İDRİS GÖKALP

Öğretmenin Sınıf Dili

ÖĞRETMENİN SINIF DİLİ

Kim Başlattı?

Mr. Stenpock, kontrol ettiği çalışmaları öğrencilere teslim ederken sıra T.S.’ye gelir. “C+ aldın. Ödevinin belli bir kaliteye sahip olduğunu söylemek zorundayım ama her zamanki gibi konudan sapmışsın. Montana’daki göllerin yapısının Kanada kazlarının göç yollarıyla ne ilgisi var?” Çocuk kendinden emin bir tavırla, “Efendim, giriş yazısını okudunuz mu emin değilim fakat…” der demez, öğretmenin huysuz ve asabi sesi yükselir sınıfta: “Herkesten zeki olduğunu düşünüyorsun değil mi? Çizimler oldukça güzel fakat bilimsel açıdan yanlışlar.” Bu karşılık çocuğu şaşırtır, “Gerçekten mi efendim? Oysa ödevimi Discover dergisine gönderdim ve beğenip yayınladılar.” Mr. Stenpock çocuğun çantadan çıkardığı dergiyi göz ucuyla inceledikten sonra sıraya koyar ve kendini beğenmiş bir edayla, “Benimle oyun oynama, haddini aşıyorsun T.S.” der. Çocuğun saflığı yine devreye girer ve ağzından şu cümleler dökülür: “Manyetik tekerlek çalışmam hakkında ne düşünüyorsunuz peki? O hususta bir şey söylemediniz.” Buna iyice sinirlenen öğretmen, “Lanet olası tekerlek umurumda bile değil!” diyerek çıkışır çocuğa. T.S. dayanamaz, ortam karanlık bir hal alır ve çocuk ayağa kalkarak içindeki tüm masum hiddetle şunları söyler öğretmenin yüzüne: “Mr. Stenpock, sizin konumunuzdaki birisi gençleri bilim konusunda meraklı olmaya teşvik etmesi gerekirken nasıl bu kadar örümcek kafalı olabilir? Her bilim adamı sizin gibi olsaydı bugün penisilin olmazdı; görecelik kuramı, kanalizasyon sistemi hatta çikolatalı kurabiye bile olmazdı.” Bu tepkiden dolayı şaşkın bir vaziyette sınıfa boş boş bakan öğretmen, gururuna yedirememiş olacak ki, çocuğun farklı renkteki çoraplarına atıfta bulunarak, onu sınıfın alaycı gülüşmelerine yem eder. “Sende büyüklük kompleksi var T.S. Bilimsel gözlem yeteneğini, sabah çoraplarını seçerken kullanmalısın.”

Bu diyaloglar Türkçeye “Kahraman Çocuk” adıyla çevrilmiş 2013 yapımı bir film olan T.S. Spivet’ten. Sahi, on iki yaşındaki bir çocuğun dimağında ve gönlünde kalıcı bir hasar bırakan bu öğretmen profili mi yoksa gerçekçi bir anlayışla doğruları haykıran böylesi bir öğrenci mi? Yoksa eğitimi pozitif ayrımcılıkla yeterince destekle(ye)men sistemler mi? Yanlışı kim başlattı?

 

Geniş Çerçeveli Bir Dil

Dil, sadece beş duyu organından biri değildir. Sınıf içerisinde yapıcı bir dil kurmak isteyen öğretmen, kendi gelişim çizgisi içerisinde ilkeli ve vicdani bir anlayış oluşturmak zorundadır.  Bu oluşumun içinde karakter geliştirme dili, rol model dili, beden dili, olumlu kişilik oluşturma dili vb. unsurlar bulunmalıdır. Çeşitli yaş gruplarının kendi içinde, eğitimcinin karakter ve davranış yansımasıyla oluşturmuş olduğu, kişilik gelişiminde önemli paya sahip böylesi bütüncül bir yapı yadsınamaz şekilde çocuğu hayata hazırlar. Özellikle ilkokul çağının temiz dimağlarında kalıcı izler bırakabilmek ve çocukların aileden/çevreden almış olduğu olumlu özellikleri pekiştirerek olumsuz özelliklere daimî bir ket vurma anlayışıyla hareket etmek için bunlar elzemdir. İster sınıf içerisinde var olan yapıyı geliştirmek için, isterse yıkılıp yeniden yapılması gereken yapılar için olsun fark etmez, tek gerçek var: İnsan yetiştirme! Bu insanı yetiştirirken gerek özel gerek toplu iletişimde öğrencinin geçmiş yaşantısı incelenmelidir. Bu da geriye dönük röntgencilik tarzında değil, bir yaşam analizi şeklinde olmalıdır. Öğrencinin okula nasıl geldiği, nasıl yaralar taşıdığı, hangi hikayeleri barındırdığı ona uygun bir ortam hazırlamak için gereklidir. Değilse ayakta uyumak deyiminin tam karşılığı olacak şekilde sınıf hayatını sürdüren bir eğitimci tembel ve pısırık nesiller yetiştirmekten çok da rahatsız olmayacaktır. Bu yolda eğitimcinin temel hedefi zihnini ve gönlünü eğitime adayabilmektir ki taze potansiyellerin farkında olsun. Anne ve babadan sonra potansiyel etkileyici güç olan öğretmenin aday potansiyelleri harcaması ve onlara göz yumması acınası bir durumdur.

Her öğrenci, varoluşunun gereği olarak belli bir aileden ve kültürden gelmektedir. İlkokula başlayana kadar ortalama yedi yıllık bir hazırlık sürecinden sonra öğretmenin tezgahına işlenmek üzere düşer. Farklı hikayeler/deneyimler biriktiren bir öğrencinin şabloncu bir öğretmenin eline düştüğünü görmek herhalde ebeveynler için katlanılması zor bir durumdur. Böyle bir süreci ve geçmişi önemsemeyen öğretmen, kendi geçmişinin körüklediği ve “korku kültürü” içinde cana değil yüze önem veren basit bir dikta anlayışıyla hareket eder. Monolog geliştirmekte usta, diyalog geliştirmekte acemidir. Yaşantısına vakıf olmadığı, hikayesine ortak olmadığı, geçmişine ve kültürüne saygı duymadığı bir öğrenciye böyle bir öğretmen yaşamın dilini ve anlamını nasıl öğretecek, söyler misiniz?

 

İki Yapı

Bütün dil yapılarıyla (olumlu/olumsuz) yeni bir sınıf inşa eden öğretmenin ortaya çıkardığı iki unsur göze çarpar. Bunlardan biri soruna çözüm sunan, diğeri de sorunun parçası olan zihniyettir. İkinci tip bireyler, korku dili ile yetişen ve zamanla güce tapan varlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendisinin değil, (kıyaslama yoluyla) başkalarının üstün olduğu hissine kapılan çocuklarda belli bir zaman sonra güce hükmetme, nefret ve ihtiras temel özellikler olarak dışa vuracaktır. Kısacası altta kalanın canının çıkacağı bir sistem! Böylesi bir sistemi oluşturan öğretmen ise emekliliğini bekleyen, öğretmenevleri ve benzeri yerlerde nafile yere ömür tüketen bir topluluğun yılmaz bekçileridir! Böyle bir profilden bahsetmişken yıllar önce bir televizyon konuşmasında Doğan Cüceloğlu’nun anlattığı olay aklıma geldi: “Konferans için bir ile gitmiştim. Öğretmenevinin üst katında kalıyordum. Odama çıkarken birinci kattaki tabelada yazan “Sosyal Kat” ifadesi dikkatimi çekti. Kapısında “Kitaplık” yazan odaya girdiğimde odada kimsenin olmadığını gördüm. Az ilerde “Sosyal Oda” tabelası asılı odaya girdim. İçeride, çoğunluğu erkek, emeklilik yaşındaki kırk kadar kişinin sanki ibadet ediyorlar gibi sessiz olması dikkatimi çekti. Herkes odaklanmış, bütün varlıklarıyla kendilerini okey oyununa vermişler meğer. Kimseyi rahatsız etmeden saygılıca çekildim ama içim cız etti.”Bunlar aynı zamanda şabloncu dediğimiz ve durmadan “Otur, kalk, sus, konuş” gibi hükmedici sözlerle muhatap edinmeye çalışan modellerdir. Bu modeller zihin ve gönül potansiyelini engelleyen güçlerdir. Birinci tip bireylerde ise hâkim olan kültür, sevgi dilidir. Bunlar ilk gördükleri andan itibaren birbirlerini tanımaya çalışan, karşısındakinin önce varlığına sonra kim olduğuna saygı gösteren, değiştirmeye değil geliştirmeye uğraşan, şikayetçi özelliklerden arınmış, “nasıl düzeltirim?” hedefine sarılan bireyler olarak yetişecektir. Hükmetme batağına saplanmadan yüceltme gayretiyle büyüyen bu bireyler, kendi konumunu değil çocukların geleceğini koruyan bir öğretmenin elinde müstesna bir yere sahip olacaklardır. Sevgi ve gönül diliyle muhatap arayan bu eğitimcilere şöyle seslenmek istiyorum: “Bu dünyadan başka dünyaların, çoğunluğun düşüncelerinden başka düşüncelerin, safsatacının akıl yürütme tarzından başka akıl yürütme tarzlarının da bulunduğuna hiç kuşku yok. O zaman, kim senin davranış tarzını sorgulayabilir? Gönül gözüyle gizli şeyleri görmekle geçirdiğin saatler için kim seni suçlayabilir ya da bitip tükenmez enerjinin dışavurumundan başka bir şey olmayan uğraşılarını hayatın harcanması olarak ayıplayabilir?”

Kalbe Girmek

Zihin bir araçtır. Bir öğretmen, zihnin ufkunu genişletmek ve emekleri zayi etmemek adına kalplere girmek zorundadır. Sonrası mı? Muhtevası tevazu, gayret ve gönül olan bir dil, ümit dolu nesiller vadeder. Sevilen öğretmen olmak, sevdirilen dersten daha mühimdir. Nöbetçi olduğu günlerde sınıfın kapısına gelip, elini arkaya atarak sınıftaki çocuklara “Öküzsünüz” deyip giden öğretmenin sahi ne geçiyordu eline? Sınıfa girdiğinde bütün çocukları kaldırıp, oturun anlamında “kıkk” diyen bir öğretmen, kendisine niçin böyle yaptığı sorulduğunda “Develer böyle oturtulur” cevabını veriyorsa ya da gürültü yapan sınıfa “Ahır milletinin insanları!” diye sesleniyorsa neyi tatmin ediyordu bu öğretmen? Sınıfa girer girmez çocukları deve yerine koymak, onları hayvanlarla eş değer tutmak ne acı! Bu örnekler, yukarıda bahsettiğimiz korku kültürü içinde gelişen yapıyla alakalı hep. Böylesi zihniyetlerin dilini bu seviyeye getiren neydi acaba? Burada sevgi yoktur, merhamet yoktur. Olsa olsa sadece bilgi vardır. Mesleği bilgi vermekten başka bir şey zannetmeyen öğretmen ise çocuklara ne verecek?

Eğitim ve öğretim şuuruyla hareket eden, bilgi yüklemekten ziyade gönülleri yüceltme ve sevgi toplumu oluşturma adına hareket eden, korku kültürü ve diliyle güce tapınan bireyler yetiştirmekten imtina eden eğitimcilerin gelişmesi dileğiyle…

 

Said CELAYİR

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir