Milliyetçilik- Muhafazakarlık- Ümmetçilik: (Yerellik ‘Yerlilik’- Muhafazakarlık- Evrensellik)
Kazım SAĞLAM
Bu üç kavram, üç anlayış, üç dünya görüşü; yer yer kesişir, yer yer çatışır, yer yer uyuşur. Bunları birbirinden kesin kes ayırmak mümkün değil. Bu ülkede, bu kavramlar ve onlar dolayısıyla fikir yürütenler, dikkatli ve temkinli hareket etmek zorundadırlar, aksi halde bu farklılıklar düşmanlık vesilesi oluverir.
Bu meyanda bu kavramları yerli yerince kullanırsak belki problem olmaktan çıkar, yekdiğerini besler hale gelebilir. Bu sebeple önce bu kavramların ne olduğu ve nasıl anlaşıldığı üzerinde biraz durmakta fayda var. Her bir kavram ve onun etrafında oluşan anlayış, düşünüş ve yaşayışı anlamak ve anlatabilmek zor ve de riskli. Ben bunları kendi zaviyemden bakarak biraz imal-i fikirde bulunacağım.
Millet-Milliyetçilik
Son zamanlarda millet yerine ulus, milliyet yerine ulusçuluk kullanılmaya başlanmıştır. Bu da gösteriyor ki çoğu kavramlarda olduğu gibi millet- milliyet/çi kavramı da zamanla anlam kaymasına maruz kalmıştır.
Millet kelimesi/ kavramı Kur’an-ı Kerim’de din manasında kullanılır: “Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne Yahudiler ne de Hristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar…” (Bakara, 120) “İbrahim’in milletinden, -kendine kıyan beyinsizden başka- kim yüz çevirir?” (Bakara, 130) “Bir de: “Yahudi veya Hristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız.” dediler. Sen onlara de ki: “Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim’in milletine/ dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.” (Bakara, 135), “De ki sadakallah, o halde hak perest bir hanif olarak İbrahim milletine tabi’ olun, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.” (Al-i İmran, 95) Daha da çoğaltılabilir bu örnekler.
Görüldüğü gibi millet, din anlamında kullanılmıştır. Ama zamanla kavram değişikliğe uğramış ve millet, kavim anlamında kullanılır hale gelmiştir. Babanzade Ahmet Naim Efendinin “İslam’da Dava-yı Kavmiyet” kitabı buna örnektir.
Millet, ırk manasında kullanılır olmuş. Türk milleti, Arap milleti vb. halbuki daha önce Türk kavmi denilirdi. Bazen meslek manasında dahi kullanır olmuştur…
Millet kelimesi/ kavramı da daha çok muhafazakarların kullandığı bir terim haline geldi son zamanlarda. Solcu, ilerici aydınlar nezdinde artık millet, biraz gerici bir tabir olarak kabul edilir oldu. Onun yerine ulus tabiri kullanılıyor. Ulus-devlet vb.
Kullandığımız dil de değişiyor. Eskiden beynelmilel denilirdi. Sonra milletlerarası oldu. Şimdi de uluslararası deniliyor. Dünya literatürü de değişiyor. Cemiyet-i akvam, milletler cemiyeti bugün artık Birleşmiş Milletler olmuş.
Biz de bugünkü haliyle kullanacağız, Milliyetçiliği.
Muhafazakarlık
Genelde mütedeyyin ve milliyetçiler için bu tabirin kullanımı daha çok öne çıkıyor. Aslında her kesimin bir muhafazakâr tarafı vardır. En devrimciler bile bazen en muhafazakâr oluverirler.
Kemalist düşünceyi değerlendirmeye bile tahammül gösteremeyenler, başkasını muhafazakarlıkla itham ediyorlar ama kendileri muhafaza etmeye çalıştıkları ideolojileri asla değerlendirmeye tabi tutmaya razı gelmiyorlar. Bundan daha muhafazakarlık olabilir mi? Var gücüyle Kemalizmi savunanlar acaba muhafazakâr değil de nedir?
Sürekli devrim, uygulanabilir bir düşünce, bir anlayış, bir yaşayış değildir, olması dahi mümkün değil. Her düşünce sonunda istikrara kavuşacak ve hayatiyetini belli kurallar çerçevesinde sürdürebilecektir. Kurallara uymak dolaylı da olsa muhafazakarlıktır.
Muhafazakarlık ile donukluğu- camidliği karıştırmamak lazım gelir. Gelişime açık ve kurallar dairesinde yürümeye, idame-i hayat etmeye muhafazakarlık denilirse bu olumlu bir yaklaşımdır. Ama durduğu yerde durmak, tüm gelişmelere -siyasi, sosyal, teknik, iletişim, ilmi vb.-her türlü yeniliğe kendini kapamak, önüne setler çekmek, etrafına kalın duvarlar örmek, eskileri tekrarlayarak yeni bir şeyler söylediğini sanmak, ortaya çıkmış yeni şeylerin cem-i cümlesine bidat damgasını vurmak olarak anlaşılırsa muhafazakarlık. O zaman yanlış bir anlayış olarak kabul edilmelidir ve böyle bir muhafazakarlık İslam’da yoktur. İslam’ın fıkıh usulünde iki ana anlayışımız var; bir sübutu ve delaleti kati nass, diğeri de içtihattır. Naslara bağlılık bizi sapmaktan, savrulmaktan, sırat-ı müstakimden çıkmaktan korur. İçtihadımız da bizi donmaktan, camidleşmekten korur. Din, gelişen şeylere karşı hayatiyetimizi devam ettirir. Bu iki kavramımızı yerli yerince ve ehil olanlarca işletebilirsek muhafazakarlığı da yerli yerince işletebiliriz demektir.
Ümmetçilik
Ümmet; ümm– ana ile aynı kökten gelen bir tabirdir. Bir şeyin aslı esası, Ümmü’l- Kurâ şehirlerin anası, özü (Enam, 92), kavmin reisine dahi derler. Ümmet cemaat, dinin emirlerine riayet eden… (Al-i İmran, 110). Topluluk halinde hareket eden… (Enam, 38). Ümmet bazen zaman manasında da kullanılır. (Yusuf, 45). Tek başına davasına sadık kalan ve taviz vermeden yaşayabilen… Hz. İbrahim için (Nahl,120) (Bkz. Ragıp Müfredat, Vankulu Lügat, Mütercim Asım Efendi Kâmâsu’l Muhît)
Ümmet-ümmetçilik, bugünkü anlamıyla Müslümanların tümünü kapsayan bir tabir. İnananlar topluluğu…
Müslüman topluluk; dilleri, renkleri örf adet ve gelenekleri farklı bir bütünü oluşturur. Ayrıca düşünüş ve yaşayışları da farklıdır. Mezhepler, meşrepler….
Yaşadıkları coğrafya da çeşitlilik arz eder. Kimi Müslümanların devletleri vardır. Adına İslam ülkeleri denilen devletler. Bunların bir kısmı İslam düşüncesine daha yakın, bir kısmı İslam düşüncesine uzak, bazı devletler İslam’a mesafeli hatta nizalı. Adına İslam devletleri denilen devletçiklere bakılırsa bunu görmek mümkün. Buna İslam devletleri yerine halkı Müslüman olan ülkeler demeyi tercih ederim.
Demek ki ümmet dediğimiz cemaat- topluluk; dilleri, renkleri, mezhep ve meşrepleri, ananeleri, örf- adet ve gelenekleri, inanış ve yaşayışları farklı, renkli, zengin bir kültür ve sosyal yapıdan oluşan bir varlıktan söz ediyoruz. İslamlık bunların hepsini ihtiva eden geniş bir zaman diliminde ve geniş bir zeminde uygulanabilen bir anlayış, düşünüş ve yaşayış biçimidir. İmdi gelelim asıl üzerinde durmak istediğim meseleye.
Millet (Yerellik/Yerlilik) ve Ümmet İlişkisi Nasıl Olmalıdır?
En üst çatı bütün Müslümanları kapsayan İslam anlayışıdır. Buna genel manada ümmet, vahdet, ümmetçilik- İslam birliği vb. isimlendirmeler olarak karşımıza çıkar.
Her şeyin bir sıralaması, bir hiyerarşisi, bir derecelendirmesi, bir tasnifi vardır. Bahsi geçen millet- ümmetin de bir sıralaması önceliği vardır. Bu aslında biraz vazifelerimizle ilgilidir. Mesela, bizim nefsimize karşı vazifelerimiz, ailemize karşı vazifelerimiz, içinde bulunduğumuz cemiyete karşı vazifelerimiz, üzerinde yaşadığımız coğrafyaya karşı vazifelerimiz, devlete (İslam devletini kast ediyorum. Bazı arkadaşların devletimiz tabirine alerji duyduklarını hesaba katarak) karşı vazifelerimiz, bütün Müslümanlara karşı vazifelerimiz, tüm insanlara karşı vazifelerimiz, kâinata karşı vazifelerimiz… ve Allah’a karşı vazifelerimiz vardır.
Konumuzla ilgili kısmına gelirsek; üzerinde yaşadığımız coğrafya, içinde bulunduğumuz cemaat- topluluk, kader birliğimiz olan İslam coğrafyası, bölgesel ilişkilerimiz sonunda bütün kâinat yekdiğerine merbuttur. Birbirinden koparılarak parçacı bir yaklaşımla meseleye bakarsak taşlar yerine oturmaz.
Vazifelerimiz sıralamasında nasıl önce nefsimiz geliyorsa, ümmet-millet ilişkisinde de önce içinde yaşadığımız ve beraber olduğumuz topluluk gelir. Ama toplumumuzu, bulunması lazım gelen yere oturtmamız gerekecek. Biz genel ümmetim şemsiyesi altında bir yere sahibiz. Kendimizi ümmetin ve tüm Müslümanların üstünde ve onların bize her hâlükârda uyması gerekir fikrine kapılmamamız lazım. Geçmişte, Osmanlı zamanında, ümmetin temsilcisi olmaklığımız bugün bize aynı hakkı vermez. Bugün bir çalışma ve gayret içinde olmalıyız, bir nevi hayırda yarış olarak meseleyi görmeliyiz. Hangi coğrafyamızda yaşayan Müslümanlar daha İslamî ve insanî bir yol- yöntem bulursa ona tabi olmayı da gurur meselesi yapmamalıyız. Biz bir ümmetiz ve topyekûn hareket etmeliyiz.
Kendimizi feda ederek ümmete hizmet diye bir anlayış bir nevi kaçıştır.
Ümmetçilik adına bu coğrafyaya ait İslamî değerleri yok saymak ümmete de zarar verir.
Irkçılığa kılıf giydirerek milliyetçilik diye öne sürmek ve buna da Türk ırkının üstünlüğü diye bir ideal oluşturmak ve bunu bir hayat felsefesi olarak orta yere koymak, insanımızı buna inandırmak, bu hususta bir siyaset gütmek, zararlı ve kabul edilemez bir hâl alır. Bu aynı zamanda Türklere, ülkeye de fayda yerine zarar getirir.
Bütün Müslüman kavimler bir bakıma bir bütündür, birbirlerine tamamlayan ayrı ayrı kavimlerdir. Hepsi indellahta müsavidir.
Burada kendi kavmini, üzerinde yaşadığı coğrafyayı önemsemek ile kavmi veya Türkiye coğrafyasını hepsinin üstüne çıkararak bir faiklik taslamak arasındaki ince çizgiyi iyice belirginleştirmek ve net bir şekilde vuzuha kavuşturmak lazım gelir.
Türkiye coğrafyası İslam topraklarından bir parçadır, Türkiye halkı da İslam halkından/ kavminden/ milletinden bir parçadır. Arap- acem vb. kavimler ne kadar Müslüman ise Türkiye insanı da o kadar Müslümandır veya öyle olmalıdır. Kudüs, Mekke- Medine, Şam, Kahire, İslamabad, Tahran, Buhara vb. ne kadar Müslüman şehirler ise İstanbul, Konya da o kadar Müslüman şehirdir. Bunları birbirine rakip görmek hiçbir İslam şehrine fayda sağlamaz.
Kavimler ve bugünkü devletler için de ayni şeyi söylemek mümkün. İslam coğrafyası bir bütündür, bu coğrafyanın tümünü savunmak Müslümanların ödevidir. İslam anlayış ve yaşayışların tümü de bir bütündür bunları savunmak ve hayatiyet kazandırmak bütün Müslümanların vazifeyi asliyesidir.
Aslî vazifeyi unutup tali vazifeleri öne çıkarmak ne kadar abes ise milliyetçiliği öne çıkarıp ümmetçiliği ötelemek de o denli abestir. Kendi milletini- ülkesini hor görüp dışarıdaki diğer Müslümanları yüceltmek de o denli abestir. Bir denge gütmeliyiz, ümmet- millet kaynaşmasını sağlamanın yollarını aramaktan asla vazgeçmemeliyiz. Kendi ülkesinin problemlerinden kaçarak ümmetçiliğe sığınmak da İslam’ın önceliklerini ters-yüz etmektir.
Sıkıntılarımızla beraber, hep birlikte bir ümmet olduğumuzun bilincine varmalıyız. Bunun ilk adımı, herkes bulunduğu mevkii tahkim edecek sonra komşusuyla kucaklaşacak, sonra bölgesiyle hemhal olacak, sonra ümmet coğrafyasıyla birlikte hareket etmenin yollarını arayacak…
Geçiş dönemini yaşadığımızın farkında olarak yol almamız gerekecek. Altyapısı oluşmayan bir ümmetçilik- hilafet, fikirsel ve ideal bir durum olarak kalabilecek. Bu dönemde milliyetçilik- muhafazakarlık- yerellik/yerlilik anlayışını yok sayarak doğrudan ümmet- evrensel anlayışına sıçramak, altı boş ve zemini olmayan bir anlayışı savunmak demektir.
Ulusun/ulus-devletin ne olduğunu ve ulusçuluğun insanımızın zihnini ne kadar körelttiğini, daralttığını, modern dünyanın problemlerine cevap veremediğini fark etmemiz elzemdir. Bunu fark edip sağlam bir zemine basarak ümmetçiliğe ve evrenselliğe uruc etmek, en sağlıklı yol olsa gerek. Milliyetçiliği ırkçılık olmaktan çıkarıp yerelliğe, toprağa bağlamak daha makul ve oradan ümmetçiliği yükseliş daha imkân dahilindedir. Muhafazakarlık; yerellik, düzenlilik ile ümmetçilik/ evrensellik arasında bir köprü vazifesini görebilir.
Yere saplanıp kalmayı ırkçılık/ ırkçılık manasında milliyetçilik, zemine basmayı da ümmetçiliğin ayak bastığı zemini olarak görmek bize bir ufuk açabilir. Bir zemine/ yere basacağız ama zemine saplanıp kalmayacağız.
Milliyetçilik- Muhafazakarlık- Ümmetçilik: (Yerellik ‘Yerlilik’- Muhafazakarlık- Evrensellik)