KAHT-I RİCAL
Eskiler adam kıtlığını, özellikle de ülke yönetimine ehil adamların kıtlığını “kaht-ı rical” diye adlandırmışlar. Kaht-ı rical, Osmanlı’nın son döneminde dilimize yerleşmiş bir deyim. Kaht; kıtlık, kuraklık ve kuraklıktan ötürü ürünlerin yetişememesi, rical ise belli mevki sahibi anlamına geliyor. Bu iki kelime bir arada “muteber adam kıtlığı” anlamını taşıyor.
II. Abdulhamid’in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının; “Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir.” dediğini nakleder. Ki o koca Sultan, sadrazam tayin etmek istemiş, fakat devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamamanın sıkıntısı ile “Ah kaht-ı rical!” diye inlemiş.
Toplumda yaşanan bozukluklar ve olumsuzluklar karşısında aydın ve entelektüel kesim üzerine düşeni hakkıyla yapamazsa ve alimler alimliklerini icra etmezlerse ve dahi siyaset edenler ülkeyi yönetmekte zaaf ve acziyet içinde olurlarsa o vakit kahtı rical; yani adam kıtlığı ifadesi telaffuz edilirmiş.
Aradan geçen debdebeli yıllarda, ümmet coğrafyasında yaşanan acı, felaket ve hor görülme yıllarından sonra bu toprakların en büyük problemi II. Abdulhamit’in ifadesiyle hala “kahtı rical meselesi”dir desek abartmış olmayız. Adam gibi adamlarımız mumla aranır oldu. Ümmet zillet ve meskenet içinde bir o yana bir bu yana savrulurken bunun sebeplerini birazda kendi içimizde aramalıyız.
Biz hakim idik, lakin şimdi mahkum olduk. İktidar iken muhalefet bile yapamaz duruma geldik. İhtilaflar karşısında rüzgarımız gitti. Esamimiz bile okunmaz oldu. Niye mi? Sebep yine kahtı rical… Adam gibi adamlarımız çıkmadı.
Ümmet olarak bize yön verecek, bizi ayağa kaldıracak, bize ışık tutacak liderlere, önderlere ve alimlere hasretiz. İçinde bulunduğumuz sıkıntılı ahvalimizin en büyük nedeni büyük dava adamlarının yetişmemesidir. Medeniyetimizin kodlarına uygun hareket eden siyaset erbabına ehveni şer kabilinden dört elle sarılır olduk. Çünkü bu topraklarda mesele kahtı rical meselesiydi. Yani adam kıtlığı…
Bu kıtlık ekmek kıtlığına benzemiyor. Çünkü ekmek kıtlığına çare bulunur. Bir başka ülkeden buğday ithal eder, ülke halkının acil ihtiyacını karşılarsınız. Ama ülkenizi, davanızı veya cemaatinizi yönetecek adam ithal edemezsiniz. Demek ki adam kıtlığı ekmek kıtlığından da beter.
Bunu da hicri birinci asrın başlarında dikkatimize sunan Hz. Ömer (r.a.) topladığı ashaba sorar:
– Rabbimiz duanızı kabul edecek olsaydı İslam’a hizmet etmek için ne dua eder, Allah (c.c.)tan ne isterdiniz?
Her biri birer kıymetli şeyler söylerler.
– İslam’a hizmet etmek için Allah’tan sandık dolusu altın isterdik.
– Sahralar dolusu koyun, keçi isterdik.
– Deve, sığır arzusunda olurduk.
Herkes isteyeceğini böyle ifade ettikten sonra sıra halifeye gelir. Ona da sorarlar:
– Ya siz İslam’a hizmet etmek için Allah’tan ne isterdiniz, ey müminlerin emiri?
Şu cevabı verir o büyük insan:
– Şayet Rabbim benim duamı kabul edecek olsaydı ben sizin gibi ne sandık dolusu altın isterdim, ne de sahralar dolusu koyun, keçi. Ben Allah’tan Salim, Ebu Ubeyde, Halid gibi adam isterdim adam, adam!.
Günümüzde en büyük sıkıntı kaht-ı ricâl “adam gibi adam”ı bulma noktasında yaşanmaktadır. Hz. Ömer (ra) in vurgulamaya çalıştığı mesele “mevcut iyiler arasındaki en iyiyi seçmek” şeklinde iken, günümüzde “adam gibi adam”ı bulmakta zorluk çekiyoruz.
Bu mesele ümmetin meselesi dedik. Lakin meselenin bizi ilgilendiren bir boyutu daha var. O da, cemiyet içinde İslami hassasiyetlerle ortaya çıkmış, insanlara Kuran ve sünnet çerçevesinde şahsiyet kazandırmayı ilke olarak benimsemiş, davet merkezli olan İslami cemaatlerdeki yetişmiş adam azlığı meselesidir. Bunu da kaht-ı rical deyimi ile ifadelendirebiliriz.
Ülkemizdeki İslami cemaatlerin en büyük handikabı topluma yön verecek, insanları irşad edecek, lider vasıflarına sahip, üstad diyebileceğimiz alimlerden mahrum olmalarıdır.
Maalesef mevcut eğitim sistemlerinden bu sıfatları haiz adamların yetişmesi mevzu bahis değildir. O zaman yapılacak çok işimiz, kat edilecek çok yolumuz var diyebiliriz. İslami hareketlerin bu ülkenin, bu ümmetin ve dahi insanlığın umudu olduğu gerçeğini hatırdan çıkarmaz isek adam gibi adamları yetiştirmenin ehemmiyetini daha iyi idrak ederiz.
Bir kurtarıcı, bir mehdi beklentisi içinde olmak bizi atalete, miskinliğe ve işi her zaman başkalarından bekleme kolaycılığına savurur. Biz önce kendimizden, yani erkek olsun kadın olsun adam gibi adam olma yolunda gayret sarf ederek işe başlamalıyız. Dirayetli, bilgili, teşkilatlanmayı bilen, cemaat ruhuna inanmış, içinde yaşadığı toplumun nabzını tutan, deneyimli, insanı seven, kendini sürekli yenileyen, dünyadaki gelişmeleri izleyen, “ben” yerine “biz” diyen kişiler adam gibi adam olabilirler.
Adam gibi adamlarımızı yetiştireceğimiz Darul Erkamlara ihtiyacımız var. Evlerden işe başlamalıyız. Çocuklarımızı İslami şahsiyet üzere yetiştirmenin kaygısıyla hareket etmeliyiz. Topluma yön verecek, lider karakterli, özgüveni yerinde, söz ve eylem bütünlüğü olan, dürüst ve ahlaklı nesiller yetiştirmeliyiz. Yani kahtı ricali bitirmek için kaliteli bireyler yetiştirmeliyiz.
Hülasa Kaht-ı ricale son vermek ve adam gibi adamlar yetiştirmek için bize gören değil gösteren adam lazım, bekleyen değil beklenen adam lazım, arayan değil aranan adam lazım, bakan değil gören adam lazım. Ve bu zamanda canlı olmak yetmiyor, can taşımak yetmiyor. Bizden istenen bir canlılıktır. Bu canlılığı ortaya koymamız lazım. Diri olmakta yetmiyor, bir direniş üzerinde olmamız lazım. Akıllı olmak da yetmiyor irfan yoksa, hikmet yoksa basiret yoksa, furkan yoksa, marifet yoksa yolda kalırız. Bilgili olmak da yetmiyor bize bilge şahsiyetler lazım. Haklı olmak da yetmiyor hakikate tanıklık etmemiz lazım. Güçlü olmak da yetmiyor güvenilir olmak lazım, adil olmak lazım, ahlaklı olmak lazım.
İdris GÖKALP