İDRİS GÖKALP

Seyyid Kutub’un “Ruhun Tesellileri” Adlı Eserinden

Seyyid Kutub’un “Ruhun Tesellileri” Adlı Eserinden

Canım kardeşim, bu nasihatler bir armağandır benden sana…

Zihnini bulandıran o ölüm mefhumunu her şeyin ardında ve her mekanda yanılsamaktasın. Onu hayata ve mahlukata gölge düşüren ezici bir güç bellerken hayatı ise onun yanında öyle korkmuş, yüreği ağzında ve zavallı olarak görmektesin.

Oysa ben ölümü, dolu dizgin ve çağlayan bir hayatın gücü yanında ancak hakir ve güçsüz olarak müşahede ediyorum. Aslında o (ölüm), azık diye hayat sofrasından düşen kırıntıları toplamaktan başka neredeyse hiçbir şey yapmıyor… Hayat ki, ölümü hissedemeyecek kadar coşkun, canlı kanlı çağlayarak seyrediyor akışında…

Güneş doğuyor ve batıyor, dünya kendi etrafında dönüyor, her yerden hayat fışkırıyor adeta. Her oluş bir adım öteye gideduruyor niteliği ve niceliğince, çeşidince hatta adedince. Bir şey yapabilseydi şayet ölüm, hayatın gelgiti dururdu zaten. Ancak O, hayatın doludizgin çağlayan coşkusunun yanında sadece bir zavallı…

***

Hayat, geçirdiğin seneler kadar değil, yaşadığın duygular adedincedir ancak. Hani realistlerin bir yanılsama addettikleri o duygular… Oysaki bu gerçeklik, yani duygular, diğer tüm gerçeklerden daha gerçektir. Çünkü hayat, insanın yaşamaya dair hissetiklerinden başka bir şey değildir. Bir insanın yaşama dair hissettiği duygulardan soyutlanması, aslında hayatın  bizzat gerçek manasından soyutlanması demektir. Ve insan ne zaman duygularını misliyle hissetse, işte ancak o zaman tam anlamıyla dolu dolu bir hayat yaşamış olur. 

Aslında mesele o kadar açık ki, pek fazla söze de gerek yok.

Diğerkâmca yaşadığımız vakit kendi hayatımızı da misliyle yaşamış oluruz. Başkaları için hissettiklerimizi ziyadeleştirdiğimiz kadar kendi hayatımıza dair hissettiklerimizi de ziyadeleştiririz aslında. En sonunda ise hayatın kendisini ziyadeleştiririz.

***

İnsanların içlerindeki güzel yanlara temas ettiğimiz vakit, orada ilk bakışta fark edilemeyecek birçok iyilik buluruz. Bunu bizzat deneyimledim ben, birçok kez hem de. Hatta ilk bakışta birer duygu yoksunu yahut şeytan misali görülenlerde bile. Onlar dahi, hatalarına ve aptallıklarına karşı bir parça şefkat, kendilerine gösterilen bir parça içten sevgi, gayretleri ve endişeleri için samimi birer parça ilgiye muhatap olduklarında bir de bakarsın ki sana açılan bir muhabbet kaynağı sudur etmiş onlarda. Ki onlar kendi ruhundan samimi, güvenilir ve ihlaslı bir hissiyatla, azıcık da olsa verdiğinin bir karşılığı olarak sana, sevgilerini, muhabbetlerini ve güvenlerini bahşederler. 

Kötülük, insanların ruhunda kimi zaman tasavvur ettiğimiz kadar derin değildir. O, yalnız insanların kendisiyle hayata karşı mücadele ettikleri sert bir kabuğun içindedir. Güvende hissederlerse eğer bu sert kabuk öyle tatlı öyle enfes bir meyveye gebedir ki, doğuverir kabuğundan. İşte bu meyve, insanların kendisi yanında güvende ve mesrur hissettikleri ve yine onun yanında acılarına, çekişmelerine karşı hatta hatalarına ve aptallıklarına bile  içten bir şefkat bulacaklarından emin oldukları kişiler için yeşerir. Bir parça gönül genişliği, ilk bakışta tüm bunları gerçekleştirmeye kefildir, birçoklarının umduğundan daha kolay kılar meseleyi. Bunu bizzat deneyimledim ben, bizzat kendim…  Kulak ver, çünkü bu söylediklerim, hayaller ve evhamlardan doğmuş içi boş sözlerden çok uzaktır.

***

İnsanlardan kendimizi soyutlarız, çünkü ruhumuzun diğerlerinden daha temiz, nefsimizin daha hoşgörülü, kalbimizin daha berrak ya da aklımızın daha keskin olduğunu düşünürüz. Oysaki, kendimiz için en kolay ve zahmetsiz yolu seçerek çok da erdemli bir davranışta bulunmayız. 

Asıl erdem, onların eksikliklerine, zayıflıklarına ve hatalarına karşı şefkat dolu ve hoşgörülü bir ruh ile bu insanlar arasına karışmaktır. Ve yine, gücümüz yettiğince, bu insanları (kötülüklerden) arındırma ve aydınlatmaya yönelik güçlü bir arzuya sahip ruh ile onları kendi seviyemize yükseltmeye gayret etmemizdir…

***

Hakikati anlamak ile onu idrak etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Hakikat, ilimdir. İdrâk ise, marifettir. İlkinde, kelimeler ve soyut kavramlarla yahut yarım kalmış deneyimler ve sonuçlar ile hakikati anlamaya çalışırız. Hakikati idrak etmek söz konusu olduğunda ise külli idrak ve canlı tepkiler ile muhatap oluruz. 

İlkinde, hakikati anlamak uğruna elde edilen bilgi, bize dışarıdan gelir. Akabindeyse, bu bilgiler, zihnimizdeki diğer bilgilerden temayüz eden önyargılar olarak yer eder. İkincisinde ise hakikat, bizim derinliklerimizden fışkırır. Ve damarlarımızda akan kan, oradan akar. Kalp atışlarımızı takip ederek bir ahenk içinde dolaşıverir vücudumuzda. 

Hakikati, idrakten yoksun şekilde anlamaya çalıştığımızda, her şey başlıklarla, sınıflandırılmış halde ayrışmış şekilde karşımıza çıkar. İlim mefhumu, ve altında onun başlıkları, ki bu da çeşit çeşittir. Din mefhumu ve altında onun bablarına dair başlıklar… Sanat mefhumu, yine onun altında yöntem ve yaklaşımlarına dair başlıklarla karşılaşırız. Ancak hakikati idrak etmek meselesinde ise, o en büyük kozmik güce bağlı olan tek bir güç ve akan bir dere vardır ki hakiki kaynağa doğru seyreder.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir