Çocuklar Gibi Ağlama! Yok ya…
Hocam hoş geldiniz.
Hoş bulduk.
Kendi gök kubbemizde yine birlikteyiz. Hamdolsun.
Eyvallah. Geçen hafta kitaplardan konuştuk. Kitapla ilk temasınızın nasıl olduğu. Ama malum bizim medeniyetimiz bir kitap medeniyeti dediniz. Fakat yanında bir de insan faktörü var. Meşk etmek, bir usta, bir sihirli dokunuş, bir el sahibi. Bu da icap eder. Hayatınıza bu manada etkisi olan, daha çocukluktan başlayarak kimler var? Onu da merak ederiz.
Şimdi tabii annem babam farklı şekillerde benim üzerimde etkili oldu. Ben o etkiyi yıllar sonra fark ettim. Aslında hepimiz onu yıllar sonra daha iyi görürüz. Yaşarken çok farkında değilizdir ama mutlaka annenin babanın bir çocuğun yetişmesinde entelektüel olarak, duygusal olarak, ruhi olarak, manevi olarak. Çok doğrudan etkisi var. İster istemez çocuk ilk gözünü açtığında kendine rol model olarak annesini alır. Özellikle annelerin rolü çok çok belirleyicidir.
Hani baba biraz daha gelir gider arada bir böyle sahneye girip çıkan bir baba figürüdür. Ama anne hep oradadır. O hep kucaklayandır, sarıp sarmalayandır vesaire. O manada ben annemin güzel taraflarını hep hayırla iade etmişimdir ama buna şehadet eden çok farklı insanların olduğunu gördükçe de hep mutlu olmuşumdur. Hep Rabbime de şükretmişimdir. Çünkü hala bugün bile annemi görmüş, tanımış, çorbasını içmiş, ekmeğini yemiş insanların ona dua ettiğini görüyorum. Bu kadar yıl sonra. Ben annemi 86’da kaybettim.
Bazen mesela diyorlar ki güzel bir şey yapıyorsunuz. Ya Allah seni yetiştiren anne babadan razı olsun diyorlar. Bu da bir evlat için büyük bir şey. Büyük bir bahtiyarlık. Anne babaya verilecek en güzel hediyelerden biri.
Çok çok güzel bir dua o. İnsan işte yıllar sonra fark ediyor, şeyin farkına varıyor. Yani annenin babanın etkisi. Ben de şimdi bir baba olarak çocuklarım üzerinde en görüyorum. Onlar tabii büyüdükçe bunu fark ediyorlar. Belki yaşarken dediğim gibi çok farkında değiller ama zaman içerisinde onlar da bunu görüyorlar, hissetmeye başlıyorlar.
Mesela benim annem çok mükrim bir insandı. İkram etmeyi severdi. Çok merhametli bir insandı, şefkatli bir insandı. Ve şimdi yokluk içinde mükrim olabilmek kolay bir şey değil. Yani bir şey varsa elinizde paylaşırsınız ama olmayınca neyi paylaşırsınız? İşte ne kadar varsa. Bir lokma ise onu paylaşırsınız, bir elma ise onu paylaşırsınız. Ama ondan daha önemlisi onun yanına azık olarak, katık olarak koyduğunuz başka değerler vardır. Bir ev sahipliğidir, bir sevgidir, bir anlayıştır, bir muhabbettir. Onlarla birlikte bir elma on elma olur. Bir lokma on lokma olur. Yani bir çorba bir kebaba dönüşür. Yani onu yaşayabiliyorsanız maddi olan, sınırlı olan da bereketlenir, çoğalır, artar. Mesela rahmetli annem öyle bir kadındı. Doğuda bir çocuk hocam.
Dermiş ki her şeyin bereketi Allah’ın elindedir, ayranın bereketi annemin elinde. Yani bittikçe suyu ilave ettiğiniz vakit o ayran içilir. Anneler öyle. Göçmüşlerine Cenab-ı Hak rahmet etsin. Kalanlarına uzun ömür versin. Kanıgan’a rahmet eylesin. Anne babanın dışında mesela konferansına gitmem lazım dediğiniz birisi vardır. Bir yerde karşılaşıp kitap imzalattırdığınız birisi vardır. Onun için. Onun gibi konuşmalıyım dediğiniz birisi var mıydı böyle figürler? Tabii benim özellikle orta ve lisede bizim inkılap tarihi hocamız vardı. Rahmi Eser Hoca. Allah rahmet eylesin. Onu da bir on küsür yıl önce kaybettik. Belki daha fazla oldu. Bir on beş yıl oldu. Benim üzerimde çok etkisi emeği olmuştur. Rahmi Hoca’nın. Allah razı olsun ondan. Benim okuma sevgimi çok daha ileri noktalara taşımış bir şey. Belki Rahmi Hoca’mın ve başka hocalarımın benim üzerimde doğrudan etkisi olan diğer hocalarımın en büyük katkısı şu oldu bana.
Beni hep karşılarına eşit bir aktör gibi alıp konuşmaları olmuştu. Yani ey çocuk gel sana bir şey anlatayım değil. İbrahim gel ne okuyorsun biraz onun üzerinde sohbet edelim demeleri. Bendeki o okuma aşkım. Öğrenme arzusunu derinleştirdiği gibi. Bir insanla nasıl ilişki kurulur? Duygusunu da çok doğru bir çerçeveye oturtmuştu. Bu insan ilişkilerinde de çok önemlidir. Yani şimdi statülerden bağımsız olarak bir insanla sizden yaş olarak küçük olabilir büyük olabilir fark etmez. Doğru ilişki kurabiliyorsanız yani eşit bir aktör muhatap olarak. Bir konuyu konuşabiliyorsanız bu aslında o insana yapabileceğiniz en büyük katkılardan biridir. İnsana saygı biraz böyle başlıyor. Çocukla bile konuşurken bu çocuk anlamaz değil. Anladığı dilden konuşma gayretini gösterirsen o da anlar. Ve bu çaba yani tırnak içinde çocuğun seviyesine inmek aslında seni yükseltir. O ilişkinin o alışverişin. O sohbetin seviyesini artırır.
Bir taraftan da bazen diyorum tabi dilimizle de ilgili bir şey bu da hani çocuklara çok haksızlık ettiğimizi ya da kıymetlerini bilmediğimizi düşünüyorum. Yani çocuk gibi olma. Keşke çocuklar gibi olabilsek. Çocuk gibi ağlama. Yok ya çocuklar gibi. Keşke çocuklar gibi ağlayabilsek bazen. Şimdi şeyde ben yetişirken en azından çevremde bana bu güzellikleri katan insanlar oldu. Ben Alanya Lisesi’nde okurken Orta Son’du zannediyorum. Orta Son’u da orada okudum. Kitaba olan bu ilgimden dolayı hem okulun kütüphanesini kullanıyordum ama bir taraftan da kitap, dergi Alanya’ya o dönemde ne kadar gelebiliyorsa bulup almaya çalışıyordum. Bizim Alanya Lisesi’nin biraz ilerisinde bir cami vardı. Caminin yanında da bir küçük kütüphanesi vardı. Küçücük bir kitapçı vardı. O kadar küçüktü ki bir ufacık kulübe içine giremiyordunuz. Kulübenin bir tane camı vardı. Kitapçı amca da o camdan kitabı verirdi.
Yani o kadar küçüktü. Kendisi sığıyordu ama işte görüyorduk veya kendisi tavsiye ediyordu veya isim veriyordu şu kitabı getirebilir misiniz diye. Tabii o zaman internet yok bir şey yok. Hani işte dergiden oradan buradan duyuyorsunuz şu kitap çıkmış ya da bu kitabı okumak lazım vesaire diye. Ben de işte elime para geçtikçe harçlıklardan artırdıkça biriktirdikçe gidip oradan kitap alırdım. Bir de Alanya merkezde çarşının orada iskeleye giderken bir dağıtımcı vardı. Bütün Alanya’ya gelen gazete, dergiler oraya gelirdi. Oradan da gider dergi bakardım. İlgilendiğim konularla ilgili dergiler almaya çalışırdım. Gene harçlığım yettiği oranda. Bir gün o kitapçı amcanın oraya gidip kitaplar almaya başlayınca o da ilgilendi sağ olsun. Yönlendirdi de bak bu kitap da güzel. Sen bunu al. Bunu okuyorsun. Aferin bak şunu da oku vesaire. Bir iki ufak alışverişimiz olduktan sonra hiç unutmuyorum.
Bir gün bana dedi ki yavrum senin adın ne dedi. İbrahim dedim amca. İbrahim dedi benim adım da Ekrem. Ekrem, ikram sahibi kişi demektir. Bundan sonra ben sana hep ikramda bulunacağım. Yani hep indirim yapacağım kitaplarda. Onu hiç unutmam. Yani bir orta üç çocuğuna bunu söylemek çok kıymetli bir şey. Allah rahmet eylesin eğer vefat ettiyse hayattaysa. Kulakları çınlasın Allah razı olsun. Mesela Ekrem amcanın bende bıraktığı o iz kıymetli. Yani benim kitaba olan sevgimi aşkımı böyle ödüllendirmesi bir kitap satıcısının çok kıymetli bir şey. Bugün ne kadar kaldı bilmiyorum ama en azından bu işi yapanlara belki bir hatırlatma olur bu. Yani müşterisiyle kitap sohbeti yapabilen bir kitapçı çok kıymetli bir şey. Girdiğinizde kitap satıcısı değil. Kitap sahibi. Kitapçı sahibi. Eski tabirle sahaf. Bu işi bilen. Bir insanla. Yeni çıkan, eski çıkan, el yazması, mat bu her neyse.
Bunlar üzerine sohbet edebileceğiniz bir kitaba, bir kitapçıya gitmekle herhangi bir zincirin içindeki bir yere gidip bir satıcıdan, tezgahtardan kitap almak arasındaki fark herhalde çok açık ve net. Muzaffer Efendi geldi aklıma Muzaffer Ocak. Bazen gelen gençlere bakar, severse 20 liralık bir kitap mesela çocuk aldı. Kitabın içine 100 lira harçlık bırakırmış. Maşallah. Çocuk eve gidince fark ediyor. Ne kadar güzel. O berekettir işte. O bir dokunuştur. O tekrar gel demektir. Oku demektir. Devam et demektir. Bunlar çok kıymetli. Bir gün yine rahmetli Rahmi Hoca, Allah gani gani rahmet eylesin benim üzerimde dediğim gibi çok emeği olmuş bir hocamdır. Ama daha yeni tanışıyoruz. Bizim İnkılap Tarihi dersine giriyor. Orta üç düzenli diyoruz. Ben de o dediğim dağıtımcıdan gidip bir dergi almışım. O dergiyi de yanımda gezdiriyorum. Okuyorum çünkü teneffüslerde okuyorum onu. Sonra hoca bir geldi.
Ben de çok farkında da değilim hocanın geldiğini. Yani teneffüs bitmiş şeye gelmişler. Ben de dergiyi okuyorum. Baktım böyle bir yanımda birisi böyle bir gölge belirdi. Ama bir baktım hoca, Rahmi Hoca. Ben hemen dergiyi kapatıp çantaya sıranın altına koymaya yeltenmiş. Geldiğim sırada şöyle bir eliyle bir tuttu. Bu ne dedi? Dergiyi gördü. Dersten sonra gel bir konuşalım seninle dedi. Dersten sonra gittik. Galiba öğretmenler odasında. Bana çay ikram etti. Ve biz o dergi ve o derginin konuları edebiyat düşünce dergisiydi. Üzerine bir sohbet ettik. Onunla. Ve beni çok teşvik etti o her zaman. Yani aferin dedi. Bak bu yaşta böyle bir dergi okuyorsun. Takip ediyorsun. Bravo sana falan diye. Bu da mesela bir orta üç çocuğunun hayatında önemli bir dokunuş. Yani bu tür şeyleri asla küçümsememek lazım. Bugün diyelim ki öğretmen arkadaşlarımız var.
Veya farklı ortamlarda böyle gençlerle veya başkalarıyla bu tür temasımız olabilir. Çocuklarla dedik ya demin. Yani asla çocuk görmemek lazım onları. Çocuk safiyetini koruyarak onlarla ilişki kurabilmek lazım. Bunlar insana ilişkilere çok şey katan çok güzel zenginlik bereket katan şeyler. Şu anda mesela meşgaleniz itibariyle soruyorum. Okumaya vakit bulabiliyor musunuz? Okumaya mutlaka vakit ayırıyorum. Yani yeri geldiğinde uykudan feragat ediyorum. Yeri geldiğinde başka şeylerden. Ama. Biraz benim okuma üniversite akademik disiplinden de gelen bir özelliğim. Okumadan birkaç gün geçirmem mümkün değil. Mutlaka okuduğum birkaç kitap vardır elimde. Ben de aynı anda birkaç kitap okuyanlardan birisiyim. Birisine odaklanırım ama onun sağında solunda hep birkaç kitap vardır. Okumaya mutlaka vakit ayırıyorum. Çünkü bizim yaptığımız işte şu anda ben devlet görevindeyim. Yaptığım iş. Bilgiyle ve fikirle yapılabilecek bir iş. Bilgi olmadan, bilgiye dayalı doğru fikir olmadan ve o fikri destekleyen bir irade olmadan devlet yönetmeniz mümkün değil.
Mesela ben ister dış politikayla ilgileneyim ister başka bir konuyla ilgileneyim. Bunu yaparken de bilgi sahibi olmalıyım. Elimde bilgi olmalı, doğru bilgi olmalı. Bunun üzerine bir fikir inşa edebilmeliyim. Tefekkür etmeliyim, düşünmeliyim. Bu bilgi geldi bana. Doğu Akdeniz’de bu oluyor, Suriye’de şunlar yaşanıyor. Yeni Amerikan yönetimi böyle. Karabağ’da durum bu. Libya’da şunlar yaşanıyor. AB ile ilişkilerimiz bu gibi. Birer cümle söyledim ama her biri koca koca dosyalar bunlar tabi. Her birinin altında böyle dosyalar var. Ben bunları düşünürken, yönetirken, politika üretirken, uygularken, bunları Cumhurbaşkanımıza arz ederken, mevkidaşlarımla, muhataplarımla oturup bunların müzakerelerini yaparken elimde doğru bilgilerin olması lazım. Hamdolsun bu imkanımız var. Devletimiz, Dışişleri Bakanlığımız, ilgili kurumlarımız bu bilgileri zaten bize ulaştırıyor. Ama ben onun üzerine bir de bir fikrim var. Fikir inşa etmeliyim. Yani sadece gelen malumatı okuyup ona göre direktif veren, alan birisi değilim.
Olamayız zaten. Peki mesela böyle bildiğimiz figürlerden. Ya gideyim Sezai Karakoç’un bir yanında oturayım. Ya da bir Necip Fazıl konferansı varmış gideyim. Bu tanıdığımız kimselerden etki oldu mu hiç? Tabi biz Necip Fazıllara yetişemedik. Ben yetişemedim. 83’tü galiba rahmetli Necip Fazıl’ın vefatı. Daha biz 10-11 yaşlarındayız falan. Ama duyuyorduk. Diliyordum. Ama konferanslarına gittiğim Hüseyin Hatemi hocalar falan vardı hatırlıyorum. Kulakları çınlasın. Onunla da hamdolsun muharefemiz bugüne kadar devam etti. Yani çok severim kendisini. Buradan da selamlarımı ileteyim. Bu hocayla mı daha çok meşrebiniz tutar Hüseyin Hoca? Şöyle enteresan oldu. Hüseyin Hatemi hoca yakışıklı olan benim ikizlerden dediği günden beri ikisiyle de muhabbetimiz hep oldu. Daha sonra Hüsrev hocayla da tabii. Hem şiir üzerinden hem diğer konularda hem muharefemiz ve dostluğumuz oldu. Bizim büyüklerimiz olarak diyeyim. Ve yani o dönemde işte mesela İsmet Özel’le bir tanışıklığımız oldu. Ki ben üniversite ya üçüncü ya da dördüncü sınıftaydım yanlış hatırlamıyorsam. İsmet abiyle ilk tanışmamız olmuştu. Üretmenhan’da Çıdam Yayınları’nı kurmuş ve bir ofis açmıştı orada. Biz tabii üniversitedeyken ben İstanbul Tarih mezunuyum. Biz Hafız-ı Erbayin’ idik bir ekip olarak. Bir arkadaş grubu olarak Erbayin’i biz baştan sona adeta ezberlemiştik. Ve her gün Erbayin fasılları yapardık kendi aramızda. Erbayin’i okurduk yani birbirimizi okurduk. Ve tabii İsmet abinin hem şiiri hem nesiri bize çok şey kattı o yıllarda. Ben hala şiirini çok büyük bir zevkle okurum. Yani iyi şair gibi klişe bir cümle kurmak istemiyorum. Ama şiirin insana neler yapabileceğini gösteren bir şair olarak, sadece şiiri yazan değil, şiirin bir insana neler yapabileceğini gösteren bir şair olarak ben çok istifade ettim.
Şiir bir insana neler yapabilir?
Şiir insana çok şey yapar.
Biraz açalım bunu.
Şiir deyince hocam hani güzel sesli abiler romantik müzikler eşliğinde bir yerde okuyacaklar. Biz de sevgiliye anlatmak için bir şey biriktireceğiz. Şiiri bu zannediyoruz. Bu değilse başka ne şiir? İnsana ne yapar?
Şiir insanın yeryüzünde var olma biçiminin, hallerinin, tasvirine en doğru ışığı tutan edebi formdur diye düşünüyorum. İnsanın varlık serüveninin var olma mücadelesini en çıplak bir şekilde ortaya koyan bir ifade biçimidir. Ve şiir insandaki şuur derecesini yükselttiği oranda insana bir şey katar. Ve şiir insandaki şuur derecesini yükselttiği oranda insana bir şey katar. Ve bizi kelimelerle ifade edilemeyen hakikat noktasına getirir ve orda bırakır. Ve bizi kelimelerle ifade edilemeyen hakikat noktasına getirir ve orda bırakır. Tabirin ”sığmaz kaleme” diye bir ifade vardı bize feet müziğinde. Tabirin ”sığmaz kaleme” diye bir ifade vardı bize feet müziğinde. Bu öyle güzel bir ifadedir ki seni anlatmak mümkün değil kaleme, söze sığmıyor.
Seni dediği Cenabı Hak olabilir, sevgili olabilir, bir olay olabilir, bir şey olabilir bu. Seni dediği genabı hak olabilir, sevgili olabilir, bir olay olabilir, bir şey olabilir bu. Bunu derken insanı dilin sınırına getirir ve orada bırakır. Aslında en güzel sözler kelimelerin tükendiği noktada söylenir. Şiir bizi o noktaya getiren bir edebi formdur, bir işarettir, bir uyarıdır, bir zikirdir, hatırlatmadır. Bazen şok terapidir. Ve bizi dilin sınırlarına getirdiği oranda da şiir bizde derin izler bırakır. İyi şiir okuduğumda ben Wittgenstein’ın dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır, sözünü daha iyi kavradığımı düşünüyorum. Bu sadece şiir bize bir takım dilsel imkanlar sunduğu için değil. Şair de son tahlilde kendi dilindeki mevcut kelimeleri kullanarak bir mana anlatıyor, ifade ediyor. İmgeler kullanıyor tabii ki. Farklı kelimeler de kullanabilir. Dile olan hakimiyetine orantılı olarak farklı şeyler de kullanabilir.
Kastettiğim bu değil ama. Kastettiğim bir yürüyüş olarak, duruş olarak, bir duygu olarak insanı getirip bıraktığı yer. Bir şiir okuduğunuzda şiirle olan ilişkiniz sadece zihinsel edebi bir ilişki değildir. Sizin bütün varlığınıza dokunabiliyorsa, nüfuz edebiliyorsa o şiir sizi bir yere götürüyor demektir. İşte, hani şiir insana ne yapar sorusunun cevabını da orada aramak gerekir. Yine İsmet Özel’in Kötü Şiirler’de bir dizesi var. Ben onu hep şiirin en iyi tanımlarından biri olarak görmüşümdür. Bütün müsveddelerimi yırttım. Göğsümün kıllarıyla gövdemin kokusundan buharlaşıyor şiir. Niye çok iyi bir şiir tanımı diyorum. Arapça’da şiir kelimesinin iki kökeninin olduğu söylenir. Birisi şuurla ilgili. İlgili bilinç. Türkçe’de de kullandığımız şuur, şaara. Bir şeyin idrakinde olmak, farkında olmak. Bu anlamı da olabilir. Hani şiir insandaki bilinci, farkındalığı ortaya çıkartan şeydir. Farklı bir edebi formuna.
Bir diğer manası da Arapça’da saç kılı demektir şiir. Arapça’da da şiir saç biliyorsunuz. Kılı insan göğsünden çekerken, o hissettiği ince sızı şairin şiiri yazarken, hissettiği sızıdır. Şair bunu hissediyorsa, yazarken, o şiiri inşa ederken ki bence şiir yazılmaz, inşa edilir. Siz de o acıyı, şiiri okurken alırsınız. O duyguyu, illa acı olmak zorunda değil ama o duyguyu. Ve o sizde aynı etkiyi yapıyorsa, şairle, şiiri inşa edenle okuyan kişi aynı yerde buluşmuş demektir. O yüzden gene yanlış hatırlamıyorsam, şiir okuma kılavuzunda İsmet Özel, şiir şairin neresinden çıkıyorsa okuyucunun da orasına ulaşır diyor. Buradan çıkıyorsa şiir okuyucunun da muhtemelen zihnine ulaşır. Buradan çıkıyorsa muhtemelen de okuyucunun kalbine ulaşır. Dolayısıyla bu bağı, bu rabıtayı kurabildiği oranda şiir bize varlık içindeki yerimizi, hatırlatan, insanlık halimizi anlatan bir durum tasviridir, bir işarettir. O manada şiir herhangi bir edebi form olarak görülmemeli.
Şiirin bir düşünce boyutu olduğunu, ancak sağlam bir fikre dayanan bir şiirin edebi ve sanatsal olarak da güçlü olabileceğini söyleyebilirim. İçinde fikir olmayan şiir, iyi bir şiir değildir, güçlü bir şiir değildir. O edebi sanatlar üzerine kurulu başka bir şeydir. Bizde bizi alıp götüren, sürükleyen şey şiirde onun içindeki ana fikirdir. Ama o fikir kuru, zihinsel, mantıksal, köşeli, ruhsuz bir fikir yığını değildir. Benim yeni kitapta da inşallah onu ele aldım, yakında da çıkacak. Düşüncenin duygusu dediğim bir yönü vardır. Düşüncenin de bir duygusu vardır. Biz biraz çok kartezyen düşünmeye alıştığımız için zihinlerimizde düşünceyle duyguyu böyle çok katı bir şekilde birbirinden ayırdık uzun yıllardır. Halbuki duygunun da bir düşüncesi vardır, onun dayandığı bir fikir vardır. Bir de düşüncenin taşıdığı bir duygu vardır. Yani bir düşünce size özgürlük duygusunu tattırır, bir düşünce size devrim duygusunu tattırır, bir düşünce size sevgi duygusunu, tattırır.
Bunlar sentimental fikirden, idrakten, yoksun, sadece bir takım hissi şeyler değildir. Bunların dayandığı bir takım fikri temeller de vardır. İyi bir şiir, daha da genişleterek söylüyorum, her iyi sanat eseri aynı zamanda bir sağlam fikre dayanır. Dayandığı fikir ne kadar güçlüyse, sanat eseri de resim olarak, şiir olarak, müzik olarak, mimari olarak o kadar güçlü olur ve sizin karşınıza gelip ben buradayım der.
Bunu diyebilmesi için de, bunu dediğini fark etmek için de ufkun biraz açık olması gerekiyor galiba.
Evet.
Bununla bitirelim bu hafta. Teşekkür ederiz hocam.