ondan çocuğu ve çocukluğunu, yani vicdanını
çalarak bir dünya kurmuş olmasıdır. Böylece insan, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamayacak kadar sistemin kölesi haline gelmiş ve onun
kurduğu sahte gerçeklerin içinde bir “örümcek ağı”nda debelenen bir varlığa dönüşmüştür.
Bugün, İsrail Terör Örgütü’nün Filistin’de ve aslında tüm insanlığın zihninde apaçık bir soykırım gerçekleştirip hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesi, insanın çocuklukla ve çocuklarla kurduğu yanlış ilişkinin bir sonucudur. Çocuk, her daim insana ve insanlığa hakikati fısıldamış, gerçeği vicdan adıyla kulakları sağır edene kadar dile getirmiştir. Eğer bugün o çocuk ortada görünmüyorsa, bu, insanın ilk rehberinin “sistem” tarafından ilk katledilen düşman olarak görülmesindendir.
İnsanın doğal vicdanı ve erdemi
İnsanın çocukluğu, bozulmamış fıtratı; yani hak ile batıl arasındaki farkı ve dengesizliği görebildiği bir zaman dilimini içerir. Kişiliğinin iman nuruyla yıkandığı bu dönemde, insanın doğal vicdanı ve erdemi, onun dünya yolculuğunu insan olarak tamamlaması için yaratıcı tarafından emanet
edilmiş büyülü bir haldir. Bugün modern kapitalist sistem, çeşitli senaryo ve fısıltılarla insanı kandırarak çocukluktaki değerleri uyutmuş ve onu kulakları, gözleri ve kalbi mühürlenmiş bir hale getirdi. Dijital ağlarla insana boş zaman bile bırakmayan bu sistem, sanal dünya ve yapay zek tarafından kontrol edilen arzularla insanı sürekli meşgul ediyor. Eğer bu sistem, insanı apaçık bir soykırıma karşı bile dilsiz hale getirebiliyorsa,
artık çocukların uyanması gerekiyor. Çünkü kapitalist sistem insanın ruhunun uyumasını, bedeninin ise sınırsız bir şekilde çalışmasını istiyor.
Bu sistemin en korkulu rüyası, insanın çocukluğundaki fıtratına dönüp hak ile batıl arasındaki farkı görebilmesi ve vicdanının sesini dinlemesidir. Bozulmamış, sistem tarafından uyutulmamış, rüya gördürülmemiş, dijital ağlarla beyni yıkanmamış her insanda bu vicdan, gizli bir hazine olarak duruyor. Yapmamız gereken tek şey, bu uykudan uyanmaktır. İnsanın içindeki çocuğu hiçbir varlık tamamen yok edemez; sadece unutturabilir, uyutabilir ve ona rüya gördürebilir. İnsan o kadar meşgul edilir ki, durup içindeki çocukla konuşacak vakti bile olmaz.
Ama artık bugün uyanmamız gerekiyor. Eğer o çocuk bugün uyanmazsa, yarın sabah İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği soykırımı bile destekler hale gelebiliriz. Hatta, “Ama Filistinliler Gazze’de yaşamasaydı” diye düşünebiliriz. İnsanlığın ilk anavatanı Kudüs’tür. Haydi, orada uyanalım, orada Peygamber Efendimizin söylediği “rüyayı” görelim, vakit geç olmadan!