MUHAFAZAKAR EZİKLİĞİ
Malum, memleketteki CNC tezgahları/milli eğitim tornası, Kemalist mamul üretmek üzere programlanmış vaziyette. Adım başı karşılaştığın heykeller, büstler, portreler, afişler, tüm ders kitaplarının kapakları, önsözler, vecizeler derken günlük hayatın içinde bizi çerçeveleyip kuşatan herşey bu hipnozdan çıkmamaya ayarlanmış vaziyette.
Dolayısıyla, “bu memlekette neden hiç kimse kendisi gibi olamıyor?” sorusu abes kaçıyor. Tek tip insan yetiştirmek üzere kurgulanmış müesseselerden kendini farklı ideolojik yerlerde zanneden insanlar çıkabilir; ama sosyolojik olarak bunların hiçbirini gerçek manada kendisi olmaya imkan ve ihtimal bulunmamaktadır. En fazla “bir şeyin defolusu” olabilirler…
Dolayısıyla memleketim insanı en ziyade; Kemalist Müslüman, Kemalist İslamcı, Kemalist ülkücü, Kemalist sosyalist, Kemalist liberal ve Kemalist faşist ve hatta Kemalist komünist olabilir. Başka bir deyimle, itikatta farklı olmana müsamaha var, lakin amelde Kemalist olma gerçeğiyle karşı karşıyasın. “İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başladığından”, zamanla bir şekilde aynı yerde buluşuyorsun, zaten.
Bu genel değerlendirmeden sonra, gelelim muhafazakarların özel durumuna. Yıllardır sinemada, edebiyatta, sanatta, aşağılanan, hor görülen, karikatürize edilen, üstüne üstlük 28 Şubatın en büyük tehdit sıralamasını işgal eden Müslümanlar, 20 yıllık süreçte neredeyse devletin tüm kurumlarına yerleştiler diyebiliriz. Ama fiziken bir yeri işgal etmekle, ruhsal olarak orayı doldurmanın farklı şeylere tekabül ettiğini müşahede ettik…
Koltuklara yerleştiler ama nedense halen 23 Nisan koltuğuna geçici süreyle oturtulmuş çocuk psikolojisinden kurtulamayıp her daim sistemin esas sahiplerinden “onay alma” ihtiyacı hissediyorlar…
Hani “devleti ele geçirmişlerdi”. Ama umumi manzaraya bakıldığında, kimin kimi ele geçirdiği tartışma götürür… Şahsi kanaatim; “Müesses nizam, Müslümanları kamulaştırdı” desek daha gerçekçi görünüyor. Elbetteki tüm kamulaştırmalar gibi belli bir bedel mukabilinde… Kat karşılığı inşaat sözleşmelerindeki gibi örtülü bir kazan-kazan durumu gözlemliyoruz.
Kamu kaynakları, yüksek maaşlı görevler, makam araçları, korumalar, sekreterler derken “muacceliyet tarihi belirsiz bir cennet vaadi” yerine, tefecilerdeki senet kırdırma misali önemli değer yargılarından feragat mukabilinde peşinata çevrilmiş bir İrem cenneti…
Entelektüel altyapıdan uzak, din sosuna batırılmış Kemalizm’den mürekkep; imam hatip ve ilahiyat tornasından öte müktesebatı bulunmayan mahallem insanı buna çoktaan teşneymiş zaten…
Zihniyet kamulaştırması “yerli ve milli olmak” kavramı üzerinden pazarlandı. Yıllardır ideallerimiz etrafında buluşturmaya çalıştığımız sistem; abdestimize, namazımıza, başörtümüze rağmen bizi bağrına bastığına göre, biz de adalet, kul hakkı, hakkaniyet gibi iddialı söylemlerimizi bir süreliğine rafa kaldırıp ortak bir noktada uzlaşabilirdik artık.
Telif hakkı Kemalistlere ait ne var ki Fetullahçıların üzerine tur bindirdiği “yargı eliyle düşman tasfiyesi” süreçlerine de kaldığımız yerden son sürat devam edebilirdik, artık. Sistemin taşeronluğunda sıra almanın değer yargılarımızdan ne getirip götürdüğü umurumuzda bile olmadı. Zaten onlarla ilişkimizi çoktan kesmiştik. Bir tek, zayii ilanı vermediğimiz kaldı ki, hini hacette/seçmen konsolidesinde lazım olur diye bir kenarda tutmamıza ses çıkarmadılar zaten.
Böylece işleyen sistemin tüm başarıları (Filenin sultanları = Atatürkün kızları) kemalizme mal edilirken, ekonomik çöküşün (faiz haramdır = nas) sorumlusu, yedek kulübesinde bile oturtulmayan tribündeki islama/müslümanlara maledildi. Özetle yeni sistemin amentüsünde; hayırlar Kemalizmin banisine, şerler ise Tayyip Erdoğan üzerinden İslam hanesine yazılıyordu…
Türkiye’deki müslümanlar saflıkta, %100 natürel erken hasat, sızma zeytinyağına taş çıkartır. Bu nedenledir ki sair din mensuplarını da kendileri gibi bilirler. Roger Garaudy ve Cat Stevens vs gibi gayrı müslimler, ihtida ettiklerinde alıp bağrımıza basmıştık… Geçmişlerine dair en ufak bir hatırlatmada dahi bulunmamıştık. Keza bizdeki Necip Fazıl ve İsmet Özel misali…
Fakat seküler dinler bunun tam tersi fıtratla maluldürler. Sözle imanı kafi görmezler, amel isterler, amelle de yetinmeyip eski mahallenize sövmenizi beklerler. Her şeyi kamilen yapıp eski mahallene dönecek yüzün kalmayacak hale geldiğinde ise size verecekleri en büyük sıfat “dönek, fırıldak” gibi tanımlamalar olacaktır.
Hiçbir şey akıl edemiyorsan meşhur bir gastenin başyazarından ibret al… İtikaden ve amelen de (İçki, sansasyonel aşk hayatları) bu mahalleden ikametgah nakil ilmühaberi alalı yıllar oldu, Ama haymatlos muamelesi görüp ordaki mahalle muhtarlığına kaydetmediler. Halen geçici Green kartla çalışma izniyle yetiniyor… Sınırda bekletildiği yeni mahallesine en ufak bir karşı gelmede “imam hatipli” “eski dinci” diye aşağılanmaktan geri kalmıyor…
Hani bir ayet vardı “Gevşemeyin üzülmeyin, mü’minseniz/inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsiniz” diyen. Haşa, ayet yanlış tespitte bulunamayacağına göre, neden bu denli aşağılık kompleksiyle malul hale geldik. Başkaları senin değerlerini sadece alay etmek ve mizah konusu yapmak için paylaşırken, yatıp kalkıp birilerinin ürettiği değerler üzerinden onlara yamanmak niye…
Her biri birer hayat düsturu olan Ayetlere şeklen inanıyoruz ama içselleştiremediğimiz için gerçek manada mü’min olamıyoruz. Gerçek manada mümin olamayınca da inanmakla üstün olacağımıza dair vaat de bir türlü hayata geçmiyor.
“İnanmayanlara karşı sert ve tavizsiz, kendi aralarında merhametli” düsturunu pas geçerek sair müslüman kesimlerden nefret etmek için bin bir bahane ararken… İş diğerlerine geldiğinde, “Kişi sevdikleriyle beraberdir” müjdesi/tehdidine aldırmadan Yumoşun patent hakkını ihlal edercesine; naif, kibar ve centilmen kesilmek niye?
Üzerinden bir bir çıkardığın değer yargılarından oluşan dekoltene bir iki dünya menfaati sıkıştırılacak diye ahir ömründe konsomatrisliğe soyunmaya değer mi?
Bunca mevki, unvan, makam, koruma, mal mülk sahibi olmana rağmen, neden izzet ve vakardan nasiplenemediğinin sebebini hiç merak etmeyecek misin? “Taş, yerinde ağırdır” atasözünü pas geçtin. Taklitler ancak ve ancak orijinalini yaşatır, gerçeğini idrak edemeyip karşı tarafa benzemeye çalıştın, benzedikçe kendin olmaktan çıktın, çıktıkça ne kendin ne de ötekisi olup; “yamadın dünyanı yırtarak dininden, din de gitti dünya da gitti elinden”. İrem cennetine kavuştun ama ne kazancında bereket, ne ailende huzur, ne de çevrende itibar kaldı. Halen devam edegelen menfaatinden dolayı üzerine üşüşen sinekler, emekliliğinde bir bir terkettiğinde, uyansan ne farkeder.
Yeni yıl kimseye bir şey getirmeyecek, tıpkı geçen 2023 yılının tüm dolduruşlarınıza rağmen bir şey getiremediği gibi. “Bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez” buyruluyor. Elbette ki bir anda kendimizi değiştirmemizin güçlüğünün farkındayım. Ama hiç olmazsa niyetlenelim. Zira biz O’na bir adım atarsak, O bize yürüyerek icabet edecektir.
Prof.Orhan ÇEKER