Kur’an: Çağları Aşan Mesaj

Kur’an: Çağları Aşan Mesaj

“Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra, 17/9)

Kur’an, dün olduğu gibi bugün de en doğruya ve insan için en faydalı olana götürür. Asr-ı Saadet’te nasıl bedevî bir topluluğu medenî bir ümmete, barbar bir gürûhu örnek bir cemaate dönüştürdüyse, bugün de aynı potansiyele sahiptir. Yarın da benzer imkân ve fırsatı insanlığa sunmaya hazırdır. Çünkü dün insana doğru yolu gösteren Kur’an, bugün zamanın ilerlemesi ile demode olmamış; öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Kur’an, kendi içinde tutarlı ve insanın fıtratıyla uyuşan değerleri sunduğu için hiçbir zaman medeniyetin gerisinde kalmamıştır. Hep insanlığın önünden gitmiş; yolunu ve ufkunu aydınlatmıştır. Zamanla mukayyet olmayan çağlar üstü niteliği dolayısıyla hep güncel kalmış, aktüelliğini ve haklılığını daima sürdürmüştür. Hatta mesaj ve çağrılarının haklılığı gün geçtikçe daha iyi anlaşılmıştır.

Kur’an’ın doğruya götürmesi, hakikate rehberlik etmesi belirli bir milletle sınırlı değildir. Hangi ırktan olursa olsun, hangi coğrafyada bulunursa bulunsun, sesine kulak veren, çağrısına yönelen herkes için bu fırsat söz konusudur. Çünkü Kur’an belirli bir milletin ihtiyaçlarından doğmuş ve sadece onun sorunlarına cevap vermek için gönderilmiş bir kitap değildir. Yine o, insanın belirli faaliyet alanlarında ilke ve prensipler koyup diğerlerini ihmal etmemiştir. Aksine inançtan ibadete, ahlaktan muamelata kadar her alanda en doğru ve en faydalı olana davet etmiştir.

Kur’an’ın emirlerinden hangisi dün insanlığa faydalıydı da bugün lüzumsuz hale gelmiştir? Meselâ namaz için böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Dün insanı kötülük ve çirkinliklerden arındıran ve onu yücelten özellikleri ile faydalı ve gerekliydi de bugün böyle bir ibadet çeşidinden insan müstağni midir? Dün âdeta bir mektep gibi, insanı, insanlığı ile buluşturan, aşama aşama olgunlaştırıp, melekvari özellikleri kendisine kazandıran bu ibadet tarzına, günümüz insanının ihtiyacı kalmadığını kim söyleyebilir? Öyle ise, insanın ruh dünyasına değerler katan, ahlakına güzellikler kazandıran bu ibadeti sürekli vurgulayan Kur’an, dün olduğu gibi bugün de insanı en doğru ve en faydalı olana davet etmiyor mu?

Dün toplumda sosyal adaleti temin eden, fakirle zengin arasında ülfet ve kardeşlik köprülerini tesis eden, böylece kıskançlık, husumet ve kamplaşmayı ortadan kaldıran zekât, bugün lüzumsuz hale mi gelmiştir? Varlıklı insana hayır yapma, paylaşma ve yardımlaşma şevkini yaşatan, bunu yaparken de fakiri incitmeme duyarlılığını ona kazandıran bu ibadet tarzı, bugün anlamını mı kaybetmiştir? Bencilliğin, dünyevîleşmenin, mal ve mülk sevdasının sürekli tahrik edildiği bir dünyada, ulvî duygularla karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek böyle bir ibadetin yapılmasına artık ihtiyaç mı kalmamıştır? Bu anlamda getirdiği yardımlaşma ve paylaşma ilkeleriyle Kur’an, belki de dünden daha fazla bugün, insanın ihtiyaç duyduğu evrensel bir hakikate çağırmaktadır.

Yine Kur’an içkiyi insana yasaklamıştır. İçki, insana dün zararlıydı da bugün onun psikolojisi, bedeni ve sinirleri üzerindeki bütün zararları izale mi edildi? Medeniyetteki gelişme dolayısıyla faydalı hale mi geldi? Yoksa gün geçtikçe bu zararların neler olduğu daha iyi mi anlaşılmaktadır? Meselâ içki, dün insanın akıl sağlığını tehdit eden, onu huzursuzluğa, şiddete hatta cinayete götüren kötü bir alışkanlık konumundaydı da bugün insanlık, bu tür tehlike ve problemlerden kurtuldu mu? Yahut da alkol alanların akıl, beden ve ruh sağlıklarını temin eden bir tedavi şekli veya ilaç mı geliştirildi?

Günümüzde trafik kazalarının en önemli nedenlerinden biri alkol değil midir? Yine ailede huzursuzluk, şiddet ve boşanmalarda alkol ve uyuşturucu etkili olmuyor mu? Dolayısıyla, dün olduğu gibi bugün de içki yasağıyla Kur’an, insanlık için en faydalı ve en doğru olana çağırmıyor mu?

Bireyselleşmenin, aşkın değerlerden uzaklaşmanın bir neticesi olarak insanın gittikçe aileden, onun sıcak ortamından uzaklaşması, onu daha mutlu bir hale mi getirmiştir? Yoksa, aileye ihtiyaç bırakmayacak şekilde insana sevgi ve şefkat hislerini aşılayacak yeni, fıtrî bir donanım mı geliştirildi? Kur’an’ın getirdiği değerlerin ihmal edilmesi neticesinde zayıflayan aile bağlarının sebep olduğu boşanmaların gittikçe artması hayırlı bir gelişme mi olmuştur? Öyle ise boşanan eşleri karamsarlığa, strese hatta biyolojik rahatsızlıklara; çocukları ise içe kapanmaya, güvensizliğe ve anormal davranışlara götüren boşanmaların insana fayda getirdiğini kim söyleyebilir? Şu halde “en sevilmeyen helalin boşanma olduğu” konusundaki İslamî gerçek bugün daha iyi anlaşılmıyor mu?

Dün Kur’an, anne-babaya merhameti, şefkati emrediyordu da, bugünkü medeniyet geliştirdiği yeni yöntemlerle bunu başka yollarla telafi mi etmektedir? Anne-babanın böyle bir ilgiye ihtiyaçları mı kalmamıştır? Ferdileşme ve ahlakî değerlerden uzaklaşmanın bir neticesi olarak bakım evlerine terk edilen yaşlı anne-babalar, evlatlarının kendilerine reva gördükleri bu ilgisizlik ve sevgisizlikten çok mu memnunlar? Karşılıksız ve koşulsuz seven anne-babaların, şefkat ve merhamete en fazla ihtiyaç duydukları bir dönemde yalnızlığa terk edilmeleri iyi mi olmuştur? Huzur evlerinin(!) sayılarının gittikçe artması, toplum açısından sevindirici bir gelişme midir? Öyle ise Kur’an “Anne-babaya alçakgönüllü olarak acıyıp kol kanat ger.” (İsra, 17/24) derken, evrensel bir gerçekliği belirtmemiş midir?

Dün Kur’an, adalete, iyilik yapmaya, yakınlara vermeye çağırıp, kötülük ve çirkinliği yasaklarken insanlığa iyilik etmişti. Peki, bugün insan, adaleti tesis etti, iyiliği en ideal manada yaygınlaştırdı, kötülük ve çirkinliğin kökünü kazıdı da Kur’an’ın bu yöndeki irşatlarına ihtiyaç mı kalmadı? Aksine Kur’an, manevî olanla ilişiklerin zayıflamaya yüz tuttuğu bir dünyada bugün bile milyonlarca insanın elinden tutmakta; şiddet, haksızlık, hayâsızlık ve çirkefliğin bin bir çeşidinden onları uzaklaştırmakta, hayır, cömertlik, fedakârlık, diğerkâmlık konularında onları yarışa çağırmaktadır.

Yine Kur’an dün olduğu gibi bugün de yeryüzünde mazlumların, mağdurların, ezilmişlerin umut kapısı, yaşama sevinci, hayatın anlamı olmaya devam etmektedir. Yollarına ışık tutmakta, gönüllerine güven ve huzur serpmektedir.

Kur’an, insanların “ben” “ben” dedikleri bir dünyada paylaşmayı, özveriyi, merhameti öğretmektedir. Yine gittikçe yaygınlaşan şiddet, hoyratlık ve acımasızlığa karşılık kendisine gönül verenleri şefkate, inceliğe ve nezakete davet etmektedir. Bu tür prensipleriyle de Kur’an, insanı en doğru ve en tutarlı olana götürmüyor mu? Yine bugün Kur’an, ırk ve cinsiyet ayrımcılığının, adaletsizliğin, adam kayırmanın, ötekileştirmenin yaygınlaştığı bir dünyada, “Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” (Nisa, 4/135) diyerek, en doğru olana çağırmıyor mu?

Ayrıca Kur’an, insanı ne bu dünyanın nimet ve güzelliklerinden mahrum etmekte ne de onu dünya metaının tutsağı haline getirmektedir. Asıl olanın ebedi nimetler ve sonsuz güzellikler olduğunu bildirerek burada yaşadığı hayatın geçici ve fani olduğunu ona ihtar etmektedir.

Dolayısıyla Kur’an, ne Yahudilikte olduğu şekliyle dünyayı öne çıkarmakta ne de Hristiyanlıkta olduğu gibi dünyayı dışlamaktadır. Aksine getirmiş olduğu dünya ve ahiret dengesiyle yine insanı en doğru olana çağırmaktadır.

 

Prof. Dr. İbrahim H. KARSLI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir