Sosyal Medya ve İletişim Psikolojisi 2. Bölüm

Sosyal Medya ve İletişim Psikolojisi

2. BÖLÜM: İletişim, Din ve Hayat

 Bireyler Arası İletişim, Tanımı ve Önemi

Sosyal hayat içerisinde kişiler arası iletişim yöntemlerine başvurmadan gerçekleştirilecek profesyonel bir iletişim biçimini düşünmek oldukça zor. İletişim kazalarını engellemek, mevcut sorunları çözümlemek ve devamlı olabilecek bir etkileşim içinde olmak için kişiler arası iletişim metotlarından faydalanmak gerekir. Şüphesiz bu yöntemler kültürden kültüre değişkenlik gösterebilir. Ancak en basit anlamıyla, gülümsemek, paylaşmak ve ön yargıyla hareket etmemek gibi başlıca davranış kalıplarının bütün toplumlarda ortak değerler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bir bakıma evrensel değerler olarak da nitelenebilecek bu temel ilkeler, farklı dinlerce de sağlıklı insani ilişkiler için zorunlu olarak görülmüş ve vaat edilen sonsuz hayatta da mutlu olmanın ön şartlarından kabul edilmiştir. İletişim, insanlar arasında bir kanal aracılığıyla bilinçli ya da kazara oluşan mesaj alışverişi ya da anlam ve değer paylaşımı olarak tanımlanmıştır.

Kişinin kendisiyle, iletişimi, grup iletişimi, kültürler arası iletişim, kitle iletişimi, siyasal iletişim, sağlık iletişimi, kamu iletişimi, diplomatik iletişim, uluslararası iletişim ve pazarlama iletişimi gibi pek çok çeşidi vardır. Bunların tümünün tanımını vermeden birkaçına değinebiliriz. Örneğin, kitle iletişimi, bilginin radyo, televizyon, gazete, internet gibi kitle iletişimi araçlarıyla heterojen bir dinleyici bütünlüğüne, aktarılması olarak tanımlanmıştır. Siyasal iletişim, bir siyasal yaklaşım ya da organizasyonun var olduğu siyasal sistem içinde toplumsal desteğini sağlamak ve iktidar olabilmek için zaman ve konjonktürün gereklerine göre reklam, propaganda ve halkla ilişkiler tekniklerinden yararlanarak sürekli biçimde gerçekleşen tek veya çift yönlü iletişim çabası olarak açıklanmıştır. Toplumsal, bireysel ve iletişim çabası olarak açıklanmıştır. Toplumsal ve siyasal gündemle ilgili olarak farklı zamanlarda farklı iletişim türleri öne çıkıyor olsa da, günümüzde mesaj ve anlam paylaşımından çok, özellikle küresel ve politik tartışmalar nedeniyle iletişim, ideolojik ve siyasal algının aktarıldığı sürecin kendisi olarak tanımlanmıştır.

Bu nedenle iletişimin toplumsal ve varoluşsal anlamda önemini vurgulayan ŞEEM, tecrübenin aktarıldığı tek kanal olması nedeniyle iletişimi, sosyal hayatın devamını sağlayan unsur olarak görür. Çünkü insan, iletişim kurmaya çalışırken bilgiyi, birikimi, düşünceyi ya da bir davranışı karşısındakiyle paylaşmaktadır. Kaynak, ileti ve alıcı gibi temel üç ögesi olan iletişim, sadece bireyler arası ilişkiyi değil, bu ilişkiler arasındaki bağlantıyı da temsil eder. İletişim kavramının öncülerinden olan ve ismi bir iletişim modeline verilen Laswell’de, iletişim eylemini en iyi biçimde tanımlayabilmek için, kimin, kime, hangi kanalla ne söylediği ve nasıl etkide bulunduğunu bilmek gerektiğini belirterek iletişimin her bir ögesinin ayrı ayrı önemine atıfta bulunmuştur. Kişiler arası iletişim ise çok farklı biçimlerde tanımlanmış, bu türde etkileşim içinde olan bireylerin sayısının önemli olduğu vurgulanmıştır. Bir veya birkaç kişi arasında karşılıklı anlayışı hayata geçiren fikir ve duygu alışverişi olarak tanımlanmış olsa da, Miller ve Steinberg, kişiler arası iletişimi mekansal yakınlıkla da ilişkilendirerek onun bireylerin birbirine anlık geri dönüşte bulunabilmesi için ve birkaç histen birden faydalanılarak kurgulanan bir etkileşim olduğunu belirtmişlerdir.

Kişiler arası iletişim bu nedenle yakın çevredeki bireyleri kapsamakta ve aynı zamanda çeşitli duygu ve hedefleri gerçekleştirmek için, etkileşim içinde bulunmak olarak tarif edilmektedir. Yani iki bağımsız birey arasındaki mesaj alışverişi olduğu belirtilse de, gündelik merhabalaşmanın ve kısa hasbihalin ötesini ifade etmektedir. Taraflar arasında aktarılan iletilerin içeriği, kalitesi ve daha ileri düzeyde iletişimin oluşabilmesi için bireylerin tatminini de içeren kişiler arası iletişim, böylece kabul edilen toplumsal norm ve değerlerin etrafında şekillenmektedir. Dolayısıyla bireyler arası paylaşımın etkilendiği çok yönlü bileşenler olsa da, fikir alışverişinin dayandığı temel iki unsur vardır. Bunlardan biri bilgi ve gerçeklikler, diğeri de değer ve duygulardır. Paylaşımın ana unsuru olan bilgi ve değerler, kültürel birer öge olarak nesilden nesile aktarılmakta, böylece bireyler arası ilişkileri ve sosyal hayattaki iletişimi etkilemeye devam etmektedirler.

Zamanın değişimi ile değerler değişime uğramış olsa ve bazen istismar edilse de, genel anlamda, medeniyeti, kültürü, düşünsel gelişimi ve toplumsal tecrübeyi geliştiren normlar, kurallar olarak göze çarpmaktadırlar.

İnsan, İletişim ve İslam

İslam’ın kişiler arası iletişime dair yaklaşımı, insanı sosyal bir varlık olarak kabul etmesiyle yakından ilgilidir. Birey, sosyal çevresi ile iletişim kurmadan, yaşamı içindir. İletişim kurmadan, yaşam için gerekli ihtiyaçlarını temin edemez olarak kabul edilmekte, bu nedenle, kulların içinde olmakla tavsiye olunmaktadır. Ancak bu birliktelik ve işbirliği, iyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın ayetinin işaret ettiği gibi, sadece hayırseverlik ve fayda üzerinde kurgulanmakta ve toplumsal çevrenin salih insanlardan olması gerektiği öne çıkarılmaktadır. Bu bağlamda, ayette, cennete girmenin öncelikli şartının iyi insanlardan olmak olduğu vurgulanmıştır. Çünkü kendisine mensup her bireyi, çevresine faydalı olmak ve iyiliği anlatmakla görevli kılan İslam dini, bunun için kişinin önce kendisinin iyilerden olmasını tavsiye eder.

Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir diyerek, ibadetin kişisel hayatta olumlu davranışlar kazanması gerekmektedir. Bakara suresi 177. ayetin meali şöyledir. “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmenizden ibaret değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlükleri için, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlükleri için, kölelere verenlerin, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların da ta kendileridir.”

İslam’ın temel beş şartından dördünün, namaz, oruç, zekat, haç, kişiler arası iletişimin güçlenmesi, ve dayanışmanın artırılmasına dair mesajlar içerdiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Namaz, her seviyeden insanla birlikteliğe ve tanışmaya, oruç, sosyal çevremizde yaşayan farklı durumlardaki insanları anlamaya ve paylaşmaya, zekat, yardımlaşma ve fedakârlığa ve hacc, sadece yerel değil ama gerektiğinde evrensel değerlere uygun bir iletişim tarzı geliştirmemiz gerektiğine dair ipuçları içermektedir. Söz konusu kişiler arası iletişime dair verileri, böylece hem İslam’ın kitabı olan Kur’an’da, hem de İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in hayatında bulmak mümkündür.

Hz. Peygamber, hem yaşam biçimiyle, hem de arkadaşlarına aktardığı vaazlarla, toplumdaki iletişimin ve bireyler arası etkileşimin nasıl olması gerektiğine dair detaylar vermiştir. Peygamberin özellikle komşularla ilişkilerin yapılandırılması için, aslında İslam’ın kişiler arası iletişimi nasıl inşa ettiğine işarettir. Komşunuz borç isteyince veriniz. Yardımına koşunuz. Hastalanınca ziyaret ediniz. Kederli anlarında teselli ediniz. Maddi sıkıntılar içine girince onu kollayıp gözetiniz. Mutlu günlerinde sevincine, kederli günlerinde üzüntüsüne ortak olunuz. Ölünce cenazesine eşlik ediniz. İzni olmaksızın evinin bitişiyle, rüzgarını kesecek şekilde yapılaşmaya başvurmayınız. Onu bezdirmeyiniz. Yemeğinizden paylaşınız ve meyvelerinizden hediye ediniz. Dinin hayatı çevreleyen kurallar bütünü olarak düşünüldüğünde bireyler arası, sosyal ve siyasal İslam, toplumların ve kişilerin ekonomik, sosyal, kültürel, yerel ve uluslararası ilişkilerin yürütülmesi adına, şeffaflık, nezaket, hoş sözlülük gibi temel bazı ilkeler hususunda, rehberlik yaptığını görmekteyiz. Söz konusu iletişim türlüğünün hareket noktası olan, kişiler arası iletişimin etkinliği ile ilgili birçok unsuru, peygamberi yaşamda ve Kur’ani ölçülerde bulmak mümkündür. İnsanları kavli hasen yani en güzel sözü söylemeleri konusunda uyaran Kur’an, kendisini merhamet ve huzur kaynağı olarak ifade etmekte ve adaletsizliğin hüsrana yol açacağını söylemektedir.

Bu nedenle İslam’ın ilettiği iletişim stratejileri sadece Müslümanlara değil, onların beraber yaşadığı bütün dini, kültürel ve etnik gruplarla münasebeti kapsamakta ve ilişkileri barış, eşitlik, adalet, kardeşlik ve huzur üzerine kurgulamaktadır. İletişim terminolojisindeki tanımı gibi, İslam’da da bireyler arası iletişim ya da sosyalleşme, özgür, şeffaf ve samimi bir ortamda fikirlerin, kaygıların, çıkmazların ve bunlara yönelik çözümlerin paylaşılmasını ifade eder. Literatürde kişiler arası iletişime dair yakın anlamlı ve fakat farklı kelimeler kullanılsa da, dinî deneyimde iletişim kazalarını önlemek amacıyla vurgulanan tutumlar, karşılıklı saygı, güven, öfke kontrolü, dikkatli bir dil kullanımı, sabır, metanet, ağırbaşlılık, fedakârlık ve diğerkâmlık olarak öne çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında aslında, İslam’ın daha Kur’an’ın indirilişi sürecindeki Allah, Vahiy meleği Cebrail ve Hz. Muhammed arasındaki görüşmelerde, iletişimin bütün ögelerinin kaynak, ileti, kanal, alıcı, geri dönüt, etkin bir şekilde tecrübe edildiği gerçeği ile karşılaşılmaktadır.

Allah ve Hz. Peygamber arasındaki iletişimin temelinde, anlaşılma, anlatma, ve açık bir biçimde diğer insanlara aktarma motivasyonlarının olduğu görülmektedir. Bu ilişkide Kur’an’ın, iletişimin bütün taraflarının ve unsurlarının önemini vurguladığı çıkarımını yapmak yanlış olmayacaktır. Ayrıca vahiy esnasındaki iletişim, mesajın açık bir dille iletilmesini, alıcının dikkatle ve sabırla dinlenilmesini ve onun anlayacağı bir üslup edinilmesi gerektiğini salık vermektedir. Diğer yandan, Kur’an kendisini, biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, müslümanlara bir müjde olarak indirdik ayeti ile, açıklayıcı olarak nitelendirir. Biz onu anlayasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak indirdik ayeti ile de, anlaşılır bir biçimde olduğunu ifade ederek, iletişim sürecinde, konuları muhatapların tatmin olacağı biçimde detaylandırmanın, ve kullanılan ifadelerin açık olması gerektiğini vurgular. Bu anlaşılırlık, iletişim ögelerinden olan mesaj ya da iletinin karmaşıklığını ortadan kaldırır.

Aslında kaynak ve alıcı arasındaki, duygusal ve fikri alışverişin güçlü bir şekilde formüle edilmesi gerektiğini belirtir. Bu nedenle, Kur’an bağlamında kurulacak cümlelerin ve yararlanılacak iletişim stratejilerinin, çok yönlü ve evrensel olması gerektiği ortaya çıkar. Hz. Muhammed (sas) , herkese meşrebine göre konuşun tavsiyesiyle, özellikle kişisel ve küçük gruplarla etkili iletişimde, sosyal, etnik, kültürel ve bireysel çevrelerine dikkat edilmesi gerektiğini söyler. Diğer bir hadisinde Hz. Muhammed, biz peygamberler topluluğu, daima insanların seviyelerine inmek ve onların anlayabileceği şekilde konuşmakla emrolunduk diyerek, yine muhatabı dikkate almanın öneminden bahseder. Bu çerçevede özellikle, siyasal ve toplumsal iletişimde ya da evrensel hususların öne çıkarıldığı konuşmalarda, herkesin anlayabileceği bir tarzda, duyguyu anlatabilen bir üslüpla iletişimin desteklenmesi gerekmektedir ki, Kur’an’ın bütün insanlığı muhatap kabul etmesi bu nedenlidir. Kur’an’ın iletişimde anlaşılır olmayı öne çıkardığı başka örnekler bulmak mümkündür.

Kur’an, özellikle o zamanki Arap toplumunun anlayabilmesi ve sonraki çağlarda okumayı daha ilk defa öğrenenlerin dahi kavrayabilmesi için, dine ait terimleri somutlaştırarak anlatmayı tercih etmiş, ayrıca ikna edici bir ton kullanarak soru içeren bir karşı koyuş tarzıyla okuyucudan kıyaslama yapmasını istemiştir. Mesela, yeniden dirilmeyi haşri anlatırken başvurduğu yöntem buna örnektir. Tohumun topraktan çıkıp meyve veren bir ağaç haline gelmesi sürecinden bahseden Kur’an, aynı ağacın tekrar yapraksız ve meyvesiz kaldığını, fakat daha sonra mevsiminde yeniden canlandığını anlatır. Bundan yola çıkarak insan bedeninin de toprakla buluştuktan sonra, sorgulanmak ve dünyada yaptığı iyiliklerin karşılığı olarak cennet ve diğer nimetlerle ödüllendirilmesi için yeniden dirileceğini söyler. Araf Suresi 57 ve 58. ayetlerin meali şöyledir. “Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen O’dur. Sonunda onlar, o rüzgârlar, ağır bulutları yüklenince onu ölü bir memlekete sevk ederiz. Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Herhalde bundan ibret alırsınız. Rabbinin izniyle güzel memleketlerden, memleketin bitkisi güzel çıkar. Kötü olandansa faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir kavim için ayetleri böyle açıklıyoruz.”

Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in öğretileri, iletişim aktörlerinden özellikle kaynağın tutum ve söylem biçiminin altını çizer. Eğitim seviyesi ya da birikimi ne olursa olsun, alıcının iletilen mesajı anlaması gerektiğini vurgular. Yine bu çerçevede, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin konuşma üslubundaki belirgin özelliklere bakmak gerekir. O, sözü daha iyi anlaşılsın diye üç defa tekrarlardı. Konuşurken tane tane konuşur, tonlamasıyla ve akıcılığıyla hayran bırakırdı. Muhatabının konuyu anlaması için gerektiğinde tekrar ederdi. Anlayıp anlamadığını teyit etmek için bazen de soru sorardı. Uzun uzun konuşarak insanları sıkmazdı. Veciz ve öz olmaya gayret gösterirdi. Ses tonunun dozunu dikkatli bir şekilde ayarlar, muhatabının durumuna göre sesinin seviyesini belirlerdi.

Fakat bütün bunları yaparken, sözüne yalan katmazdı. Hileye başvurmaz, muhatabını incitmez ve küçümsemezdi. Allah’ın elçisinin aktarılan bu söz-söyleme biçimi, bize, karşımızdakiyle iletişim kurarken muhatabın anlama kabiliyetini sadece zihin ve idrak kapatır, ama bu anlama kabiliyetini kastetiyle ölçmememizi söyler. Aksine iletişim kurulan kişinin sosyal çevresini, psikolojik yapısını, konuşulan konuyla ilgili muhtemel duygularını, düşüncelerini, anlam dünyasını ve kültürel dinamiklerini de hesaba katmamız gerektiğini belirtir. Ayrıca iletişim esnasında yanlış anlamaya neden olabilecek, sözcük, mimik ve beden dilinden uzak durulması gerektiği, Hz. Peygamberin halifelerinden, Hz. Ömer’in, kim kendini töhmet altında kalacak bir konuma sokarsa, kendisine suizanda bulunanları kınamaya hakkı yoktur cümlesinden anlaşılabilmektedir. Hz. Ali de, nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin, zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur diyerek, sözün sıcak ve anlamlı olması gerektiğine vurgu yapar. Bireyler arası iletişimde en sık karşılaşılan sorunlardan birinin, kesin bilgiye dayanmayan yargının olduğu gerçeğidir.

Özellikle hassas ya da menfaat çakışması ihtimali olabilecek ilişkilerde, ön yargı daha sık görülmektedir. Öyle ki gruplar arasında veya iki kişi arasında gelecekte oluşabilecek muhtemel olumsuzluklara ait kaygılar, bireyi gerçekten yapması gerekenden uzaklaştırmakta ve zamanla, dini terminolojideki karşılığıyla oluşan bu vesvese, psikosomatik rahatsızlıklara neden olabilmektedir. Söz konusu ön yargıların altyapısında da, genelde kişinin kendi yapısından kaynaklanan alınganlık ve daimi olarak seyreden bir suizanna, yani yanlış anlamaya, yanlı düşünceye eğilimli olma halidir. Bunun genelde kişilik yapısıyla ilgili bir sorun olduğu düşünülse de, iletişimde bütün tarafların kendilerini yanlış anlamaya neden olacak tavır ve söylemlerden uzak tutması gerekliliği, sağlıklı bir iletişim için zaruridir. Öte yandan, muhatabı yanlış anlamaya sevk etmeme çabası, İslam’da olumsuzluğu, kötülüğü daha baştan engellemek manasına gelen sedd-i zeraî ilkesiyle de örtüşmektedir.

İslamî bir kişiler arası iletişimin özellikleri

Daha önce aktardığımız dinî anlatımlar çerçevesinde, İslam hem Kur’ânî anlatımda hem de Hazret-i Peygamber’in davranışlarından, ve sosyal çevresiyle ilişkilerinden yola çıkarak, kişiler arası iletişimin başarılı bir biçimde kurgulanması için kayda değer yöntemler aktarmaktadır. Kur’ân’ın kişiyi topluluk içinde konumlandırması ve Hazret-i Muhammed Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem’in ibadethaneleri bireysel ve toplumsal sorunların konuşulduğu bir sosyal etkileşim mekânı olarak organize etmesi, söz konusu İslamî kurgunun temel nedenleri arasındadır. Toplumun, tecrübenin paylaşıldığı, birikimle değiştirildiği ve yaşanmışlıkla korunduğu bir iletişim ve ilişki formu olarak düşünüldüğünde, bir kurallar bütünü olarak da insan hayatı üzerinde etkili olan dinî öğretilerin, bu toplumu oluşturan bireyler için etkili iletişim modelleri sunmuş olması üzerinde durulmalıdır. İslamî bir kişiler arası iletişim modelinin özellikleri, bu çalışmanın sınırlılıkları kapsamında şu şekilde formüle edilmiştir.

Muhatabın kişiliğinin çok yönlü bir yapıdan oluştuğunu bilmek. Dinî kültürün daha baştan her canlıya, Yaradan’la ilişkisi bağlamında bakması, aslında iletişimin hangi temel üzerine ve nasıl kurgulanması gerektiğini anlatır. En yüce varlık olan Allah’ın, en güzel biçimde yarattığı insanla iletişim kurulurken, bu üstün varoluş biçimini dikkate alarak iletişim planlanmalıdır. Çünkü âyetteki, en güzel yaratılmışlık, sadece fiziksel özellikler değil, duygusal, çevresiyle uyum içinde olmaya uygunluk, hayatın şartlarıyla mücadele etmeye elverişlilik ve kendisine yöneltilen sorumlulukları taşıma kabiliyetini de kapsar. Dolayısıyla insanı, dinî kaynaklardaki şekliyle tahayyül eden birey, etrafındakilerle iletişim kurarken, önce muhatabının kıymetini bilecektir. Daha sonra, her bir insanın yaratılış özellikleriyle, farklı yapılarda olduğu ön bilgisiyle davranarak, her zihin dünyasının, başka bir evren taşıdığı düşüncesiyle hareket edecek ve böylece iletişimi saygı temeliyle kurgulayacaktır.

Hatayı gizlemek, hoşgörülü olmak ve uyarıyı kırmadan yapmak

İkili ilişkilerde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de, hataların gün yüzüne çıkarılması ve hata sahibinin dışlanarak, kendini kötü hissetmesine neden olmaktır. Hz. Muhammed ise, arkadaşları ile iletişiminde onları mahcup etmemeyi esas almıştır. Küçük bir topluluk olan Mekke ve Medine yaşamında, hatalar hızlıca fark edilebiliyordu. Ancak Peygamber, kişilerin suçluluk psikolojisine sarılmaması için, suç sahibinin yanlışını direkt yüzüne vurmaz, topluluk içinde genel bir hitap tarzı seçerek, o kişinin anlamasını, ve kendisini sorgulamasını isterdi. Diğer yandan arkadaşlarına da, Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın ve bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse, kıyamet günü de Allah onun ayıbını örter tavsiyeleri ile, insanların kusurlarını örtmelerini ve toplum içinde ifşa etmemelerini tavsiye ederdi. Söz konusu tavra örnek olarak aynı zamanda, Peygamberin hayatından şu kesiti aktarmak mümkündür. O dönemlerdeki imamlardan biri, namazları çok uzatarak, cemaatin işlerinin gecikmesine neden olur.

Bunun üzerine arkasında namaz kılanlar, neredeyse cemaati terk edecektik diyerek, Peygamber’e serzenişte bulundular. Elbette imamın o küçük toplulukta kim olduğu biliniyordu. İbadetin sosyal hayatı sekteye uğratacak biçimde uzatılmaması gerektiğini ifade eden, Hz. Muhammed , imamı direkt çağırıp mahcup etmek yerine, umumi bir uyarıyı yeylemiş ve şöyle demişti. Ey insanlar! Ne oluyor sizlere ki insanları nefret ettiriyorsunuz? Sizden kim imam olursa, namazı hafif kıldırsın. Çünkü onların içinde ihtiyar, zayıf ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır.

İnsanların kusurlarını araştırmamak, tecessüsten uzak durmak

Özellikle menfaat çatışmasının olduğu için, insanlar çeşitli emellerine ulaşmak için birbirlerinin kusurlarını aramakla meşgul olabilmektedirler. Sadece menfaat çatışması değil, olumsuz düşüncenin zihni sardığı her anda aynı anlamsız tutum sergilenebilmektedir. Türkçe’de kullanılan casus kelimesiyle aynı kökten gelen tecessüs, bir şey ya da kişi hakkında olumsuz yön, kusur ya da onun gizli tarafını araştırmaktır.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde de aynı kelime kullanılmaktadır. Bu bağlamda İslami kaynaklar, gizli kalmış hataların, şaibenin, sırların, kusurların araştırılması ve ortaya çıkarılmasından sakındırmıştır. Kur’an-ı Kerim bunun için şöyle demiştir. “Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkadan çekiştirmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrenip tiksindiniz. Allah’tan ittika edin, hakkıyla sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul eden Rahîm’dir. “Hucurat Suresi 12. Ayet

Burada hassasiyetle yasaklanan, sadece ayıp ve kusur araştırmak değil, aynı zamanda insanların arkasından konuşup onları zor duruma düşürmek, onlara iftira etmektir. Bu tavır, gıybet olarak isimlendirilmekte ve kardeş eti yemek kadar kerih gösterilmektedir. Yine bununla bağlantılı olarak Hz. Peygamber şöyle bir değer aktarımında bulunmuştur. Zandan kaçının çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüste bulunmayın. Birbirinizin iç yüzünü araştırmayın. Birbirinizin sözlerine kötü niyetle kulak kabartmayın. Birbirinizi haset etmeyin. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize sırtınızı dönmeyin. Allah’ın emrettiği gibi kardeş olunuz. Müslüman, Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez. Onu yalnız bırakmaz, ona hakaret etmez. Takva buradadır diyerek göğsünü işaret etti.

Münakaşadan uzak durmak

Sosyal ortamlarda aile arası iletişimdir. Sosyal ortamlarda yahut ikili ilişkilerde ve hasaten politik konularda konuşulurken bazen karşılıklı hızlı bir fikir beyanı içine girmek zorunluluk haline dönüşmektedir. İslam’ın inananlara vaz ettiği davranış biçimi saygıyı ve öfke kontrolünü devam ettirebilmek olsa da kutuplaşmanın olabileceği zamanlarda meselenin tartışma zemininden uzak tutulması tavsiye edilmiştir. Çünkü münakaşa esnasında duygu kontrolü zorlaşmaktadır. Ve benlik hissi devreye girmektedir. Dolayısıyla yüksek sesle aktarılan iletilerin önemi dikkate alınmayacak ve karşı tarafın ikna olmasını sağlamayacaktır. Bu bağlamda İslam peygamberi, münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kişi cennete girer tavsiyesinde bulunarak ve tartışma anındaki kontrolün zorluğuna işaret ederek karşılığının cennet olduğunu ifade etmiştir.

Kibir ve kıskançlıktan uzak durup, birlikteliğe odaklanmak

Bilgi aktarımında ve sosyal ilişkilerde ortaya çıkan tutumlardan biri de, kişinin kendisini önemli ve karşısındakinden daha üstün bir yere konumlandırarak iletişimi sürdürme çabasıdır. Ancak bu üstenci ve kibirli tavır çoğu zaman muhatap tarafından hissedilebilmektedir. Böyle bir durumda mesaj alması istenen kişi, kendini iletiye kapatabilmekte ve dolayısıyla iletişimden istenen gerekli fayda sağlanamamaktadır. Diğer yandan, kibir duygusuyla şekillendirilmiş davranış biçimi, muhatabın peşin fikirli olmasına neden olur ve gelecekteki ilişkileri de zedeler. Hz. Peygamber, kibir ve onunla ilgili hırs ve kıskançlık gibi duyguların bireyi daha kötü davranışlara sevk edebileceğini söylemiş, bu hissiyatla motive edilen duyguların, Habil ve Kabil arasındaki gibi kalple dahi götürebileceğine işaret edilmiştir. Bu nedenle kişi, motivasyonunu birlikteliğe odaklamalı ve grup iletişimindeki aktivitesini artırmalı ve grup üyelerinden herhangi birinin başarısını kendi başarısıyla eş tutarak kıskançlık ve benlik duygusuyla mücadele edebilmelidir.

Muhatabın düşünce yapısını ve mizacını dikkate almak

Kişiler arası iletişimde yaşanan kazaların nedenlerinden biri de, muhatabın düşünce yapısını, duygusunu ve geldiği çevreyi dikkate almamaktır. Dolayısıyla, iletişimin başladığı ilk andan itibaren, muhatap, kendisine iletilen mesajları yanlış anlayabilmekte ve iletişim durma noktasına gelebilmektedir. Oysa, ideolojik, dini, kültürel ve siyasal yaklaşımlarda farklı bakış açıları olabileceği bir gerçektir ve bu vaka, muhatap olunan insanın görüşünü kabul etmek zorunluluğunu ifade etmez. Ancak farklı anlayışların ortasında, muhatap, kendisine iletilen mesajları yanlış anlayabilmek zorunlu olabileceğini, bu nedenle iletişim sürecinin daha profesyonel bir biçimde yönetilmesi gerekliliğini dikkate almak gerekir. Çünkü iletişim, karşı tarafa bir bilgiyi ya da ideolojiyi dikte etmek değil, paylaşımda bulunmaktır. Tarafların birbirlerinin yaklaşımını kabul etmesi değil, görüş alışverişinde bulunarak, gerektiğinde saygıyla sonlandırabilmektir. Bu nedenle, Hazreti Peygamberin herkesle anlayacağı dilden ve kişilik yapısını, karşısına göre konuşun, hadisi dikkate alınmalı ve iletişim esnasında, karşı tarafı küçük düşürebilecek, onun yanlış anlamasına neden olabilecek ve toplum içinde mahcup olmasına neden olabilecek söylem ve davranışlardan uzak durulmalıdır.

Karşılıklı iletişimi güçlendirecek güncel ve kültürel bir birikime sahip olmak

İslam dinindeki iyiliği emretme, kötülükten sakındırma kuralı, aslında sosyal ve bireyler arası iletişimin inananlar için zorunluluğuna işaret eder. Bu yükümlülük, bir yandan kişinin iyiliği tavsiye etmesi için kendisinin iyilerden olması gerekliliğini ifade ederken, diğer yandan iletişimin etkin ve iknanın başarılı olabilmesi için kültürel ve bilgisel bir birikime sahip olmasını şart koşar. Bu bağlamda Hazreti Muhammed ve arkadaşlarını, yaşadıkları zamanın bilgeleri olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Günün belirli vakitlerinde, peygamberle bir araya gelen sahabiler, karşılıklı fikir teatisinde bulunuyor, birbirlerine sorularını sorabiliyor ve bir müzakere ve karşılıklı danışma sonrasında birlikte bir karara varıyorlardı. Kur’an’da bu bilgi sahibi olma niteliğine, kişiyi diğerlerinden ayrıcı bir özellik olarak, hiç bilenle bilmeyen biri olur mu ayetiyle dikkat çekilmiş, böylece öğrenme eyleminin ve eğitimin kutsal olduğu mesajı verilmiştir.

Eleştiriye açık ve esnek bir yapıya sahip olmak

Etkili iletişimin önündeki temel engellerden biri de hatayı kabullenmekte zorlanmak ve taraflardan birinin eleştiriye açık olmamasıdır. Oysa yanılmazlık ve mutlak gerçekliğe sahip olma iddiası, iletişimin devamlı olmasına ket vurmaktadır. Esnek bir yapıya sahip olup, yanlışlanabilirliği ihtimal dahilinde bırakan davranış biçimi, iletişimdeki işteşliğe imkân tanır ve doğru olana daha hızlı ulaşılır. Hz. Peygamber kendisini kabullenmeyenlerle konuşurken, onları sakin bir eda ile dinlemiş, konuşmaları bitmeden sözlerini kesmemiştir. Diğer yandan, arkadaşlarıyla diyalog esnasında, dünya işleriyle ilgili konularda onların daha bilgin olabileceğini ifade etmesi, onun hem esnekliğine hem de eleştirilebilir olduğuna işaret eder. Hadis kaynaklarından Müslim’de geçen bir anekdotta, peygamberi davranış biçimi olarak şöyle aktarılır. Hz. Peygamber ağaçlarına aşılama yapan bir gruba denk geldi. Onlara, böyle yaparsanız hurma daha iyi olur dedi. Ancak o yıl hurmalardan iyi bir verim alınamadı. Daha sonra Hz. Muhammed tekrar uğrayıp hurmaların durumunu sordu. Onlar da, sizin dediğiniz gibi yaptık ama iyi verim alamadık dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, siz dünyanın işini daha iyi bilirsiniz dedi.

Sözcükleri özenle seçmek ve etkili bir tonda konuşmak

Kişiler arası iletişimde devamlılık ve fayda kurulacak diyaloğun, kısa, öz ve anlaşılır olmasına bağlıdır. Uzayan bir anlatı, dinleyicileri sıkacağı gibi, belli zamandan sonra da verilen mesajın anlaşılmasını zorlaştıracaktır. Hz. Peygamber’in bu çerçevede Kur’anî ifadeye benzer olarak en bariz özelliklerinden biri de, mesajlarını anlaşılır bir tonla yavaş yavaş ve net olarak karşı tarafa aktarmaktı. Bu bağlamda, “Ben, az, öz, söz söyleme kabiliyetiyle donatılmış olarak gönderildim” diyerek, kendi tarzının örnek teşkil ettiğini beyazlardı. Hz. Peygamber, konuşmasında net ve anlaşılır olmasıyla, çevresindeki çok katmanlı ve farklı seviyelerdeki gruplarla rahatlıkla iletişim kurabilmiş, sadece Müslümanlara değil, gayrimüslimlere ve her yaştan insana İslami mesajlarını aktarabilmiştir.

Ayrıca çevresindekilerle konuşurken sesini yükseltmemiş, anlatılacak konu ne kadar zor olursa olsun mütevazı bir tonlama ve kolay kalıplarla muhataplarının anlamasını sağlamıştır. Bu bağlamda, bazen kinayeli, bazen şakacı ve çoğu zaman müjdeleyici bir üslup kullanmıştır. Hicret’in 9. yılında 124 bin Müslümana yaptığı konuşma, veda hutbesi, bu anlaşılırlığın, etkili tonlamanın ve kucaklayıcılığın en önemli örneklerindendir.

Beden dilinin samimiyeti

Sözsüz iletişimde beden dilinin katkısı önem arz eder. Günlük ilişkilerde iletişimin %70’i beden dili, jest ve mimiklerle aktarılmaktadır. Bu nedenle etkili bir beden dili kullanımı kişiler arası iletişimi daha başarılı kılabilmekte ve kelimelerle aktarılamayan duyguların karşı tarafa iletilmesine katkıda bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in de sosyal çevresi ile ilişkilerinde beden dilini etkin olarak kullandığına dair bilgiler vardır. Daha çok Şifa-i Şerif derslerinden aktarılan bu davranışların başında, muhatabıyla göz iletişimi kurması, konuştuğu kişi elini bırakmadan onun bırakmaması ve sırtını muhatabına hiçbir şekilde dönmemesi vardır.

Topluluğa konuşurken elindeki asa ile işaretler yapması ve ellerini sıkça kullanması da iletişimin etkili olmasının nedenleri arasında sayılmaktadır. Anlattığı konuları olabildiğince somutlaştırmış ve dinleyicilerin zihninde şekillenmesine olanak sağlamıştır. Enes bin Malik’ten aktarıldığına göre bir defasında cennete ilk giren kişinin kendisi olacağını anlatırken eliyle cennetin kapısını çalıyor gibi yapmış, böylelikle cennet ve kapısına dair metafor kullanmıştır. Yine bu bağlamda insanların konuşmalarına ve kullandıkları kelimelere dikkat etmesi konusunda tavsiyelerde bulunurken, Muaz bin Cebel’e dilini tutarak işte bunu muhafaza et demesi görsel metodu da etkin bir biçimde kullanmasına örnek olarak verilebilir. Bununla birlikte mimiklerini de aktif bir biçimde kullanmış, konuşmanın içeriğine, yüz hatlarına şekil vermiş, dinleyicilerin daha ne söylediğini duymadan yüzüne bakarak duygularını anladıkları aktarılmıştır. Hz. Peygamber’in beden dili kullanımında öne çıkan bir diğer özelliği, onun davranışlarında jest ve mimiklerinde ölçülü ve samimi olması, abartıdan uzak durmasıdır.

Her zaman mütevessim olan ve gülümsemeyi salık veren Hz. Muhammed karşısındakileri rahatsız edecek kadar kahkahayla gülmemeye dikkat etmiştir. Hz. Âişe onun gülüşünü anlatırken, Rasûlullah Efendimizin küçük dili gözükecek şekilde kendisinden geçercesine güldüklerini hiç görmedim, onun gülüşü tebessüm şeklindeydi demiştir. Diğer yandan etkili iletişim literatüründe vurgulandığı üzere, özellikle ikili diyaloglarda muhatapla belli bir mesafeyi korumalıdır. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz, insanların özel alanına girmemiş, onları rahatsız edecek kadar kendilerine yaklaşmamıştır. Buna rağmen, uzaktan gelenleri karşılamak için onlara samimiyet göstermiş, uzun süre görmediklerine sarılmış ve onları bağrına basmıştır. Yine çocuklarla uzun zaman geçirmeye özen göstermiş, onları devesine bindirerek gezdirmiş ve bu ilgisi de çocuklar tarafından sevilmesini sağlamıştır. Hz. Peygamber Efendimizin, Peygamber ve İnsan İlişkileri Allah’ın rahmetinden dolayı sen onlara karşı yumuşak davrandın. Kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile. İş hakkında onlara danış. Fakat karar verdin mi Allah’a güven. Doğrusu Allah güvenenleri sever. Âl-i İmran Suresi 159. Ayet

Size de öyle gelmiyor mu? Bu âyeti, iletişim nedir sorusuna cevap olarak bir yerlere assak ve insanlardan bu âyetin tavsiyesi gereğince etrafındakilere nazik bir biçimde davranmasını söylesek, birçok sorun çözülmez mi? Çevremizde yaşadığımız sorunların çoğu birbirimizi dinlememekten, karşımızdakine tahammül edememekten ve öfkemizi kontrol konusundaki başarısızlıktan kaynaklanmıyor mu? Bu âyetin muhatabı Peygamberimiz olsa da, taşıdığı mesaj herkes için geçerli. Allah’ın gözetiminde bireysel ve toplumsal kuralları anlatan Hz. Peygamber’in sözleri, fiilleri ve onaylarını kapsayan yaşam tarzına sünnet adı verilmekte ve her yaştan Müslümanın kendi hayatında bunları uygulaması gerekliliği vurgulanmaktadır. Çünkü onun davranış biçimleri merhamet, ilgi, hoşgörü ve yardımseverlik üzerine kurgulanmıştı. Karşılaştığı kişilere önyargıyla yaklaşmaz, aksine muhatap olduğu insanlar hakkında hüsnü zan sahibi olmayı önerirdi.

Hem ilk karşılaştığımız insanlar hakkında kötü düşünmenin sebebi ne olabilir ki? Düşünsenize, yeni tanıyacağınız insan hakkında kafanızda bir sürü olumsuz düşünceler barındırıyorsunuz. Onunla nasıl iyi bir iletişim kurabilirsiniz ki? Her şeyde olduğu gibi, iletişimde de sizi harekete geçiren motivasyonlar oldukça önemli. Biri hakkındaki düşünceniz sonradan olumluya dönüşebilir, ama yeni başlangıçlar yaparken kötücül olarak kuracağımız ilişkinin de muhtemel kazalarının çok olabileceğini baştan bilmek gerekir. İnsan ilişkilerinde Peygamberimizin örnekliği oldukça önemlidir. Sadece insan ilişkilerinde değil elbet, çevremizdeki bütün canlılarla ilişkimizde ve hatta uluslararası ve diplomatik iletişimde onun yöntemleri dikkate alınması gerekir. Gündelik yaşamındaki davranışları ailesiyle olan ilişkileri, davetini kabul edenlere aktardığı mesajları, muhalifleriyle olan görüşmeleri ve diğer devletlerle sürdürdüğü elçi ya da mektuplaşma seviyesindeki diplomatik çabaları, hem onun peygamberliğine inananlar hem de inanmayanlar açısından mühim mesajlar içermektedir. Peygamberimiz 23 yılda yaşadığı toplumda oldukça önemli bir değişime vesile olmuş bir liderdir.

Düşünsenize içinde yaşadığı toplum, kızlarını diri diri gömen, sürekli savaşan, cehaletleriyle övünen, insanları köle olarak kullanan ve onlara akla gelmeyen işkenceler yapan bireylerden oluşuyordu. Bildiğimiz ve adaletiyle örnek aldığımız Hazreti Ömer, o toplumun fertlerinden biriydi. Savaşçı, şiddete başvuran, sert ve uzlaşılmazdı. Ama Rasûlullah’ın rehberliğinde bambaşka birine dönüştü. Fırat’ın kenarında, bir koyunu kurt kapsa, kendinde sorumluluk bulacak bir halife oldu. O denli mütevazıydı ki, dışarıdan gelen devlet heyetleri, Hazreti Ömer’in yani mü’minlerin emirinin kim olduğunu fark bile edemiyordu. Bu nedenle, Hazreti Muhammed’in başvurduğu iletişim modelleri ve liderlik yönü, mesajlarının hedef kitlesine ulaşmasındaki rolü, oluşturduğu değişim ve etkileşim nedeniyle ziyadesiyle önem arz etmektedir. Onun söylem biçimi ve kriz yönetme becerisi nasıldı ki, kaba saba olan zengin birini, hasırda yatan ve varlığı dahi anlaşılamayan mütevazı bir kişiliğe dönüştürdü. Yaşadığı topluma nasıl dokundu ki, her bir bireyi insanlığı aydınlatan bir yıldız oldu.

Peki, onun başvurduğu iletişim biçimlerini nasıl öğrenebiliriz? Hutbeleri, takipçileriyle yaptığı ve kayda geçen konuşmaları, muhalifleriyle yaşadığı çatışmalar ve bunlara yönelik çözümleri, devlet liderlerini İslam’a davet ederken yazdırdığı diplomatik mektuplar ve bireyler ve sosyal gruplar arasındaki iletişime dair başvurduğu ve bazen kendisine bir uyarı niteliğinde olan Kur’an ayetleridir. Peygamber Efendimiz Mekke’de yaşadığı 13 yıllık süreçte, bir yandan muhaliflerden gelen sözlü ve fiili şiddetle mücadele ederken, öte yandan kendisiyle fedakarlık yapmaya hazır olan insanlardan oluşan yeni bir sosyal grup oluşturmuştu. Mekke’nin ileri gelenlerinden oluşan muhalifler, onun arzu ettiği toplumsal ideale ulaşmasına izin vermedi. Kuracağı toplum, şeffaf, yardımsever, adil ve duyarlı olacaktı. Taif’teki olumsuz karşılamanın da ardından, o zamanki Arap kabilelerde bir gelenek olan hicreti tercih etmiş ve destekçileriyle Medine’ye doğru yola çıkmıştı. Medine halkı tarafından kendisi için hazırlanan sıcak karşılama ve paylaşım, onun bir devlet kurmak için gerekli siyasal organizasyonları inşa etmesine yardımcı oldu.

Peygamberi İletişimin Yöntemleri

İslam elçisinin iletişim modelini üzerine inşa ettiği iki temel hususun, tolerans ve sabır olduğu söylenebilir. Ancak bu iki temelin tamamen kızgınlıktan uzak olduğunu söylemek, Hz. Peygamber’in insani yapısını göz ardı etmektir. Bu çerçevede âmâ olan ve kendisinden İslam’ı öğrenmek isteyen İbn-i Ümmü Mektûm’a Hz. Peygamber’in ilgisiz davranması ve onun isteğinin ertelenebilir olacağını düşünmesi, Kur’an’da şu ayetlerle eleştirilmiştir. Kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Nereden biliyorsun belki o temizlenecek veya öğüt alacak da öğüt ona fayda verecek. Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince sen ona yöneliyorsun. Onun temizlenmemesinden sana ne? Ama sana can atarak gelen, Allah’tan korkarak gelmişken sen onunla ilgilenmiyorsun. Âyetin nâzil olmasına neden olan hâdise şöyle gerçekleşmiştir. Âmâ olan İbn-i Ümmü Mektûm, İslam’ı öğrenmek maksadıyla Hz. Peygamber’in yanına gelir. O esnada Peygamber’in yanında, Mekke’nin ileri gelenlerinden olan Kureyş kabilesinin önde gelenleri vardı ve onları İslam’a davet etmekteydi. İbn-i Ümmü Mektûm, Ya Rasûlallah, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana öğret, dedi. İbn-i Ümmü Mektûm, Hz. Muhammed’in meşguliyetini görmediğinden talebinde ısrarcı oldu. Hz. Peygamber de, Kureyş kabilesinin liderlerinin Müslüman olmasının, diğer kabile üyelerinin de Müslüman oluşunu kolaylaştıracağını düşünüyordu. Bu nedenle İbn-i Ümmü Mektûm’un araya girip konuşmayı bölmesinden hoşlanmadı ve onu dinlemeyerek yüzünü ekşitti. Bunun üzerine Abese suresinin bu ilk âyetleri indi. Hz. Peygamber, bu âyetlerin ardından ne zaman İbn-i Ümmü Mektûm’u görse, ona yakın alaka gösterir ve şöyle seslenirdi. Merhaba ey kendisinden dolayı, Rabbimin beni itab ettiği kişi. Hz. Peygamber daha sonraları İbn-i Ümmü Mektûm’u, kendi yerine iki defa Medine’de vekil olarak bırakmıştır.

Yine bu çerçevede, Hz.Peygamber’in müsamahakâr tavrına dair çokça örnek bulmak mümkünse de, onun Mekke’deki karşılaştığı eziyete karşı şiddete başvurmaması ya da Medine’deki çok dinli, çok kültürlü ortamda barış ve huzuru temin etmesi, toleratif davranışına önemli bir misaldir. Bu bağlamda, hicretinden sonra Medine’de yerleşen ve İslam’a davetine orada devam eden Hz. Peygamber’le, Medine şehrinin önemli unsurlarından olan ve Peygamber’in Yesrib’de yaşayacak olmasından memnun kalmayan Yahudilere karşı tutunduğu pozitif ve barışçıl tavır, bu toleransın başlıca örneklerindendir. Hz. Muhammed önünden geçen Yahudi cenazesine dek, saygı gösterip ayağa kalkmış ve onların mescide girmelerine izin vererek arkadaşlarına, ashabına da onlarla iyi geçimi tavsiye etmiştir. Çok kültürlü olan Medine toplumunda Ramazan ayında gayrimüslimler oruç tutmuyor ve gündelik alışkanlıklarına devam ediyordu. Hz. Peygamber onları ötekileştirmeyerek, yaşam biçimlerine saygı göstererek, kendisini örnek alanlara da despotik tavırlardan uzak durmalarını tavsiye ediyordu.

Bu karşılıklı saygı sonrasında bazı Medineli Yahudiler Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber’in devlet liderliğini kabul ederek bir saldırı karşısında Müslümanlarla birlikte Medine’yi ortaklaşa savunmuşlardır. Öte yandan, ilk İslami anayasa olan Medine Vesikası, şehirdeki Hristiyan, Müslüman, Putperes Yahudi bütün tarafların din ve inanç hürriyetini, can ve mal güvenliğini sağlıyor olması açısından da Peygamber’i hoşgörüye örnek olarak takdim edilebilir. Bu yaşamsal özellikleriyle Hz. Muhammed etkili iletişim, birlikte barış ve saygı içinde yaşamanın müşahhaslaşmış timsalidir denebilir. Çevresinde bulunanları dini, cinsiyeti, ırkı, ideolojisi, sosyal statüsü ve ekonomik durumu ne olursa olsun ötekileştirmeyen, hatta şiddet kullanana karşı affedici olmayı önceleyen bir yapıya sahip olduğu anlaşılıyor. Bu iletişimi kurgularken çok yönlü bir metot izlemiş ve içinde bulunduğu sosyal çevrenin yapısını ve bireysel psikolojiyi dikkate alarak tutumlarını belirlemiştir.

Hz. Peygamber, Müslim’de geçen hadiste affetmenin yüceliğini şöyle vurgulamıştır. “Allah rızası için affedeni Allah da yükseltir.” Suyuti’de ise onun tavsiyesi şöyle aktarılır. Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulmedenleri affetmek, kendini mahrum edenlere, kendine bir şey vermeyenlere ihsan etmek, güzel huylu olmaktır.

Bu öngörüsü ve hassasiyeti nedeniyle bütün Mekke toplumu tarafından kendisine güvenilir anlamındaki el-emin sıfatı verilmiştir. Çünkü komşuluk hakkını gözetmiş, nezaket ve dürüstlüğüyle ön plana çıkmış, kendisine danışanların sırlarını bir başkası ile paylaşmamış, emniyet ve güvenilirliğiyle herkesin sığınağı olmuş ve kötülükten ve çevresindekilere eziyet etmekten titizlikle kaçınmıştır. Hiç kimseyi haksız yere kınamamış, ayıplarını yüzüne vurmamış ve hiç kimseyle incitici bir münakaşaya girişmemiştir. Onun iletişim yollarının temel taşlarından biri de bireysel farklılıklara verdiği değerdi. Bu bağlamda herkesle kişisel yapısına göre iletişime geçin diyen Hazreti Peygamber, ayrıca diğer peygamberlerin de daima insanların seviyelerine inmek, ve onların anlayabilecekleri şekilde konuşmakla emrolunduklarını ifade etmiştir.

Hazreti Muhammed’in yaşadığı çevredeki insanların anlayış seviyelerine göre onlara doğru olanı anlatmaya çalışmasına, bir bedevi ile olan şu konuşması açıklayıcı örnek olarak aktarılabilir. Eşinin doğurduğu siyahi çocuğun kendisinden olmadığı iddiasıyla onu reddetmek isteyen bir bedeviye Hazreti Peygamber, ”Senin develerin var mı?” diye sorar. ”Evet” cevabını alınca, develerin renklerinin nasıl olduğunu söylemesini ister. Bedevi bunun üzerine, ”İçlerinde boz renklilerin de olduğunu belirtir.” Rasûlullah, boz renklerin neden olduğunu sorunca bedevi, ”Belki soyunun bir damarı çekmiştir.” dedi. Allah’ın elçisi, ”Boz renkliler nasıl ki renklerini soylarından almışsa, senin çocuğun da rengini atalarından almıştır.” diyerek, çölde devecilikle geçinen ve göçebe bir yaşam süren bedeviyi, kendi anlayacağı dille ikna eder. Burada Hazreti Peygamber, kendisiyle danışılan bir otorite edasıyla bedeviyle iletişime geçmemiş, aksine, önce onun yaşadığı hayatı da dikkate alarak onu ikna edecek bir diyalog formatı geliştirmiş ve bedevinin yanlış düşüncesini adeta kendisine itiraf ettirmiştir.

Hazreti Peygamberin muhatabıyla başarılı bir diyalog kurmasındaki başka bir neden de onun, karşısındaki kişiyle etkin bir empati kurabilmesi. Bu durum Kur’an’da, ‘‘Andolsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” ayetiyle açıklanmıştır. Öte yandan Peygamber, duygudaşlığı, imanlı olmanın ölçüsü kabul ederek, bir kul kendisi için istediğini, komşusu veya kardeşi için istemedikçe, tam iman etmiş olmazsa, bir şey yapamaz, uyarısında bulunmuştur.

Siyasal iletişimde Hazreti Peygamber örnekliği

Rasulullah sadece beraber yaşadığı bireylerle kurduğu etkili iletişim için değil, toplumsal bir lider olarak siyasal iletişim stratejilerini belirlerken de örnek alınası mesajlar vermiştir. Mesela çevresiyle kurduğu iletişimin daha profesyonel olması ve toplumsal desteğin sürmesi adına, yakınında bulunan insanların da liyakat sahibi olmasına özen göstermiştir. Kamu hizmeti görevi verilecek kişinin, bilgisel donanımına bakar ve Kur’an’ı güzel okumasını isterdi.

Şayet bir göreve birden fazla ve eşit şartlarda kişi başvurmuşsa, onlardan Medine’ye ilk hicret edeni ya da daha yaşlı olanı seçerek, adalet ve tecrübeyi esas alarak karar verirdi. Siyasal iletişim yöntemlerinden en belirgin olanlarından bir tanesi, rakiplerinin değer verdiği unsurları önemsemesi ve kendi takipçilerinin de bu değerlere saygı göstermesini salık vermesiydi. Şiddetli bir muhalif olan Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin Müslüman olmasının ardından, arkadaşlarına İkrime’nin babasını kötü sözle anmamaları gerektiğini tavsiye etmesi buna örnek olarak aktarılabilir. Onun bu tavrı yine Kur’an’da, Allah’tan başkasına tapanlara ve putlarına sövmeyin, sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah’a söverler ayetiyle vurgulanmıştır. Hz. Peygamber karşısındaki düşünce, inanç ya da ideolojiyi anlamlı görmese dahi, ona saygı gösterir ve siyasi rakiplerinin de böylece saygısını kazanırdı. Kendisinin peygamberliğine inanmadıkları halde, muhaliflerinin İslam peygamberini Muhammed-ül Emin olarak nitelemeleri de bundan olsa gerekir.

Diğer taraftan, muhaliflerine mesajlarını aktarırken, tedricilik yöntemini benimsemiş, görüşlerini yavaş yavaş ve anlayarak benimseyebilecekleri bir metot geliştirmiştir. Bu tutumu diğer devlet liderlerini İslam dinine davet ederken de kullanmış, arkadaşı Muaz’ı Yemen’e gönderirken şöyle yapmasını öğütlemiştir. Ehl-i kitaptan bir kavme gideceksin, onları Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehadet edip, onları Allah’a davet etmeye davet et. Eğer buna itaat ederlerse, Allah’ın her gün ve gecede onlara beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlere verilecek bir zekatı Allah’ın onlara farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma. Mazlumun bedduasından kork. Çünkü mazlumun bedduasıyla Allah arasında perde yoktur. Yine Peygamber Efendimiz muhaliflerinin saldırılarına karşılık öncelikle iyiliği tercih etmiş ve intikamı göz ardı etmiştir.

Hanife oğullarından Sümame bin Usal hadisesi, bu bağlamda hem uyarıya hem de intikam almamaya yönelik bir örnek olarak aktarılabilecek niteliktedir. Sümame, Hazret-i Peygamber’i bir daha kendisini İslam’a davet ederse öldürmekle sürekli tehdit etmiştir. Yakalanarak mescide getirildiğinde, Peygamber, onun direğe bağlanmasını söylemiş olsa da kimsenin ona hakaret etmemesini emretmiş ve kendisi de Sümame ile yakından ilgilenmiştir. Buna rağmen tehditlerine devam eden Sümame serbest bırakılmış, fakat daha sonra mescide dönüp İslam’ı seçtiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda Fransız sosyolog Maksim Rodinson, Peygamberimizle ilgili şunları söylemiştir. Düşüncesi ve eylemiyle dünyayı sarmış olan bu zatın hakkında, aslında pek az şey biliyoruz. Ama tıpkı İsa konusunda olduğu gibi, bize anlatılan yarım yamalak hikâyelerin ve doğruluğu kesinleşmemiş rivayetlerin içinde bile, Muhammed’in başka hiç kimsede rastlanmayan, üstün bir kişiliğin ışığıyla parıldadığını görmek olasıdır. Çevresinde toplanmış sıradan adamlar için çarpıcı olan da işte bu ışıktır. Basit bir kişilik değildir Muhammed. Çoğu zaman şefkatli ama gerektiğinde adaletli ve dirayetli davranmalıdır. Allah’ına karşı korku ve aşkla dolu bir dindardı. Ama aynı zamanda bütün tavizlere hazır bir siyaset adamıydı. Sakin ve sinirli, cesur ve ürkek, temkinli ve açık yürekliydi. Uğradığı hakaretleri kimi zaman derhal unuturdu. Kendine güvenirdi ama alçak gönüllüydü, zekiydi.

Hazret-i Peygamberin Liderlik Özellikleri

İslam dini hem kitabı olan Kur’an, hem de Peygamberi olan Hazret-i Peygamberin, Hz. Muhammed’in örnekliğiyle bireysel ve sosyal hayatta adalet, eşitlik, hukuk ve güven gibi temel ilkeleri vaz etmektedir. Bu ilkeleri naklederken gerek Kur’an dili, gerekse Peygamber sünneti icbarı kabul etmez. Aksine karşılıklı anlaşma, ikna, özgür düşünce ve kabul gibi temel iletişim prensiplerini tavsiye eder. Bu bağlamda İslam’da kişiler arası iletişim ve sosyal ilişkiler, özgür ve açık bir atmosferde düşünce ve kaygıların paylaşıldığı bir süreç olarak açıklanabilir.

Bu sürecin koruyucuları hepsi karşılıklı olan saygı, tolerans, sabır, güven, latif bir söylem biçimi ve fedakarlıktır. İslami perspektifte inananlar ya da inanmayanlar, ihtiyaçları, hakları ve insani özellikleri açısından aynı olduğundan, söz konusu iletişim koruyucuları sadece Müslümanlarla olan ilişkinin değil, dini, dili, ırkı ve ideolojisinden bağımsız olarak herkesle kurulacak, iletişimde başvurulacak temel hususlardandır. Hz. Peygamber etrafındakilerle ilişkisinde ortak paydalardan yola çıkmış ve iletişimin bu koruyucularını dikkate alan bir dinin davetçisi olarak kişiler arası iletişime etkili ve başarılı olmuştur. Anlatılan iletişim yöntemlerini bir şekilde bir tebliğcinin, ideoloğun, halkla ilişkiler modeli olarak da analiz etmek mümkündür. Öte yandan, Hz. Muhammed’in bir devlet, toplum lideri olması nedeniyle aktarılan iletişim modellerini siyasal iletişim stratejileri olarak da tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, Peygamber olarak onun görevi, o zamanlar daha çok pagan kültürüyle hayatlarını tasarlamış insanların davranış ve inançlarını değiştirmeye ikna etmek ve sonra da yeni düşüncelerini gündelik hayatta da kullanmalarını sağlamaktı. Bu, Hz. Muhammed’e inananların eski inanç ve ilişkilerini değiştirmeye ikna etmek ve sonra da yeni düşüncelerini gündelik hayatta da kullanmalarını sağlamaktı. Genelde sevgiyi ve hoşgörüyü hakim kılan bir tutum dikkat çekmektedir. Düşmanlarıyla olan ilişkilerinde dahi saygıyı, barışı ve eşitliği öncelemesi ve böylece onların saygısını kazanması onun başarılı bir iletişimci olduğunun göstergesidir. Burada dikkat çeken diğer önemli bir noktada, Hz. Peygamber’in nezaketi ve ilgisi nedeniyle çevresindekilerin onunla diyaloğa geçmesinde hiçbir zorluk yaşamamalarıdır. Yine bu nedenle Hz. Muhammed, kırgınlık ya da kızgınlık hissetmeden, gerektiğinde arkadaşlarına danışarak kendi düşüncesinde hatalı olduğunu kabul etmiştir. Bilinenin aksine, hikmetinden sual olunmuş ve doğrudan peygamberlikle ilgili olmayan bütün konularda, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, istişare sonucunda oluşan toplumsal mutabakatı esas almıştır.

 

EKMEL GEÇER , SOSYAL MEDYA VE İLETİŞİM PSİKOLOJİSİ, DİYANET YAYINLARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir