Ebü’l-A’lâ El-Mevdûdî ve Tefhimü’l-Kur’an
1.1. Hayatı ve Şahsiyeti
Mevdûdî, H. 3 Receb 1321’de (M. 25 Eylül 1903) Hindistan’ın Haydarâbâd (Maharashtra) eyaletine bağlı Evrangâbâd kasabasında doğdu (Birışık, 2007, 16). Büyük dedesi Kutbiddîn Mevdûdî Çiştî, Hint alt kıtasında en etkin tarikat olan Çiştiyye’nin meşhur şeyhlerindendir. Ona, daha büyük dedelerinden Ebu’l-A’lâ’ya (ö.h. 935-m. 1529) nispetle Ebu’l-A’lâ ismi verilmiştir. Hz. Hüseyin’in soyundan gelmesi sebebiyle seyyiddir (Gilanî, 2000, 24). Dedeleri 15. yüzyılda Afganistan’ın Herat bölgesinden gelip Hindistan’a yerleşmiştir.
Hiç şüphesiz, insanın şahsiyetinin oluşmasında, karakterinin gelişmesinde ailenin ve çevrenin önemli bir yeri vardır. Mevdûdî’nin kişiliğinin gelişmesinde de babasının rolü büyüktür. Seyyid Ahmed Hasan’ın, oğlunu okula göndermeden özel öğretmenlerle yetiştirmesi ve Mevdûdî’nin yaşıtlarından ziyade yaşça büyük insanlarla bir araya gelmesi, hem eğitimine hem de diline büyük etki etmiştir. Mevdûdî, on bir yaşında evdeki eğitimini tamamladıktan sonra Evrangâbâd’daki Medrese-i Fevkaniyye’nin sekizinci sınıfına girdi (Birışık, 2007, 24). Bundan sonra okul hayatında başarılı bir öğrenci olarak devam etti. Ancak 1915’te ailesinin Haydarâbâd’a taşınmasının ardından eğitimini burada Dâru’l-Ulûm’da sürdürdü. Kısa bir süre sonra babasının sağlığının bozulması ve vefatı sebebiyle okuldan ayrılıp ailesinin geçimine katkıda bulunmak için çalışma hayatına atıldı. Eğitimine ise kendi gayretleriyle dışarıdan devam etti (Gilanî, 2000, 38).
Mevdûdî, 1918’den itibaren çok genç yaşta birçok dergi ve gazetede yazmaya ve editörlük yapmaya başladı. Engin düşüncesi, güçlü yazı yeteneği gazeteciliğe ve makale yazmaya çok elverişliydi. Mevdûdî, daha çok Müslümanların karşılaştığı problemler, Batı taklitçiliğine ve kültürüne karşı tutumlar, toplumun yeniden inşası ve ıslahı, Kur’an ve sünnetin günümüze taze ve canlı bir aktarımla sunulması konularını ihtiva eden yazılar yazıyordu (Gilanî, 2000, 42). Nihayet 1932’de “Tercümânü’l-Kur’an” dergisinin editörlüğünü üstlendi ve vefatına kadar bu dergide yazarak toplumu ıslah faaliyetlerine devam etti (Gilanî, 2000, 39). Tercüman dergisinin neşriyatı, Mevdûdî’nin kurduğu Cemaat-i İslami mensupları tarafından günümüzde de hâlâ devam ettirilmektedir (Kışlakçı, 2019, 57).
Mevdûdî’nin güçlü kalemi, düşüncedeki derinliği ve fikirlerindeki ruh onu sorumluluk almaya itmiş ve İkbal gibi toplumun önemli şahsiyetleri de onu sâlih bir cemaat kurma noktasında teşvik etmiştir. Bu sebeple, Hindistan’ın en önemli âlim ve mütefekkirlerinin de içinde bulunduğu 75 kişilik bir grup, Mevdûdî ile aynı fikirler etrafında görüş birliği sağladı ve Mevdûdî, 26 Ağustos 1941’de Cemaat-i İslami hareketinin kurulmasına öncülük edip hareketin lideri seçildi. Toplumun ıslahı ve İslam düzeninin tesis edilmesi için kurulan bu hareketin en büyük mâlî gelir kaynağı, Mevdûdî’nin yazdığı kitaplardan elde ediliyordu. Bu hareketin ana gayesi, Pakistan’ı İslam temeli üzerine kurmaktı. Bu sebeple Mevdûdî, yeni devletin anayasası hazırlanırken İslami bir anayasa olması için çok mücadele vermiştir (Gilanî, 2000, 47-48).
Mevdûdî, okumayı ve araştırmayı severdi. Uzun yıllar vaktini kitapların içinde ilmî çalışmalara ve sahada da okuduklarını ve yazdıklarını uygulamaya çalıştı. İslami ilimler yanında tarihten biyografiye, felsefeden siyasete kadar birçok alanda eserler ve tercümeler yazmıştır (Karadavi, 2017, 55-57; Birışık, 2007, 24). Özgün bakışı, taklitten uzak, araştırarak, sorgulayarak, karşılaştırarak, kıyaslayarak hakikati araması, onu yepyeni bir ihya hareketinin öncüsü haline getirmiştir. Bu hali bazı âlimlerce de 20. yüzyılın Gazzâli ve İbn Teymiye’si olarak değerlendirilmesine vesile olmuştur (Gilanî, 2000, 199-200). Mevdûdî, sorumluluk üstlenip toplumun içine karışmış, ülkesini karış karış dolaşmış ve doğru bildiklerini muhatap kitlelere anlatmıştır. Ömrünü Kur’an ve sünnetin doğru anlaşılmasına, toplumun ıslahına adamış, büyük bir fikir, mücadele ve aksiyon insanı olduğu anlaşılmaktadır.
1.2. Sosyal ve Siyasi Düşünceleri
Hint Alt Kıtası, Emevilerin büyük fetih hareketleri sonucunda İslam ile tanışmıştır (Birışık, 2007, 149). Müslümanlar ile Hindular bu topraklarda barış ve huzur içinde yaşarken 1857 yılından sonra Hint Alt Kıtası tümüyle Büyük Britanya Krallığı’nın egemenliği ve sömürgesi altına girmiştir. İngilizler, Hint milliyetçiliğini desteklerken Müslümanlara üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapmışlardır (Birışık, 2007, 15). Bu durum, Müslümanlar ile Hinduların arasını açmış ve Hinduların Müslümanlara karşı baskı ve zulüm yapmasına, çatışma ortamının oluşmasına sebep olmuştur.
Mevdûdî, Müslümanların Hindularla aynı toprakları paylaşmasının gelecek nesiller için ciddi bir tehlike oluşturduğunu ve bu iki topluluğun birbirinden ayrılması gerektiğini savunmuştur. Hatta onun İngiliz sömürüsünden ve tahakkümünden daha tehlikeli gördüğü bir durum vardı. Bu da, Hinduların Müslümanlara yapacağı baskı ve zulüm sonucunda Müslümanların İslami kimliklerini yitirme ve zamanla asimile olma tehlikesiydi. Tüm bu tehlikeleri bertaraf etmek için bölge Müslümanlarının önemli bir karar almaları gerektiği inancı doğmuştur. Bu da Pakistan devletinin kurulması ve Müslümanların kendi kendilerini yönetmesiydi (Gilanî, 2000, 43-44, 48-49; Kışlakçı, 2019, 58-62).
Mevdûdî’nin en önemli gayelerinden biri de Pakistan İslam devletinin kurulması, devletin Kur’an ve sünnet çerçevesinde İslami bir düzen ve anayasayla yönetilecek bir sistem oluşturmasıydı. Bu sebeple, ilmî çalışmalarla meşgul olurken bile siyasi ve içtimai faaliyetlerden geri durmamıştır. Hatta kendisine daha sonraları siyasetçi denilecek kadar politikayla meşgul olmuştur (Birışık, 2007, 21). Mevdûdî, birçok arkadaşının siyasete girmeme isteğine karşı Cemaat-i İslami hareketini siyasi bir parti olarak ön plana çıkarmıştır. Bu suretle davasını, siyaset yoluyla kuvvetli bir şekilde yürürlüğe koymayı amaçlamıştır. Bundan sonra da ara vermeden siyasetle meşgul olmuş, konuşmaları, mitingleri ve yazdığı makaleler sebebiyle defaatle cezaevine gönderilmiş, idamla yargılanmış, mitinglerinde suikast girişimlerine maruz kalmış ancak yılmamıştır.
Mevdûdî, bir vatansever olarak her zaman Pakistan’ın toprak bütünlüğünü savunuyordu. Bu sebeple ülke birliği ve toprak bütünlüğü için Hint kuvvetleri ve sosyalistlerle amansız mücadele etmiştir (Gilanî, 2000, 138). Mevdûdî, bir taraftan sömürge düzenine, diğer taraftan Hinduların baskın kültür olarak yükselişine karşı çıkmıştır (Ahmad, 2004, 432-437). Mevdûdî, 1. ve 2. Dünya savaşlarına tanıklık etmiş bir âlimdir. Batı medeniyetinin tanrı tanımaz neo-pagan laik düşüncesinden insanlığa hiçbir hayır gelmeyeceğini anlamıştır. Ona göre kurtuluşun, barışın ve huzurun tek çaresi İslam dinini keşfetmek ve samimi bir toplumun/cemaatin ortaya çıkıp İslam’ı dünyaya hâkim kılmak için canla ve başla seferber olmaktır. Mevdûdî, Pakistan’da İslam inkılabını gerçekleştiremese de gayretleriyle ülkeyi seküler bir devlete çevirmelerine engel olmuştur (Birışık, 2007, 138).
1.3. Müfessirliği ve Tefsire Yönelişi
Mevdûdî’nin en büyük gayesi, İslam’ı anlatırken ana kaynak olan Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ile en doğru şekilde anlatmaktı. Bu amaçla insanları, anlaşılır ve sade bir dille yazılan tefsir kitabıyla buluşturmak, İslam’a ve insanlara büyük bir hizmet yapmış olacaktı. Kendisini içinde bulunduğu topluma ve gelecek nesillere dini bir sorumluluk hassasiyetiyle borçlu hissederek toplumun ve gelecek kuşakların kolay anlayacağı bir tefsir yazmayı amaç haline getirmiştir (Gilanî, 2000, 154). Bu sebeple Mevdûdî, ilmi ayrıntılara girmeden, fazla kaynak göstermeden herkesin anlayacağı bir dille tefsir yazmıştır. Mevdûdî, Tefhim’in yazılmasına büyük önem ve emek vermiştir. Şöyle anlatır: “Nice geceler yatsı namazından sonra yazmaya başlardım da zamanı ancak sabah ezanı okununca fark ederdim. Ama böyle yapmasaydım, Tefhimu’l Kur’an’ı tamamlayamazdım” (Hamira Mevdûdî, 2011, 153).
Mevdûdî, klasik bir tefsir çalışması yapmanın zaman kaybı olacağını ve bu konuda yeterince tefsir kitabı olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla yapılacak olan tefsir çalışması, bir yönüyle de daha öncekilerin eksiklerini tamamlamak ve ele almadıkları yönleri açıklamakla ilgili olmalıdır. Okuyucuyu fazla bilgiye boğmadan Kur’an’ı anlamaya yönelik bir çalışma olarak hazırlamıştır. İlmi eserden ziyade herkesin okuyup kolayca anlayacağı, orta seviyede eğitim görmüş ve Arapça bilmeyen, Kur’an ilimlerine vakıf olmayan tüm kesimler için hazırlanmış bir eser olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple Mevdûdî, ilmi çalışma yapacak olan âlimler ve araştırmacılar için başka kaynaklardan faydalanmalarını önermiştir. Zaten Mevdûdî, her yönüyle mükemmel bir eser ortaya koyduğunu da iddia etmemektedir. Onun en önemli gayesi, herkes tarafından anlaşılabilen bir eser üretmektir (Mevdûdî, 1996, 7-8).
Mevdûdî, modern tarzda tefsir yazan son dönem âlimlerden birisidir (Birışık, 2007, 44). Ayrıca Tefhim’i özel kılan sebeplerden biri de tefsir tarihinde ilk defa belirli bir okuyucu kitlesi hedef alınarak çalışılmış olmasıdır. Yine bu tefsirin özelliklerinden biri de, tarihte ilk kez Kur’an’da adı geçen yerlere ve peygamberlerin yaşadığı coğrafyaya inceleme ve araştırma gezisinde bulunulmasıdır. Mevdûdî bu kapsamda üç ay boyunca bilgi, belge, fotoğraf ve harita toplamış, bunları da tefsir çalışmalarında kullanmıştır. Bu yönüyle de Tantavî’nin (ö. 1940) el-Cevâhir’inden sonra ilk resimli tefsir kitabı olarak eserini hazırlamış ve bu alanda harita ve kroki kullanarak örnek tefsirler arasında yerini almıştır (Birışık, 2007, 49). Yazar Abdulhamit Birışık’ın tespitine göre Tefhimu’l Kur’an’da on dört sûrede toplam 29 harita ve krokiye yer verilmiştir. Bunlardan ikisi hac ibadetinin yapılışıyla ilgili, diğerleri ise tarihi olaylarla ilgilidir (Birışık, 2007, 50). Tefhim’deki bu görsel bilgiler, okuyucunun konuyu daha iyi anlaması ve kavramasına katkı sunması bakımından önemlidir.
Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an’ın yazımına 1942 Şubat ayında başlamış olup 7 Haziran 1972’de bitirmiştir. Ömrünün yaklaşık 30 yıl 4 ayını tefsir çalışmasına feda etmiştir. Kendisi tefsire nasıl başladığını şöyle anlatır: “Cemaat-i İslami’yi kurduğum ve İslami hareketi başlattığım zaman şuna inanmıştım ki dilim ve kalemimle İslam’ı nasıl izah etmeye çalışırsam çalışayım, ilahi kelam aracılığıyla yapılmadıkça etkili olmayacaktır…” (Kışlakçı, 2019, 133).
Yazdığı bu eserle birçok insanın hayatına yön vermiştir. Dünyevi noktada en modern ve çağdaş denilen kesimleri dahi etkilemiştir. Özellikle gençleri derinden etkilemiştir (Gilanî, 2000, 154). Mevdûdî, ümmete karşı kendisini mesuliyet içerisinde hissettiği için bir de toplumla kuracağı iletişimde Kur’an’ı ana kıstas olarak değerlendirdiğinden Tefhim’i yazmıştır. Ancak Mevdûdî, Kur’an tefsiri yazarken bulunduğu ortamdan ziyade objektif bir bakış açısıyla tefsir çalışmasını kaleme almıştır. Tefhim’i yazdıktan sonra okuyucunun siyak ve sibak ile daha iyi anlaması için Hz. Peygamber’in sîretini yazmıştır. Zira Mevdûdî’ye göre, Peygamber’in kişiliğini ve ahlakını bilmeyen bir kimsenin Kur’an’ı yeteri kadar anlaması mümkün değildir (Gilanî, 2000, 171).
Tefhimu’l Kur’an başta olmak üzere diğer kıymetli tüm eserleri, Mevdûdî’yi ve gayelerini bize anlatmakta olup modern dünyada İslami bir hayat için insanlara yeni yollar açmaktadır.
Oğuzhan AKKAN