Mü’minin Dünya İle İlişkisi
Müslüman’dan istenen dünyadan tamamen soyutlanması ve ona yüz çevirmesi değildir, bu zaten İslam dininin getirdiği esaslara da aykırı bir durumdur. “Dünyadan nasibi unutma.” (Kasas, 28/77) buyuran Rabbimiz dünya hayatı için de çalışmamız gerektiğini söylemiştir. Fakat tefrik etmemiz gereken şudur ki, dünyayı ahiretin önüne geçirmek her türlü dünyevileşmenin ve neticesinde dinden, ibadetlerden ve Allah’tan uzaklaşmanın önünü açacaktır.
Şu hakikati de inkâr edemeyiz ki, kalpler tok olursa mideler aç, mideler tok olursa kalpler aç olur. Yani dünyada geçici meskenimiz olduğunu bilerek yaşamalı ve bu ölçüde ona vakit ayırmalıyız. Aksi halde dünya ve ona ait işlerle dolu olan bir hayat ahireti unutturur; nefsi zevkleri tatmin önceliği olan bir insan da maneviyatını ve kendisiyle Allah’ı tanıması yaratılış gayesi olan kalbini öldürür. Eğer Müslümanlar bu hakikatleri bilerek hayat sürselerdi, seküler dünyanın tuzaklarına takılmadan ahireti öncelemiş olsalardı bugün ümmet dimdik ayakta olabilirdi.
Modern dünyanın Müslümanlarının her birinin ruhu kendisine okunacak salayı bekler haldeyse onların bu hale gelmesinin sebebi de midelerini doyurup kalplerini unutmaları, dünyalarını imar edip asıl yurtları olan ahiret için gerekli olan azıklara ihtiyaç duymamalarıdır. Müslüman ümmet ne zaman ki ahireti dünyanın önüne geçirmeyi başarır, önce kalbini ve ruhunu doyurmayı esas edinir; işte o zaman hem kendi dirilir hem de tüm dünyayı diriltme gücünü elde edebilir.
Abdullah BÜYÜK