Psikoloji Nedir?
Ben bilmediğimi bildiğim için,
diğer insanlardan akıllıyım.
Yunancadır. İki kelimeden oluşur… “Psyche” ve “logos”
Psyche: Nefes, ruh veya beyindeki düşünce demektir.
Logos: Belirli bir düzen içindeki bilgi demektir.
İkisi bir araya geldiğinde “ruh bilgisi” anlamın gelen bir terim oluşur.
Psikolojinin amacı canlıdaki duygu düşünce ve davranışları inceleyip onu düşünsel açıdan da tanımak ve bilmektir.
-Bu nasıl olur?
-Çok kolay…
İnsan konuşur… İnsan düşünür… İnsan ağlar… İnsan öfkelenir… İnsan unutur… İnsan bağırır… İnsan susar… İnsan korkar… İnsan sever… İnsan âşık olur… İnsan tiksinir… İnsan utanır… İnsan unutur… İnsan unutmaz…
İnsan beğenir… İnsan ezberler… İnsan bütün bu hareketleriyle aslında yazılı, sözlü ve beden dili olarak kendini anlatmaktadır.
*
Evet, aslında anlayana insanın gözü, kulağı, ağızdaki dili nice mesajlar verir…
Gözden akan iki damla yaş romanlara konu olacak kadar duygu çağrıştırır bazen ağlayan kimse konuşamasa da…
Yine insanın görsel hareketleri, hangi ruh halinde olduğunu gösterir…
Koşan biriyle parkta aheste gezinen aynı mıdır? Yürürken ikide bir ardına dönüp bakan… Başı öne eğik yürüyen… Hasretle dudağın dudağa, yanağın yanağa değmesi… Veya “ı-ıh” diyerek iki yana sallanan baştan yansıyan umutsuzluk…
Lokmaların ağızda büyümesi… Eğlencede iken bile düşünsel anlamda çoook uzaklarda olmak… Sevilmeden sevmenin dayanılmaz acısı… Ya da onu görünce cinlerin tepeye çıkması…
Elinde olta, balık avlamak… Otomobildeki oturuş… Okuduğu gazete…
Beğendiği kitap… Dinlediği müzik… Yaşadığı mahalle, tuttuğu takım…
Gezdiği tip…
Aslında hepsi birer kimliğidir insanın.
Ve her biri senin hangi ruh halinde olduğunu tanımlayan birer veridir.
İnsan genelde ilk bakışta anlaşılmaz. Biraz odaklanmak gerekir anlaşılması için… Örneğin hayal kuran birisi ancak dikkatle bakıldığında hissedilir. Rüya gören birisinin gördüğü rüyayı size anlattığı kadar anlarsınız. O ise o rüyayı nasıl gerçek yaşamıştır bir bilseniz… Kimi vardır roman yazar gibi anlatır rüyasını… Kimi var bir kelime edemez rüyasıyla ilgili…
Karnı aç olan kimsenin açlığını hemen fark edemezsiniz.
Yalan söyleyenin yalanını da…
Kimi seven vardır… O kadar çok sever ki… Dillendiremediği bu sevgisini “ondan nefret ediyorum” diyerek anar bazen…
[Eski zamanlarda bir küçük çocuğun annelik davası vardır. Anne olduğunu söyleyen iki kadın da hâkimin huzurundadır. Her ikisi de çocuğun kendisine ait olduğunu söylemektedir.
Şimdiki gibi DNA testi falan yoktur elbet…
Hâkim her iki kadını da dinler. Her ikisi de gözyaşları içinde “çocuk benim” diye yalvarmaktadır hâkime.
İşin içinden çıkmak güçtür… Sonunda hâkim bir yolunu bulur ve der ki:
—Anlaşıldı. Madem ikiniz de bu çocuğa bu kadar sahip çıkıyorsunuz. O halde çocuğu ikiye böleceğiz. Yarısı birinizde yarısı birinizde kalacak.
Bu karar üzerine çocuğun gerçek annesi ileri atılır. Der ki:
—Tamam Hâkim Bey. Ben yalan söyledim. Çocuk benim değil… Yeter ki kesmeyin onu…
Hâkim böylece çocuğun gerçek annesinin kim olduğunu anlamıştır.
Nasıl mı?
Çünkü gerçek anne, “aman çocuğum kesilmesin de benim yanında olmasa da olur” diyecek kadar çocuğunun canını düşünmektedir.]
Yukarıda anlatılanlar insanların doğrudan veya dolaylı davranışlarını içerir.
İnsanın ruh halini ele verir.
İnsan, doğası gereği tek başına yaşayamaz… Onun için “yalnızlık Allaha mahsustur” derler…
İnsan doğumundan itibaren önce ailesiyle, sonra arkadaş çevresiyle sonra okul ve iş çevresiyle vb. halka halka genişleyen bir tanıdık bildik ortamlar oluşturur…
Bu süreçte tanıdık tanımadık kendisiyle ilgili ilgisiz nice insanla da iletişim halindedir…
Berberini tanıyabilir insan veya kuaförünü… Ama marketteki kasiyer onun için sadece alış veriş anında belki de hiç konuşmadan iletişim kurduğu bir insandır.
Okulda öğretmeniyle dersi kadar konuşurken sınıf arkadaşıyla duygusal ilişkiye kadar uzanabilir iletişim.
Sinemaya gittiğinde biletçi hiç ilgilendirmez onu “bir bilet verir misin” der geçer. Veya kadife sesini dinlerken duygulandığı şarkıcının şu an nerede olduğu hiç aklına bile gelmez. Ya da şarkısını değil de kendisini hayal eder nice fantezilerle…
İnsan bu şekilde gün içinde yüzlerce kimseyle görüşmüş olabilir. Ama içlerinden kimisi en yakınıdır. Kimi sevdiğidir. Kimi hayatında bir daha hiç görmeyeceği bir kimsedir. Kimi görüşmek zorunda kaldığıdır… Kimi bir dahaki sefere görüşmek üzere not aldığıdır. Kimi hayat boyu unutamayacağı derecede olumlu veya olumsuz etkilendiğidir.
[Derler ki insanlar üçe ayrılır.
Kimi ekmek gibidir her daim ararsın.
Kimi ilaç gibidir lazım olduğunda ararsın.
Kimi virüs gibidir aramasan da o gelir seni bulur.
Sen ilaç gibi olmaya dikkat et…]
Bu örnekleri sonsuza kadar uzatabilirsiniz.
İnsanın diğer insanlarla iletişim trafiğini beynimizdeki normal trafik örneğiyle canlandırmaya çalışalım.
*
İnsanlar da trafikteki araçlar gibidir. Hem kendisi hareket halindedir. Hem diğer araçlar… Peki, trafikte istenen nedir?
Kaza yapmadan yoluna devam etmek. Bunun da en akıllı yolu trafik kurallarına uymak.
Örneğin “işim çok acele” diye kırmızı ışıkta geçemezsiniz. Ya da canınızın istediği yere park edemezsiniz. Klakson çalınmaması gereken yerde çalamazsınız…
[Kırmızı ışıkta durmayıp geçerken polis durdurmuş sürücüyü ve sormuş:
—Kırmızı ışık yanıyordu görmedin mi?
Sürücü boynunu büküp cevap vermiş:
—Gördüm de memur bey, sizi görmedim.]
Kısaca, kurallara uymak zorundasınız… Uymadığınız takdirde sonuçları bellidir.
İnsanlar da toplumda yaşamak zorunda olan birer bireydir. Her bireyin kendi yaşayış tarzı vardır elbet. Ama aynı zamanda binlerce kendine özgü birey bir diğer kendine özgü bireyle görüşmek konuşmak, tanışmak, alış veriş yapmak vb. durumundadır.
Dolayısıyla bu hayat yolunda herkes birbirine asgari oranda saygı ve sevgi göstermek zorundadır. Derler ki:
“Herkesi sevmek zorunda değilsiniz ama herkese saygılı olmak zorundasınız.”
*
En başta aile içinde başlar birbirine saygı sevgi konusu… Aile içi iletişim o bakımdan çok önemlidir.
Sonra gittiğiniz her ortamda, karşılaştığınız her yeni kimseyle iletişiminiz belirli kurallar içinde olacaktır… Olmalıdır.
Trafikte nasıl ki araçların kaza yapma riski varsa insanların da hayat yolunda hayal kırıklığına uğrama riski vardır.
Dikkat ederseniz bunları hemen fark edersiniz.
Kendini karşısındakine anlatamayan ya da anlaşılmayan, sevgisini veya öfkesini ifade edemeyen, hayatı kendine stres yapan, içinden çıkamadığı sorunların altında kalan, tek başına üstesinden gelemediği sorunlar sebebiyle yaşamaktan zevk almayacak kadar karamsarlığa gömülüp içine kapanan ve hatta hayatından bile vazgeçmek isteyen kimseler vardır. Bunlar trafikte kaza yapmış kimse gibidirler.
*
Kendilerine göre çözümsüzlük yaşarlar ama aslında onların imdadına yetişen bir pozitif bilimdir işte psikoloji. Diğer bir tanımlamayla psikologlar bu kimselerin tekrar hayata kazandırılması konusunda uzmandır.
Halk arasında şehir efsaneleri dolaşır:
“Ben deli miyim de psikologa gideceğim!” der kimileri…
“İnsan bilmediğinin düşmanıdır” dedikleri şey tam da budur işte… Oysa kendisi hayat yolunda bir tıkanma yaşamıştır… Kaza yapmıştır veya yapmak üzeredir. Ona yol gösterecek bir trafik polisi gibidir psikolog… Alacağı psikolojik bir destek ile tekrar hayatta o eski mutlu günlerine kavuşacaktır.
Bütün bu muhabbetten sonra psikoloji bilimine kuşbakışı da olsa şöyle bir göz atalım mı?
Haydi atalım…
*
Nedir psikoloji?
İnsan ve diğer canlıların iç ve dış çevrelerindeki gözlenebilen veya ölçülebilen davranışlarını bilimsel olarak inceleyen bilim dalıdır.
“Davranış” derken hem dışarıdan görülebilen hareketler hem de – düşünsellik yani idrak, düşünme, fikir yürütme, hayal kurma gibi- beyinde geçen eylemler birer davranış biçimidir.
Beyindeki bu tür aksiyonlar ve zihinsel faaliyetler, canlının açık davranışlarının belirli bir şekilde sistemli olarak takip edilmesiyle ve beden diliyle anlaşılır.
Psikoloji insandaki tüm değişkenlikleri inceleyen bir bilimdir. Bu bakımdan fizyoloji ile de, antropoloji ile de, sosyoloji ile de yakından bağlantılıdır.
ARADIĞIM KİTAP İŞTE BU, Erdinç Üstündağ
Psikolojik Danışman ve Kişisel Gelişim Uzmanı