HENÜZ VAKTİMİZ VARKEN
«لَا تَزُولُ قَدَمُ ابْنِ آدَمَ يَوْمَ القِيَامَةِ مِنْ عِنْدِ رَبِّهِ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ خَمْسٍ، عَنْ عُمُرِهِ فِيمَ أَفْنَاهُ، وَعَنْ شَبَابِهِ فِيمَ أَبْلَاهُ، وَمَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيمَ أَنْفَقَهُ، وَمَاذَا عَمِلَ فِيمَا عَلِمَ»
“İnsanoğlu kıyamet günü beş şeyden: ömrünü nerede nasıl tükettiğinden, gençliğini nerede nasıl geçirdiğinden, malını nereden kazandığı ve nereye harcadığından, öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından hesaba çekilmedikçe Rabb’inin huzurunda yerinden kımıldayamayacaktır.”
(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1)
Her birimiz şu imtihan dünyasına bir gayeyle geldik. Allah’a layık kul olmak. O gayeyle Rabb’imiz, bizi saygın ve değerli bir varlık olarak yarattıklarının birçoğuna üstün kıldı. Göktekileri ve yeryüzündekileri, güneşi ve ayı, geceyi ve gündüzü hizmetimize verdi. Karada ve denizde en güzel nimetleri önümüze serdi. Ve saymakla bitiremeyeceğimiz daha birçok maddi-manevi nimeti… Bu bakımdan bize bahşedilen ömür de gençlik de mal-mülk de ilim de güç kuvvet de zekâ da hepsi birer nimet. Kıyamet günü mutlaka hesabı verilecek nimetler… Bunca nimet karşısında belirli bir süre için misafir olduğumuz dünyada bizden beklenen ise belli. Yeryüzüne geliş gayemizi unutmamak, Rabb’imize kullukta sabır ve sebat göstermek. (Meryem, 19/65)
Kulluk, nefes aldığımız müddetçe her an, her yerde ve her koşulda bilincinde olmamız gereken bir gaye. Bazen nimetlerin bolluğundan, bazen dünyanın süsüne aldanmaktan bazen de şeytanın telkinlerine ve nefsimizin ihtiraslarına kapılmaktan kul olduğumuzu unutuyoruz. Bir çırpıda geçip gidecek olan ömür sermayemizi hoyratça kullanıyoruz. Hesap günü sahibinin huzuruna hiç çıkmayacakmış gibi. Dehşetinden sığınacak hiçbir yer bulamayacağımız o çetin gün hiç gelmeyecekmiş gibi. Zerre miktarı iyiliğin de kötülüğün de karşılığını göreceğimiz hesap terazileri hiç kurulmayacakmış gibi. Kimseye zulmedilmeden herkese hak ettiğinin tam olarak verileceği o an hiç gelmeyecekmiş gibi. Namazlarımızın her rekâtında Allah’ın hesap ve karşılık gününün sahibi olduğunu ikrar ettiğimiz hâlde unutuyoruz bu gerçeği, gaflete düşüyoruz çoğu zaman.
“İnsanoğlu kıyamet günü beş şeyden; ömrünü nerede nasıl tükettiğinden, gençliğini nerede nasıl geçirdiğinden, malını nereden kazandığı ve nereye harcadığından, öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından hesaba çekilmedikçe Rabb’inin huzurunda yerinden kımıldayamayacaktır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1) buyuruyor Allah Resulü (s.a.s.). Sayması kolay ama cevapları üzerinde inceden inceye düşünülmesi gereken beş soruyla muhatap olacağız kıyamet günü. Henüz vaktimiz varken, nefes alabiliyorken, konuşabiliyorken, düşünebiliyorken, aklımız başımızdayken, gücümüz kuvvetimiz yerindeyken, iş işten geçmemişken kendimize soralım bu soruları. Küçük büyük hiçbir şey bırakmadan her şeyin sayıp döküleceği, pişmanlığın asla fayda etmeyeceği o büyük gün gelmeden soralım. “Keşke kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Keşke ölümüm her şeyi bitirseydi!” (Hâkka, 69/25-27) demeden.
Geçip giden günlerimizden yanımıza kâr kalan ne? Geleceğimize yön verecek doğru adımlar mı yoksa bitmeyen bir pişmanlık mı? Gençliğimizi ne uğruna heba ediyoruz? Yaratılıştan sahip olduğumuz ulvi gaye uğruna mı? Geçici dünyalık menfaatler uğruna mı? Ömrümüzün en güzel ve verimli zamanını, ona yakışır güzellikte yaşıyor muyuz? Sonsuz gölgelikle müjdelenen ibadet ehli genç gibi… (Buhari, Ezân, 36) Ya da varlığıyla ilahi azabın önündeki engellerden biri olan huşu sahibi genç gibi… (Ebû Ya’lâ, Müsned, XI, 287) Malımızı mülkümüzü helalinden ve meşru yollardan kazanıyor muyuz? Kazandıklarımızı mülkün gerçek sahibinin karşısında haddimizi aşmadan en uygun şekilde harcayabiliyor muyuz? Yoksa açgözlü davranıp malımızın mülkümüzün kölesi hâline mi geliyoruz? İlmimiz bizi daha hayırlı bir insan olmaya teşvik ediyor mu? Öğrendiklerimizle birlikte sorumluluğumuzun da arttığının farkında mıyız? Yoksa bildiklerimiz boş yere sırtımızda taşıdığımız birer yükten mi ibaret? Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) gibi faydasız ilimden Allah’a sığınıp bizi ilgilendirmeyen ve bize yararı olmayan bilgiden endişe ediyor muyuz hiç?
Resûlullah’ın (s.a.s.) dikkat çektiği beş soru, aslında kendimize bir ömür yetecek anlamlı bir sorgulamanın anahtarlarını sunuyor. Dünyalık küçük hesapları bir kenara bırakarak gönlümüzü, aklımızı, vicdanımızı diri tutacak ciddi bir muhasebenin… Bize kim olduğumuzu, dünya yolculuğundaki sorumluluğumuzu, haddimizi hatırlatacak çarpıcı bir yüzleşmenin… Giydiğimiz kıyafetin ya da ayakkabının, elimizden düşürmediğimiz telefonun, bindiğimiz arabanın, kolumuzdaki saatin markası; kusursuz dış görünümümüz, prestijli mesleğimiz, imrenilecek şan ve şöhretimiz, başkalarının gözündeki yüksek itibarımızdan çok daha önemli; Rabb’imiz nezdinde bizi değerli kılan, yeryüzünün halifesi olma şerefine ulaştıran çok daha yüce erdemler olduğunu fark ettirecek bir öz eleştirinin.
Henüz vaktimiz varken, geri dönülmez yola girmemişken yapacağımız en akıllıca şey kendimizle hesaplaşmak. Nefsimizi sık sık hesaba çekmek, kıyamet günü muhatabı olacağımız soruları zihnimizden hiç çıkarmamak gerek bu yüzden. Adil halife Hz. Ömer’in yaptığı ve tavsiye ettiği gibi daha dünyada iken kendimizle hesaplaşmayı göze almak gerek: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, büyük hesap günü için kendinizi hazırlayın! Çünkü kıyamet gününde hesap, ancak dünyada iken kendisini hesaba çekenler için kolay olacaktır.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25) İşte o zaman kitabı sağ tarafından verilen kimse gibi gönül ferahlığıyla “Alın kitabımı okuyun. Doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” diyebilecek ve hoşnut olacağımız bir hayata erişeceğiz. (Hâkka, 69/19-21)
Dr. Hale ŞAHİN
Diyanet İşleri Uzmanı