İDRİS GÖKALP

Mus’ab Bin Umeyr’in Hayatı

Mus’ab Bin Umeyr

Mus’ab’ı bilmeyen, duymayan, sevmeyen var mıdır?

“Çölün incisi” olan Mus’ab’ı. Mekke’nin genç bilgesini ve yiğidini. Erkam’ın evinde son elçinin yanına oturunca bütün yüzleri memnuniyet ve dostlukla gülümseten, onların içini ışıklandıran o güzelim kandili. Medine semalarının zarif yıldızını. O ahlak ve sabır abidesini. Cuma namazlarının ilk imamını, ilk hatibini. Arabistan’ın gururunu. Coğrafyayı hâlâ silkeleyen ve tarihi sürekli tutuşturan o kısa fakat âteşîn şiiri.

İslam’ın bu ilk öğretmenini, ilk muhacirini, ilk sancaktarını yüreğine ve zihnine bir pankart gibi germeyen kaç kişi gösterilebilir bizim inanç iklimimiz içerisinde?

Yeryüzü ve insanlık tarihinin en gözde simalarından biri olan bu aziz şehidi andıkça yüreği kıpırdayıp sızlamayan, onun öyküsünü dinledikçe içi ısınıp irkilmeyen biri var mıdır sahi?

Müslüman bir erkek olup da onun hayatını okuyan öğrenen  ve sonrasında ondan etkilenmeyen birine rastladınız mı hiç?

Oğluna Mus’ab’ın hayatını anlatmayan, onu örnek göstermeyen kaç Müslüman anne vardır şu yeryüzünde?

İnandığını yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar.’ düşüncesinden hareketle; Hz. Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’in hayatını gündem edindik ki bu genç Sahâbe’nin hayatını, yaşayışını, İslâm’a yaptığı hizmetleri müslüman gençlik kendine örnek edinsin!

 

Çölün İncisi

Tam künyesi, Ebû Abdillah Mus’ab b. Umeyr b. Hâşim el-Kureşî el-Abderî.

Hem annesi hem de babası tarafından Mekke’nin soylu ve ileri gelen bir ailesinin çocuğuydu. Ailesi, cahiliye döneminde “sidâne” ve “hicâbe” görevlerini üstlenen ve Kureyş kabilesinin sancaktarlığını yapan Benî Abdüddâr’a mensuptu.

İlk müminlerden biri olan Mus’ab b. Umeyr; orta boylu, güzel yüzlü, nazik ve yumuşak huylu bir delikanlıydı. Son derece zeki idi. Güzel ve etkili konuşurdu, etrafındakilere kendini dinletirdi. Bulunduğu yerde bir çekim merkezi oluşturması fazla zaman almazdı.

Dönemin koşullarına göre oldukça iyi bir eğitimden geçmiş; ailesinin konumu ve kendi kabiliyet ve meziyetleri sayesinde tanınan biri hâline gelmişti. Mekke halkı, genci yaşlısıyla onu sever; güzelliği, zekiliği ve zenginliği nedeniyle ona gıptayla bakardı. Bir rivayette, Hz. Peygamber’in onunla ilgili şu betimlemesi dikkat çeker: “Mekke’de Mus’ab’dan daha zarif, daha narin, daha yakışıklı kimse yoktu.”

Özellikle annesi tarafından itina ve ihtimamla büyütülen, en iyi şartlar altında, refah ve bolluk içinde yetiştirilen Mus’ab b. Umeyr, selim bir akla ve derinlikli bir muhakeme gücüne sahipti. Müslüman olmadan önce de putların bir fayda ya da zarar veremeyeceğini bilir, onlara tapılmasından nefret ederdi. Kendisini kuşatan bütün şatafata, rahatlığa ve refaha rağmen, kalbinde büyük bir boşluk hissettiğini söylüyor, bir sorgulama ve arayış çabası içinde olduğu gözlemlenebiliyordu.

Çocukluğunu, ilk gençliğini varlıklı bir ailenin sunduğu imkânlarla geçirdi Mus’ab, ta ki Resûlullah’ın mesajını duyana kadar devam etti, bu görkemli hayat. Ancak bir gece vakti, Hacun Dağı’nda sohbet ederken; arkadaşlarının “Duydunuz mu Abdulmuttalib’in yetimi Muhammed, ‘Ben Allah’ın peygamberiyim, tapmakta olduğunuz bu putlar boştur, hiçbir fayda sağlamaz, Allah ise birdir, her şeyi gören ve bilendir, yaratan O’dur, O’na ibadet ediniz.’ diyormuş.” ifadeleriyle yüreğine bir alev düştü. Duydukları gönlüne yer etmişti, içinde olduğu boşluğa bir cevap bulmuştu, işittikleriyle. Eve geldi, yağmalanmış yüreğiyle düşünmekten sabaha kadar gözlerine uyku girmedi.

Şehrin güzel ahlaklı, faziletli ve temiz gençleri birer birer Müslüman oluyorlardı.  Mus’ab’ın çevresinde,  gününü gün etmekten başka derdi olmayan, hayatı oyun ve eğlenceden ibaret sayan arkadaşları kalmıştı sadece. Ve onlar Mus’ab’ı hiç de mutlu etmiyorlardı. Müslüman olmayı düşündü. Allah’tan başka ilah yoktu, doğruydu. Ama kimsesiz fakir Müslümanlarla, kölelerle aynı ortamda olmak, düne kadar emrine amade olarak yaratıldıklarını düşündüğü köleleri kardeş edinmek kolay mıydı? Hem annesi ne der, kim bilir nasıl da öfkelenir ve ne cezalar verirdi. Bir yanda bütün çekiciliğiyle dünya nimetleri diğer yanda Allah ve Rasûlü vardı. Tercih yapmak, nefse söz geçirmek çok zordu.

Hz. Mus’ab b. Umeyr (r.a.) Darü’l-Erkam’dan yükselen, ’Tevhit daveti’ni duymuş, ruhunda bu ilâhî davete sonsuz bir aşk-u muhabbet başlamıştı. Çünkü âlemlere rahmet olan gelmiş, ’ilâhî devlet’in saltanat marşını Mekke ufuklarında inletmişti. Mus’ab (r.a.)`in güzel gönlü, yaralı bir ceylân gibi çırpınmış ve bu saadet havuzuna can atmıştı. İlk fırsatta gizlice Darü`l-Erkam’a, Hz. Rasûlullah’ın yanına, O`nun sesini dinlemeye, O`nun getirdiğini kabul ve tasdike gitmişti.

Bir gün, bir Müslümandan, Erkam bin Ebi’l Erkam’ın evinde toplantılar yapıldığını öğrendi. Meraklandı. İçinde oraya gitme isteği duydu. Gitti. Erkam’ın evinde iyilikle, güzellikle karşılandı. Resulullah’ı ve müminleri dinledi. Sohbet etti. Sorular sordu. İçindeki boşluk küçüldü, arayışları sona erdi. Müslüman oldu. Hz. Muhammed (s.a.v.), Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’e Mukaddes İslâm’ı nokta nokta anlattı ve Allah’tan korkmasını, İslâm’ın o âna kadar vaz’ ettiği emir ve yasaklara riayet etmesini söyleyince, hiç tereddüt etmeden kelime-i şahâdet ve kelime-i tevhit getirdi.

Bu durum Müslümanlar arasında da büyük bir sevinç ve memnuniyetle karşılandı. Hz. Muhammed’in peygamberliğine şiddetle karşı çıkan ailesinin buna izin vermeyeceğini bildiğinden onun yanına kısa bir süre gizlice gidip geldi ve namazlarını da gizlice kıldı.

Onun Müslüman olduğunun öğrenilmesi, ailesinde büyük bir şaşkınlığa ve kızgınlığa yol açtı. Hayatı birden değişti. Servet ve zenginliğin yerini sadelik ve fakirlik aldı. Dünyayı önüne serdiği; en güzel kokuları, ipekli elbiseleri layık gördüğü oğlu ona ihanet etmiş, ilahlarına isyan ederek aile şerefini ayaklar altına almıştı. Büyük bir titizlikle yetiştirdiği oğlunun Bilâl ve Habbâb gibi kölelerle aynı safta olduğunu düşünmek Annesi Hunâs’ı kahretmişti. Anne ve babası, önceleri, eski yaşayışına dönmesi için saatlerce, günlerce dil döktüler. Ardından korkutmaya çalıştılar, tehdit ettiler. Sonra eziyetler başladı. Evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Çılgına dönüp hakaret ettiler, tartakladılar. Mus’ab için zorlu bir hayat başlamıştı.

Musabın 17–18 yaşlarında iman ettiği ve İlk Müslümanlardan olduğu rivayet edilir. Musab Bin Umeyr’in iman ettiği yıllarda Mekke’de Müslüman olmak ne anlama geliyordu? Bu dönemin tahlilini yapmadan Musab Bin Umeyr Müslüman olmuştur demek bu imanı ve öze dönüşü basite indirgemektir. O yıllarda iman etmek demek malından, canından vazgeçmek demektir.  İman etmek ; bir vazgeçiştir, bir kimlik beyanıdır dünyevi hazlar karşısında. İman etmek Sümeyye ve Yasir gibi her an şehadete kavuşmak, Bilal gibi işkencelere maruz kalmak demektir. Özellikle Musab Bin Umeyr’in durumunu ele aldığımızda Mekke’nin en soylu ailelerinden biri olduğu düşünülürse dünya hayatının imtihanından kendini arındırıp, yaşadığı toprakların (çölün) suya susamış olması gibi ruhu vahye susamaktaydı. Musab Bin Umeyr ailesinin en çokta annesinin onu cezalandırmalarına göğüs gererek eski yaşantısındaki cahiliyenin pisliklerinden arınmaktır. Babası, annesi onu, Haşimoğullarından birine tâbi olduğundan dolayı hapsettiler. Müslümanlarla buluşup görüşmesini engellediler; İslâm’dan uzaklaşması, Hz. Peygamber‘e tâbi olmaktan vazgeçmesi için çeşitli maddî ve psikolojik müeyyideler uyguladılar, türlü baskılar yaptılar. Ebeveyn şefkati ile ailenin eski inancına döndürebileceklerini düşündüler, fakat bir sonuç alamadılar. Bütün güzel elbiselerini, ayakkabılarını aldılar, cebindeki paraya el koydular, onu tam bir yoksulluğa iterek bu yeni hayata dayanamayacağı ümidi ile kendilerine dönmesini beklediler. Fakat umduklarını bulamadılar. Musab Bin Ümeyr olmak demek dünyevi bütün arzulardan vazgeçerek (lüksten, ipek kumaşlardan, kuş sütünün eksik olmadığı sofralardan) Allah’a ve peygambere itaat etmeyi tercih etmektir.

Mus’ab, dininden ve davasından dönmedi. Sahip olduğu bütün imkânları elinin tersiyle iterek Müslümanların yanında yer aldı. Mekke’nin ileri gelenleri de fırsat buldukça ona hakaret ettiler, onunla alay ettiler, çeşitli eziyetlerde bulundular. O, her seferinde hakkı haykırdı. Tertil üzere okunan Kur’an’a kulak verdi, hiçbir sözünü kaçırmamaya çalışarak Allah Resulünü dinledi, kardeşlerinin saflarına güç ve güzellik kattı.

Mus’ab b. Umeyr diğer bazı genç sahabiler gibi Mekke’nin ezilen sınıfından değildi. Aristokrat bir ailedendi. Maddî refahın içinde yaşıyordu. Sosyal nüfuzu vardı. Peygamberimizin açıklamasına göre Mekke’nin en güzel genciydi. Yolu gözlenen ve arzulanan bir mahbubdu.

İslamî davete muhatap olunca inananlardan oldu. O, bedenini zulümden kurtarmak için değil ruhunu zulmetlerden kurtarmak için inandı.

İnandığı için en korkunç ve acımasız darbeleri ailesi ve akrabasından yedi. İnsanlık tarihi boyunca ilk inanan müminlerde görüldüğü gibi kaderi alaya alınmak, yardımsız bırakılmak, işkenceye maruz kalmak ve hapsedilmek oldu. Oldu ama yapılan zulümler ve sürdürülen tehditler Mus’ab b. Umeyr’i bir kat değil bin kat daha İslam’a bağladı.

Kur’an kültürü içinde ve Allah’ın Rasülü’nün terbiyesi altında giderek imanı pekişen, manevî hazzı artan ve ebediyet aşkı alevlenen Mus’ab b. Umeyr bir imam, ilim ve amel adamı olur. Ne var ki ruhen geliştikçe, şirk, zulüm ve şehvet temelleri üzerine oturmuş Mekke yaşantısına bakışı netleştikçe çilesi de artar.

Risaletin beşinci yılında Mekke’de sıkıntı ve işkencelerin artması üzerine, Hz. Peygamber, Habeşistan’a hicret edenlere onun da katılmasını istedi. Bir müddet Habeşistan’da kalan genç Mus’ab; hicreti, gurbeti, zorluğu, dayanışmayı ve kendini yetiştirip özgüven sahibi olmayı farklı boyutlarıyla ve farklı bir mekânda öğrenmiş, pekiştirmiş oldu. Bir süre sonra Mekke ileri gelenlerinden bazılarının İslam’a girdiği yolunda yanlış bir haber duyulunca 38 kişiyle birlikte geri döndü ve 621’deki Birinci Akabe Biatine kadar Mekke’de kaldı. Onun bu gelişini Hz. Ali şöyle anlatmaktadır: “Resulullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı, eski bir elbiseden başka giysisi yoktu. Resulullah, onun bu hâlini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu ve şöyle dedi:

Kalbini Allah Teâlâ’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası, onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Zengin ve rahattı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resulünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir.”

Lüks ve konforlu bir hayat, marka elbiseler ve lezzetli yiyecekler hayatın amacı olamaz. Tüm bunlara sahip olmak için hırslanmak, başkalarıyla kıyasıya mücadele etmek insanı mutlu edemez. Daha zengin olmak için girişilen hiçbir yarışın galibi olmamıştır. Mus’ab b. Umeyr bunları elinin tersiyle itmiş, mutluluğu Rabbine teslim olmakta, Onu zikredip Onun rızası için yaşamakta bulmuştur. Zaten kalplere huzur veren Allah’ı zikretmek değil midir?  Onu bulanın kaybettiği ya da muhtaç olduğu başka bir şey var mıdır?

Yaşadığı hayat, Hz. Mus’ab’ın samimiyetinin, teslimiyetinin bir göstergesidir. Bir gencin, kendi iradesine ne kadar muktedir olabileceğinin bir nişanesidir aynı zamanda. Hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan, kalabalıklara göre değil, inancına göre yaşamanın sembolüdür Hz. Mus’ab. İşte bu nedenle Efendimiz (s.a.s.), onu “Mus’abu’l-Hayr” (hayırlı Mus’ab) diye anmıştır.

 

Medine’deki Genç Öğretmen

“Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza, Allah’a asla şirk koşmayacağımıza, hırsızlık ve zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, hiç kimseye iftirada bulunmayacağımıza … söz veriyoruz!”

Medine’den gelen on iki kişinin Birinci Akabe Biatı’ndaki bağlılık ifadeleridir bu cümleler. Artık İslam, Mekke dışında da kabul görmeye başlamıştır. 621 yılının Zilhicce ayında bu bir avuç insan, inançlarını Resûlullah (s.a.s.) karşısında kesin bir şekilde mühürledikten sonra Medine’de kendilerine İslâm’ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ etmek için bir öğretici isterler. Ve bu önemli görev için Allah Resulü (s.a.s.); güleryüze, tatlı dile ve üstün bir ahlaka sahip olan Mus’ab b. Umeyr’i (r.a.) seçer. Böylece, Allah’ın elçisinin elçisi olarak, Medine’ye ilk hicret eden sahabi Hz. Mus’ab b. Umeyr olacaktır.

Allah Rasûlü, İslâm’ın ilk öğretmeni olma şerefini genç Mus’ab’a verdi. O hitabeti güçlü, güler yüzlü, samimi bir kimseydi. Ayrıca o güne kadar nazil olan âyet-i kerimeleri ezbere biliyordu. Allah’a çağıran, salih amel işleyen özü ve sözü güzel davetçi Medine’ye hareket etti.

Birinci Akabe Biatinde Müslüman olan Medineliler, Hz. Peygamber’den, kendilerini eğitecek, kendilerine Kur’an okuyacak, İslam dinini öğretecek, Allah’ın emirlerini ikame edecek, namazlarda kendilerine imamlık yapacak bir kişi göndermelerini istediler. Bunun üzerine, çeşitli tavsiyelerde bulunarak, Hz. Peygamber Medine’ye Mus’ab’ı gönderdi. Mus’ab, İslam tarihinin ilk erkek öğretmeni ve ilk Medine muhaciri olarak yola koyuldu.

Musab (ra) Bu teslimiyetiyle bize, hâl diliyle “inanmak lafla olmaz, baş koymak gerekir” der çağlar ötesinden; er meydanına çıkacak kişinin kenarda köşede saklanma hakkının olmadığını, “Ben yapmayayım da filanca yapsın.” deme lüksünün olmadığını gösterir, samimiyetiyle.

Evet…Medineli Müslümanlar, onu sevinçle karşıladılar.

Mus’ab’ın geldiği günlerde Medine karmakarışık bir hâldeydi.  Evs ve Hazrec kabilesi mensupları, üç Yahudi kabilesi ile birlikte yaşıyorlardı. Aslında kardeş çocukları olan Evs ve Hazrec arasında yüzyıla dayanan bir kan davası vardı. Birkaç yıl evvel meydana gelen Buas Harbi’nde her iki kabileden pek çok kişi ölmüştü. Müslüman olanlar dahi birbirlerine soğuk davranıyor, diğer kabileye mensup bir kimsenin namazda imam olmasını hoş görmüyorlardı. Medine’nin, Mus’ab b. Umeyr’e ve onun hayat verici davetine çok ihtiyacı vardı.

Mus’ab b. Umeyr, Es’ad b. Zürâre’nin evine yerleşti ve onun desteğiyle oldukça verimli bir çalışma yürüttü. Hiç zaman kaybetmeden tebliğ ve irşad çalışmalarına başladı.

Yer: Es’ad b. Zürâre’nin (r.a.) evininin bahçesi

Mus’ab (r.a.) etrafında bulunan Müslümanlara İslam’ı anlatmaktadır. Bu sırada güçlü bir ses duyulur ileriden: “Buraya zayıf akıllıları aldatmak için mi geldiniz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız terk edin burayı!” Elinde mızrağı, bütün hiddetiyle konuşan; Evs kabilesinin reislerinden Üseyd b. Hudayr’dır. Etrafta bulunanlar telaşlanırlar ama pek çok işkence ve hakarete Allah ve Resulü hatırına katlanan ve Resûlullah’ın (s.a.s.) özel terbiyesinde yetişen Mus’ab (r.a.), onun bu taşkın hâlini gayet sakin bir şekilde karşılar. Hakikat nasıl anlatılır, bunu bize gösterircesine seslenir Üseyd’e: “Biraz soluklanıp sözüme kulak verir misiniz? Hoşunuza gitmezse söylenenler, o zaman engel olursunuz.” Üseyd, bu nezaket dolu ifadeler karşısında teslim olur, saplar mızrağını yere ve başlar Mus’ab’ı dinlemeye. Dinledikçe ufkunda şimşekler çakar, sonsuzluk çiçekleriyle donanır yüreği, “Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür.” der ve tekrar eder Mus’ab’la birlikte hayatına hayat katan o cümleyi: “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah.”

Ve çok geçmeden, Üseyd’i teslim alan hakikat Sa’d’ın da ruhunu kaplar ve dökülür dudaklarından teslimiyet muştusu.

Ve o gün Sa’d b. Muaz (r.a.) önderliğinde bütün Evs, İslam’la tanışır. Artık Medine’nin bütün evleri tek tek aydınlanmaya başlamıştır. Es’ad b. Zürâre’nin (r.a.) evi bir Kur’an okuluna dönüşür; Medine’nin Daru’l-Erkâm’ıdır artık evi. O, namaz kılacakları zaman imamları, ihtilaf ettikleri zaman hakemleridir. İnsanlara, yalnızca dine nasıl girileceğini göstermemiştir o. İslam’ın nasıl yaşanması gerektiğini öğretmiştir asıl, bütün hâl ve hareketleriyle.

Bu hadise aslında İslam tarihinde dönüm noktalarından biridir. Mekke’de iken Hz. Peygamber’in tebliğ tarzını çok iyi kavrayan, Kur’an’dan o zamana kadar inmiş ayetleri büyük bir özen ve dikkatle ezberleyen, etkili konuşması ve güçlü kişiliğiyle çevresinde hemen bir çekim merkezi oluşturan Mus’ab b. Umeyr; etkili daveti ile  Üseyd b. Hudayr ve Sa’d b. Muaz gibi tanınmış şahsiyetlerin hidayetine vesile oldu. Bu kişiler, Medine şehrinin kabile reislerindendi. Mus’ab onlara gayet nazik bir şekilde davranıyor, onları kendisini dinlemeye ikna ediyor ve sözlerin en güzeli olan Allah kelamını okuyarak Müslüman olmalarına vesile oluyordu

Akıllı, yumuşak huylu, tatlı dilli genç muallim onların ikisini de etkilemiş, sakinleştirmiş ve samimiyetle davranmıştı. Onlarla güzelce konuşmuş ve onları ikna etmişti. Bu önemli kişilerin Müslüman olmasıyla ve Mus’ab b. Umeyr’in düzenli ve çok yönlü gayretleri sayesinde İslamiyet, Medine’de hızla yayıldı. Kısa bir süre içerisinde her eve girdi. Medine’de büyük bir dönüşüme yol açtı. Sade bir hayat süren genç muallim; gece gündüz koşturuyor, anlattıklarını önce kendisi örneklendiriyor ve her türlü zorluğa sabrediyordu.

622 yılının hac mevsiminde, ikisi kadın yetmiş beş kişiyle Mekke’ye gelen Mus’ab; Hz. Peygamber’e bir yıl içinde yaptığı tebliğ faaliyetini anlatarak onun takdirini kazandı. Onunla baş başa görüşmeler yaptı, inen yeni ayetleri ezberledi, gelişmelerden haberdar oldu, Resulullah’ın öğütlerini ve emirlerini dinledi. Bir zamanlar kendisine çok kaba ve kötü davranmalarına rağmen ailesiyle, akrabalarıyla ilgilendi; onları dine davet etti.

Medine’ye hicretin başlangıcı olan İkinci Akabe Biatinin hazırlanması ve gerçekleştirilmesinde de önemli görevler üstlenen Mus’ab, üç ay daha Mekke’de kalıp geri döndü. Az bir zamanda bu şehrin adeta manevi kandili ve herkes tarafından sevilen öğretmeni olmuştu.

Bizler Musab Bin umeyri her zaman güzelliği ve zarafetiyle Hz Muhammed aleyhisselatu Vesselam’ın ifadesi ile ümmetimin Yusuf’udur sözüyle biliyoruz… evet Onun güzelliğini anlatan yüzlerce şiir ve eser var… Ancak Bizler bu güzel sahabeyi yakışıklılığıyla güzelliği ile değil sadece davetçi kimliği ile hatırlamalıyız . Göz ardı edilen ve tarihin yapraklarında kalan Musab Bin umeyr’in Yesrip yani Medine  toplumunda yapmış olduğu Tevhid ve davet çalışması bizim için çok önemlidir. Hz Peygamber olmadığı bir yerde onun adına İslam’ı yaşayarak insanlara öğreten Musap İslam davetçilerinin ilkidir. O yaptığı tebliği çalışmalarıyla Harab olmuş gönülleri, kararan kalpleri ve günaha batmış bedenleri arındırdı. O yüce Allah’ın izniyle utanç Zillet ve Ateş çukurunun kenarında olanları İzzet ve şeref hilkatine yani fıtrata döndürdü. O Uyanış Diriliş ve kurtuluş yolunu gösterdi ki bu yol bir medeniyetin muştusu oldu. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, şöyle buyurmuşlardır:

“Ülkeler kılıçla fethedildi, lâkin Medîne Kur’ân’la fethedilmiştir.”

Buda Musab vesilesi ile olmuştur.

Mus‘ab b. Umeyr, davetçilerin ilkidir. Hz. Peygamber (s), insanlara İslam’ı öğretmesi için Medine’ye göndermek üzere onu seçmişti. Mus‘ab’ın Habeşistan hicreti, ona İslam’ı tebliğ konusunda geniş tecrübeler kazandırmıştı. Mekke’de göğüs germiş olduğu acı tecrübeler ona karşılaştığı güçlüklerle mücadele etmeyi öğretmişti. Buna onun derin ilmini, siyasi tecrübesini, geniş ufkunu da eklersek Hz. Peygamber’in (s) Medine’de İslam’ı yaymak, Müslümanlara Kur’an okutup dinlerini öğretmek, İslam adap ve prensiplerini bildirmek üzere niçin onu seçtiğini daha iyi anlamış oluruz.

Hicretten sonra Resulullah onu muhacirlerden Sa’d b. Ebi Vakkas, ensardan Ebû Eyyub el-Ensarî ile kardeş yaptı ve kabilesinin geleneğine uyarak onu sancaktar tayin etti.

 

Müminler Arasında Öyle Bir Yiğit Vardı ki…

Mus’ab, Bedir Savaşına katılanlardan biriydi. Sancaktardı. Bu savaşta büyük bir gayret ve fedakârlık gösterdi. Daha sonra 625 yılında vuku bulan Uhud Savaşına da katıldı. Sancağı yine büyük bir tevazu ve metanetle o taşıyordu.

Bu zorlu savaşta, Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmadı. Hem sancağı taşıdı hem de sürekli onu takip etti, korudu,  tehlikelere karşı uyardı. Yola çıkarken iki zırh giymişti. Bu hâliyle Hz. Peygamber’e çok benziyordu.

Müşrik ordusundan İbn Kamîe adında biri Hz. Peygamber’e saldırırken, tehlikeyi fark edip hemen onun karşısına çıktı.

Bu müşrik, ani bir kılıç darbesiyle onun sağ kolunu kesti. Mus’ab, sancağı hemen sol eline aldı. Bu dayanılması zor acıya aldırış etmeyen ve bir taraftan da ayetler okuyan Mus’ab, biraz sonra sol kolunu da kaybetti. Bir yandan da hâlâ Allah’ın elçisini gözlüyordu. Sancağı, kesik kollarıyla tutup sımsıkı bir şekilde göğsüne bastırdı. Bu direniş ve fedakârlık karşısında bir an şaşkınlık yaşayan İbn Kamîe, son kez hücum etti ve gerilip bütün gücüyle mızrağını onun göğsüne sapladı.

Dilinden Allah’ın ayetlerini hiç düşürmeyen ve asla geri adım atmayan Mus’ab şehid oldu.

Müşrikler, benzerlikten dolayı önce Hz. Peygamber’i öldürdüklerini sandılar, sevinç çığlıkları attılar. Çok geçmeden yanıldıklarını anladılar. Nitekim savaşın sonunda Hz. Ömer’in müşriklere cevap niteliğindeki şu sözünü duymayan çok az kişi vardı: “Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler ise cehennemde!”

Savaştan sonra şehidler defnedilirken Hz. Peygamber, Mus’ab’ı görünce duygulandı. Gözleri yaşarmış bir şekilde yanındakilere onun gençliğini, yiğitliğini, fedakârlığını anlattı. Daha sonra başı ucuna dikilerek Ahzab Suresinin 23. ayetini okudu:

Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri söze sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları sözünü yerine getirip canını vermiştir, bazıları da beklemektedir. Onlar verdikleri sözü hiçbir şekilde değiştirmemişlerdir.”

Hadis ve tarih kitaplarındaki rivayetlere bakıldığında, sahabîlerin, daha sonraki dönemlerde Mus’ab b. Umeyr’i sürekli andıkları, yâd ettikleri görülmektedir.

Habbâb b. Eret, Mekke’den Medine’ye dünyevî menfaatler için değil Allah rızası için hicret ettiklerini fakat Allah Teâlâ’nın kendilerine dünya nimetleri de verdiğini, Mus’ab b. Umeyr gibi arkadaşlarının bu nimetlerden hiçbir şey tatmadan ahrete göçtüklerini belirttikten sonra Uhud’da şehid olduğu gün onu saracak bir kefen bulamadıklarını, bedenini hırkasıyla örtmeye çalıştıklarında başına çekince ayaklarının, ayaklarına çekince başının açıldığını, sonunda başını örttüklerini, ayaklarının üstüne de kokulu bir ot demeti koyduklarını söylemektedir.

Evet Mus’ab radıyallahu anh şehid düşünce vücudunu saracak bir kefen bulunamadı. Hırkasıyla başını örttüklerinde ayakları, ayaklarını örttüklerinde ise başı açıkta kalıyordu. Efendimizin emriyle ayakları izhir otlarıyla örtüldü. Mus’ab, kardeşi Ebû Rûm b. Umeyr ve Suveybit b. Amr tarafından defnedildi.

 

Ebû Abdullah Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh vefat ettiğinde kırk yaşının biraz üzerindeydi. Geride onu çok seven, onun gibi olmayı hayal eden koca bir ümmet kaldı.

Mus’ab b. Umeyr; çağlar ötesinden bugüne, kendi “Yesrib”lerimizi “Medine” yapacak insan yetiştirmek için nasıl bir samimiyete ihtiyaç duyduğumuzun örneğidir. Sadece bilgi sahibi olmaya değil, bildiklerimizi samimiyetle hayata geçirmeye muhtaç olduğumuzun bir nişanesidir. İşte bu nedenle; kim, nerede bulunuyorsa, bulunduğu yeri “Yesrib” kabul etmeli; gençler, Allah’a ve Resulü’ne iman eden herkes, kendisini Resul’ün “Mus’ab”’ı olarak görmelidir. Vakit; hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan köyümüze, mahallemize, şehrimize, ülkemize, insanlığa Mus’ab b. Umeyr (r.a.) ufkunu taşıma vaktidir. Vakit, kendimizi değiştirmediğimiz müddetçe, insanların değişmesini bekleyemeyeceğimizi anlama vaktidir… Vakit “Mus’ab”laşma vaktidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir