Modern Dünyada Kadının Köleliği: Bedenin Metalaşması ve Medyanın Sömürü Düzeni
Son söylenecek sözü en başta dile getirmek gerekirse: Modern dünyada kadın, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar köleleştirilmiştir. Bu kölelik, zincirlerle değil; görünmez bir sistemin parıltılı cazibesiyle, tüketim kültürünün paravanıyla, özgürlük adı altında dayatılan bir illüzyonla inşa edilmiştir. Kadın, kendi bedenini ve cinselliğini, farkında olarak veya olmayarak, bir sermaye hâline getirerek bu köleliğe gönüllü rıza göstermekte, daha da köleleşmek için her şeyini ortaya koymakta bir beis görmemektedir.
Modern kapitalist düzenin en çarpıcı silahı, insanı tüketime ikna eden sahte özgürlük anlayışıdır. Bu anlayış, kadını “özgürleşmiş birey” olarak lanse ederken, gerçekte onu bedenini bir meta olarak kullanmaya teşvik eder. Kadın bedeni, televizyon programlarında, reklam panolarında, yarışma ve magazin programlarında “çekicilik” adı altında sergilenir. Kadının kıyafeti, duruşu ve vücut hatları, doğrudan bir pazarlama aracına dönüştürülür. Artık kadın, bir insan değil; izlenme oranlarını artıran bir nesne, satış grafiğini yükselten bir marka, reklam bütçelerini dolduran bir vitrin mankenidir.
Bu düzenin arkasında, sömürünün en temel aktörü olan erkek arzusu bulunmaktadır. Reklamların, magazin dergilerinin, televizyon kanallarının ve sosyal medyanın en çok sattığı ürün, “çekici kadın imajı”dır. Erkeğin arzusu, medya ve reklam endüstrisi tarafından sürekli körüklenir; kadın ise bu arzu üzerinden, “kendi rızasıyla” bir pazar malzemesi olarak dolaşıma sokulur. Ancak bu “rıza”, özgür bir seçimden çok, sistemin bilinçaltına işlediği bir yönlendirme, bir modern esaret biçimidir. Kadının başarıya, şöhrete veya ekonomik kazanca ulaşmasının ön şartı, ne yazık ki “güzellik” ve “cazibe” standartlarına uyum sağlamak olmuştur.
Vahim olan, bu durumun sadece erkekler veya medya patronları tarafından değil, bizzat kadınlar tarafından da normalleştirilmesidir. Kapitalist kültür, kadına, bedenini sergilemenin “özgürlük” ve “güç” göstergesi olduğunu telkin eder. Oysa bu, özgürlük değil; en sofistike kölelik biçimidir. Çünkü kadının gerçek kimliği, kişiliği ve üretkenliği görünmez kılınırken, yalnızca bedeni ve cinselliği ön plana çıkarılır. Böylece kadın, “kendi rızasıyla” kendisini değersizleştiren bir sistemin çarkına dişli olur.
Medya ve popüler kültürün dayattığı bu düzen, insan fıtratına ve onuruna aykırıdır. İnsanı insan yapan, cinsellikten ibaret bir varlık değil; akıl, ruh ve şahsiyet bütünlüğüdür. Kadının değeri, yalnızca bedenine indirgenemez. Onu bir eşya gibi pazarlayan bu sistem, aslında yalnızca kadını değil, insanlığın tüm ahlaki yapısını çökertmektedir. Çünkü cinselliğin meta hâline gelmesi, sadece kadınları değil, erkekleri de yozlaştıran bir ahlaki erozyon doğurur; insana, ilişkilere ve toplumun bütün yapısına zarar verir.
Gerçek özgürlük, ne bedenin serbestçe teşhiri ne de sahte bir “güç” algısının peşinde koşmaktır. Gerçek özgürlük, insanın onuruna uygun bir hayat yaşaması, şahsiyetini ve değerini bedeninden değil, aklından, ahlakından ve üretiminden almasıdır. Kadını yeniden hak ettiği mertebeye taşımak, yalnızca onun değil, insanlığın kurtuluşudur. Bu kurtuluş, modern dünyanın cazip zincirlerini kırarak, medyanın ve kapitalizmin dayattığı sahte özgürlük yerine, insanı ve kadını onurlandıran hakiki değerleri hâkim kılmakla mümkün olacaktır.