Sosyal Medya ve İletişim Psikolojisi 3. Bölüm

Sosyal Medya ve İletişim Psikolojisi 

3.Bölüm Popüler Kültür ve Tüketim Endüstrisi

Pop Kültür ve Dindarlık

Modern hayatı kaçınılmaz sığınak olarak sunan popüler kültür, hali hazırda dindar bireylerin sosyopsikolojik ve politik ikilemlerinden de faydalanarak dini hayat ve değerlerde ciddi değişikliklere neden olmaktadır. Birçok kaynakta atıfta bulunulduğu haliyle kültür, belirli bir zaman diliminde, belirli bir grupla ilişkilendirilen, o grup ve zamana ait özel inançlar, ritüeller, sanatsal tezahürler, hayat tarzları, anlatım biçimleri, semboller içeren ve o bireylerin iletişimsel ve entelektüel davranışlarıyla da ilişkili olan sistemler bütünüdür. Popüler kültür ise ilk olarak 1950’lerde Amerika’da kültürün geleneksel olmayan yeni formlarına vurgu yapmak üzere kullanılmaya başlandı. Bu, modern kültür biçiminde etnik ya da ekonomik arka planına bağlı olmaksızın, insanlar alım gücüne kavuşmakta ve pazardaki tüketimde pay sahibi olarak modayı, müziği, hayat tarzını etkileme gücüne sahip olmaktadırlar.

Kitle iletişim araçları, teknolojideki gelişim ve bireyin kazandığı ekonomik güçle popüler kültür daha da belirginleşmiş ve inançlar dahil modern hayatın her unsuru üzerinde etkili olmuştur. Bu, modern hayatın her unsuru üzerinde etkili olmuştur. Popüler kültür, halkın dışında ya da üstünde yer alanlar tarafından yine halk için üretilen ve toplumsal ilgiyi çokça cezbeden bir kültürdür. Literatürde kültürün bütün biçimleriyle bir insan ürünü olduğu anlatıldıktan sonra popüler kültürün yüksek kültür ve geleneksel kültür arasındaki yeri daha somut bir bakış açısıyla yemek örneğinde şöyle açıklanır. Yüksek kültürü gurmenin yemeği, geleneksel kültürü annemlerin yemeği, anneannenin yaptığı güveç ve popüler kültürü fast food yiyeceklerden hamburger temsil eder. Kola ya da burger örneği, kültürün artık sadece yerel motiflerle değil, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle uluslararası ögelerle de üretildiğini anlatmaktadır.

Dünyanın herhangi bir ülkesinde konuşulan bir konu evimizin içinde de konuşuluyor ya da dünyanın herhangi bir yerinde üretilen bir değer bizim hayat biçimimiz üzerinde de etkili olmuştur. Sınırsız tüketimi vurgulayan açık büfe kültürünün muhafazakar otellerde kullanılması bunun en belirgin örneklerindendir. Bunun da ötesinde, din adına bize dayatılan unsurlar zamanla dinin yerine geçen fakat çevresinde oluşması gereken bireysel gelişimi öteleyen ana ögeler haline gelebiliyor ve kullanıcılarının dini hayatı kuşatan bütünsel bir açıdan algılamasına engel olabiliyor. Popüler kültürün temelinde, temel üreticisi ve yayma aracı olarak medyanın, dini bir popüler kültür motifi olarak kullanmasının temel işaretlerinden biri, dinin ancak dini günlerde reytingin arttırılması için pek de gelenekselleşmiş olmayan karakter biçimleriyle temsil etme çabasıdır. Buna rağmen, dini motiflerin Türkiye medyasında son dönemlerde artarak yer bulması belki bir pozitif gelişme olarak görülebilse de, dinin bu sembollerle nasıl temsil edildiği ile ilgili yapılması, bu çabaların çabalarında yapılan çalışmalar yok denecek kadar azdır.

Aslında bu durum, dine ilişkin çalışmaların iletişim tarihinde çok az kullanılıyor olması ile de ilişkilidir. Popüler kültür ve dini alanın, nerede birbirleriyle karşılaştığı ve birbirlerinden etkilendikleri irdelenmelidir. Dini aktarımların popüler kültür formlarında izleyici ile buluşturulması, marka ve güzellik konsepti gibi ilk etapta anlaşılabilir gibi görünse de, aynı popüler kültür ve dini alanların, popüler kültür biçimlerinin dini gelenek ve değerlerin etki gücünü azaltabileceği ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır. Buna örnek olarak, pahalı bir eşarp başörtüsü markasının etkileyiciliği ile izleyiciye ulaşma çabası gösterilebilir. Bu yöntem anlamlı gibi görülse de, pahalılık ve sürekli tüketim vurgusu, ölçülü olma, sosyal sorumluluk ve israf öğretilerinde oluşabilecek değer kaybıyla, kullanıcının önceki dini bilgisiyle çizgi ve ilişkisiyle, çelişik bir alışkanlık edilmesine neden olabilecektir. Tam da bu yüzden, günümüz bireyi dindar olmaya çalışırken, çoğunlukla geleneksellikle modernlik arasında sıkışmaktadır.

Bir yandan, otantik, tradisyonel motiflerden beslenen bir dini hayat, diğer yanda, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle oluşan yeni eğilimler, dini gerekliliklerle çelişiyor gibi görünmektedir. Mesela, umreye giden yahut cami ziyareti yapan kişinin, ibadetini sosyal medya üzerinden paylaşmayı istemesi, bu çelişkinin bir örneği olarak ele alınabilir. Kişi, dinin salık verdiği, ibadette gizliliği, Facebook üzerinden paylaşımda bulunarak bir bakıma ihlal etmekte ve sonrasında daha önce öğrendiği riyâ günahtır öğretisi sebebiyle gelgitler yaşayabilmektedir. Sosyal medya aracılığıyla ibadetleri görünür kılmak, yapılan iyilikleri, çocuklara yardım, okul yaptırmak, hastane müştemilatına katkıda bulunmak gibi özellikle Twitter gibi mecralarla bilinmesini sağlamak, Hz. Muhammed’in sağ elinin verdiğini sol elin görmeyeceği kadar gizli vermek öğretisiyle çelişiyor görünmektedir. Kullanıcı, her ne kadar yaptıklarını üçüncü çoğul şahıs ekiyle bugün çocuk esirgeme kurumunda oyuncak dağıttık şeklinde anlatarak benlik vurgusundan uzaklaştırmaya çalışıyor görünse de, bu paylaşım biçiminin, kibir duygusundan arınmaya yetmeyebileceği gözlemlenebilmektedir.

Zira yüklemin sonuna getirilen bizlik ekinden aslında belirgin bir benliğin oluştuğu kanaati de söz konusudur. Tam da bu yüzden günümüz bireyi, dindar olmaya çalışırken çoğunlukla geleneksel öğretilerle yeni medya paylaşımlarının oluşturduğu davranış kalıpları arasında sıkışmaktadır. Şüphesiz, sosyal medya üzerinden yapılan her dinî paylaşımın bir tür riyâ dönüşü, dindarlaşma dürtüsü ile ilişkisi olduğunu belirtmek yanlış olacaktır. Ancak, dindarlaşan toplumda yerini almak için bu türden paylaşımlara başvuranların var olabilme ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerekir. Yine de, bunu bir gösterişçi duygunun dışavurumu olarak okumak yerine, bireyin birbiriyle çelişen duygular arasında karşılaştığı çıkmaz olarak da yorumlamak mümkündür. İçinde bulunduğu çevre ile uyum içinde yaşamayı arzu eden dindar birey, geleneksel ve modern öğretiler arasında ikilemde kaldığında, çareyi yaygın olan davranışta bulmaktadır. Popüler kültürün dindar hayat üzerinde yaptığı bu türden olumsuz etkilerden söz edilebilse de, bir diğer açıdan popüler kültüre ait yeni hayat tarzları ve semboller vasıtasıyla, dinin gündelik hayatta daha çok başvurulduğunu, konuşulduğunu ve hayatın içine daha çok girdiğini belirtmek de mümkündür.

Dindarların belki de en başta, dini değerlerle çelişik bir biçimde başvurdukları lüks tüketimi, diğer kesimler arasında da dine olan ilgiyi artırmış ve medyada bunun yansımaları daha çok görünmeye başlamıştır. Bu, kimi zaman dindar olmayan bireylerde sadece merak düzeyinde kalsa da, bazen de asgari seviyede de olsa modern hayatla dindar olmanın mümkün olabileceğine dair cesaret olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle popüler kültür ve din ilişkisine dair yapılar, yapılan analizler üzerinden kesin bir olumsuzlamaya varmak yanlış olacaktır. Ancak saydığımız örneklerde de görüldüğü üzere, popüler kültürün dini hayat ve algıda bireyi çoğunlukla çelişkiye zorlayan bir yanı olduğu da aşikardır. Bunun yanında, sosyal medya ve geleneksel medyanın da etkisiyle hızla büyüyen popüler kültür trendlerinden, dini algının ve de dindarların etkilenmemesi gerektiğini söylemek anlamsız olacaktır. Dindar hayatı kaçınılmaz sığınak olarak sunan popüler kültür, hali hazırda dindar bireylerin sosyopsikolojik ve politik ikilemlerinden de faydalanarak, dini hayat ve değerlerde ciddi değişikliklere neden olmaktadır.

Bütün bu zorunluluklara rağmen, geleneksel olarak bilinen manevi değerleri koruyarak, modern hayatın çelişkilerinden uzak, özgür, zamanın ötesinde, önünde ve evrensel bir dindar birey olmak, yine kişinin kendi tercihleriyle mümkündür.

Kültür Endüstrisi, Birey ve Din

Televizyon reklamları, moda dergileri, gazeteler ve diğer ideolojik sloganlar, ferdin hayatında kim zaman ailesinden ve okulundan daha fazla etkili olurlar. Kişi, kitle iletişim araçlarından kendisine sunulan bu yeni hayat tarzıyla, gerçek problemlerinden uzaklaşır, prensiplerine dikkat etmemeye başlar, veya onlara yönelik farkındalığını kaybeder. Bunun belki de toplumsal olarak hissedilen en somut alanı, dini fikir ve davranış alanıdır. Birey, kendi inanç ve değerlerini televizyon ve diğer medya araçlarından okuduğu ve gördükleriyle belirlemekte ve kimi zaman bu durum hayatında ciddi değişikliklere neden olmaktadır. Bu bağlamda medya, popüler kültür ve din ilişkisini ele alan anlatılar, toplumda giderek artan sekülerizm olgusuna vurgu yaparlar.

Sekülerizm ve bireycilik, sosyolojik anlamda dinin toplumdaki etkisinin azalmasına neden olmuştur. Bunu bir yandan dinin medyada temsiliyle ilgili sorunlara ve bu doğrultuda oluşan deizm akımlarına, diğer yandan bir tüketim ürünü olarak alınan ve satılan ya da alışveriş metaının pazarlama motifi olarak kullanılarak, asli mahiyetinden uzaklaştıran, dini ritüel ve değerlere bağlamak mümkündür. Ne var ki, izlenme oranını yükseltmek ya da daha iyimser bir sebeple toplumsal ihtiyacı gözeterek, medya, bütün mecralarıyla dini sembol ve tecrübenin yeniden üretimi için gerekli ortamı sağlamaya çalışıyor gibi görünmektedir. Bununla bağlantılı olarak, medyanın sosyal kültürü kolaylaştırıcı olması ve dini kimlik için kaynak oluşturmasına temsil kabiliyeti açısından vurgu yapmak gerekir. Belki de bütün bu dindarlık çelişkileri, dinin bir popüler kültür ögesi olarak tüketilmesi ve aksi düşünülse de ilahi gözetimin sadece ibadet esnasında söz konusu olduğu yanılgısıyla açıklanabilir.

Öğretilen, aktarılan dini ölçülerin evrensellik ve kapsayıcılık özellikleri ön plana çıkarıldığı halde, kabile narsizminden doğan ötekileştirmenin, lüks tüketim hırsıyla oluşan sorunlu benliğin ve iyi işler, salih amel yapmaktan, sosyal faydayı gözetmekten, söylemsel ve fiziksel şiddetten uzak kalmaktan ve tavır, yaşam ve üretimde hikmet ve kalite aramaktan, günün belirli zaman dilimlerinde performe edilen, ritüellere indirgenen ve bu ibadeti dahi ego besleyen aktivitelere dönüştüren takva kavramındaki başkalaşım, popüler kültür ve medya sürecindeki işlenen yeni dini temsillerin de sorunsallığına sahip olmalıdır. Yoksa pahalılık gösterisi biçiminde olan özçekimden, sosyal medyada paylaşmaktan ve politik nüfusa katkısı olur düşüncesiyle, siyasi erkin uğradığı camilerden yer bildirimi yapmaktan öte geçmeyen bir dindarlık görüntüsünün mahiyeti itibariyle sorunlu olduğu açıktır. Bu yönüyle popüler kültür ve din algılayışındaki değişim, bir yönüyle ahlaki değerlerdeki dönüşüme neden olmaktadır. Medya ve popüler kültür ve din algılayışındaki değişim, bir yönüyle ahlaki değerlerdeki dönüşüme neden olmaktadır.

Her kültür etkisi altındaki günümüz yaşam biçimleri insanları tüketime, ben merkezciliğe ve yaşamın gösterileşmesine yönlendirmiştir. Her kültür etkisi altındaki günümüz yaşam biçimleri insanları tüketime, ben merkezciliğe ve yaşamın gösterileşmesine yönlendirmiştir. Her kültür etkisi altındaki günümüz yaşam biçimleri insanları tüketime, ben merkezciliğe ve yaşamın gösterileşmesine yönlendirmiştir. Sosyal medyadaki popülerlik yada fenomen olma durumu da aynı bağlamda sonuçlar doğurmuştur. Birey bunlara eşlik eden yabancılaşma ve umutsuzluk duyguları, yalancı parıltılar ve şöhretler içinde hayat aramış, ancak elde edilen sonuçta yaşanan öfke ve işe yaramazlık bir türlü kurtulamadığı bir kısır döngü içinde sürüklenmesine neden olmuştur. Bu durumun beraberinde getirdiği bir diğer sonuç ise, ileride yaşanılabilecek boşlukları yok farz ederek, bütün zevkleri şimdiden bir arada yaşamak için sonuçlarına bakmadan her davranışta bulunmak, her ortama girmeye çalışmaktır.

Sonuç olarak popüler kültürle izleyiciye sunulmaya çalışılan sosyal medya paylaşımları, televizyon dünyası ve ona bağlı hayat tarzı, insanları başkaları adına özveride bulunmayı düşünmemelerine, narsistik bir biçimde sadece kendileriyle ilgilenmelerine, derinlikten yoksun norm ve değerlere bağlanmalarına ve yalnızca sığ ilişkiler içerisinde giderek artan bir yabancılaşma ve güvensizlik ortamına sürüklenmelerine neden olabileceği anlaşılmaktadır. Belki de Adorno ve Holkheimer’ın belirttiği gibi, din ve dini semboller hakkında medya kurumlarından aldığımız mesajlar bir kültürel endüstri sistemi tarafından üretilmekte ve bizim ciddi olarak baktığımız etik ve sonsuzluğa ait yani uhrevi değerleri birer tüketim metasına dönüştürmektedir. Düşün dünyasını bugün de etkilemeye devam eden Frankfurt Okulu’nun temsilcileri olan bu iki sosyolog, modern hayatın birey ve kültür üzerinde olan etkisini kültür endüstrisi kavramıyla açıklamaya çalışır. Diyalektik Aydınlanma adlı kitaplarında kültür endüstrisi, kitlesel aldanma olarak anlaşılıyor. Aydınlanma başlıklı bir bölüm yazmış, orada kültür endüstrisini kitlelerin müdahalesi olmadan oluşturulan, standartlaşmış birbirine benzer ögeler üreterek ve zorla tüketime yönlendirerek toplumu pasifize eden bir fabrik olarak tanımlamışlardır. Adorno ve Holkheimer, kitle endüstrisinin ürettiği popüler kültür ve modernliğin standartlaştırma yani aynılaştırma etkisinin olduğunu ve kapitalist tüketimin etkisiyle, tek boyutlu bir toplum ve aynı şeylerden zevk alan, farklılığı aramayan alışkanlıkların üretildiğini savunurlar.

Kültür endüstrisini reklamlar ve medya içerikleri bağlamında açıklamaya çalışan Adorno, reklamlardaki mesajların izleyiciye sürekli kendi iyisini ve yine kendisinin tanımladığı tüketimle güçlendirilmiş ideal yaşamı dayattığını söyler. Bu ideal yaşam özgünlükten ve yerel motiflerden uzaktır. Hatta öyle ki, popüler kültür kimi zaman bireyin neyi nasıl düşüneceğine, nelerden zevk alacağına, neleri kullanacağına kitle kültürü çerçevesinde karar verir. Mesela izleyicinin onlarca ayakkabısı vardır. Fakat reklamlarda gösterilen ayakkabının sadece renginin tonu farklıdır. Reklam bunu öyle anlatır ki, izleyici en sonunda kendini o ayakkabıyı alırken bulur.

Tüketici kimi zaman bir kıyafet, kimi zaman bir çikolatayla  hayatın farklılaşacağına inandırılır. Böylece kitle kültürü takipçisini devamlı aldatır. Adorno, birçoğumuz için çok önemli olan başka hususlara da dikkat çeker. Ona göre tüketim endüstrisi ve kapitalizm bizi şu konularda yozlaştırır. Boş zaman algısı bizi zehirler. Ona göre boş zaman kavramı yine kapitalist kültür tarafından üretilmiş bir aldatmacadır. Kitle kültürünün dayattığının aksine boş vakit sadece rahatlamak ve zihnimizi boşaltmak için yoktur. Boş vakitler, kişinin daha iyi niteliğin peşine düştüğü ve kendisini geliştirmek için bir takım uğraşılarla meşgul olduğu önemli fırsatlardır. Bu meşguliyetlerden edinilecek tecrübeyle toplum iyiliğe doğru yönlendirilebilecek ve değiştirilebilecektir. Bu nedenle boş vakitlerde öylece durmak yerine, insanlığı daha iyi anlayabilecek, birbirimizle iletişim kurmamızı sağlayacak filmler seyredilebilir, toplum, siyaset ve hayat hakkında konuşulabilir. Bu konuda yeni anlayışlar edindirecek kitaplar okunabilir ya da kendimizde ve sosyal hayatta reformlar yapmamız konusunda bizi cesaretlendiren müzikler dinleyebiliriz.

Adorno’nun bu yaklaşımı Kur’an’daki boş zaman kavramıyla benzeşmektedir. İnşirah suresinde, ”Öyleyse işlerinden boş kalınca hemen ibadete dur.” ayeti de boş vaktin öylesine yatıp uzanılan bir zaman değil, kendimizi yine başka bir işle meşgul ederek dinlendireceğimiz süreyi işaret eder. Yani, dinlenmek aslında boş durmak değil, kendimize faydalı olabilecek uğraşılardır. Bu bağlamda İbn-i Aşûr, önemli işlerden birini tamamlayınca ardından başka bir işe yönel ki, böylece bütün vakitlerini önemli işlerle değerlendirmiş olasın demiştir. Yine, ”Onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, boş yere söylenilen sözlerden ve işlerden sakınırlar.” ayetini ve Asr suresini okuduktan sonra, her şeyin tümünü bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Asra yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel, iyi işler işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.

Adorno’ya göre, modern hayatta boş vakit oldukça kötü niyetli olan eğlence makinesinin elindedir. Bu eğlence makinesi, kitle endüstrisinin kendisidir. Her gün bize dayatılan diziler, filmler, ünlü yaşamları ve sosyal medya içerikleri adeta dikkatimizi dağınık tutmak ve kendimizi anlamamıza engel olmak için tasarlanmışlardır. Hatta haberler dahi bir bakıma böyledir. Günün yorgunluğundan sonra altın saatlerde primetime’da bize sunulan haberler, aydınlanma çabamızdan uzaklaştırarak bizi anlamsız hikayelere boğar. İçinde bulunduğumuz fikirlerin, tercihlerin ve ideolojilerin, bize zorla dayatıldığı açık hapishanenin farkında olmamızı engeller. Diğer yandan, pop müzik bize devamlı olarak aşkın çok güzel olduğunu söyler ve zihnimizi oraya yoğunlaştırmamızı ister. Şarkı sözlerine göre, mutluluğa ancak tek ve özel olan biriyle tanışarak ulaşılabilir ve bu doğrultuda ailemizi, bize ilham veren arkadaş ve yakınlarımızı, hatta kitaplarımızı dahi bırakabiliriz. Sosyalleşme ile edinebileceğimiz mutluluğa, ve insan sevgisine ve sempatisine gözlerimizi kapatmaya çalışır. İşte bu yüzden kültür endüstrisi, bizi dikkati dağılmış, kafası karışık ve biraz da korkmuş bırakmak ister.

Kapitalizm bize ihtiyacımız olan şeyleri satmaz. Adorno, kitle endüstrisi ve kapitalizm eleştirisine onların gerçek ihtiyaçlarımızı bizden gizledikleri iddiasıyla devam eder. Bu yüzden temel gereksinimlerimizi unutuyor ve bizim mutluluğumuzu hiç de önemsemeyen şirketler tarafından imal edilmiş arzularla yetiniyoruz. Bir dünyasında yaşıyor fakat gerçekten ihtiyaç duyduğumuz duyarlılık, anlayış, sükunet, tolerans ve kişisel kontrol gibi temel insani değerlerden yoksun biçimde yaşıyoruz. Şirketler bize bir şey satmak istediklerinde reklamlar aracılığıyla önce bize gerçekten gereken duyguları gösteriyor ve sonrasında hiç de ihtiyacımız olmayan bir ürünle ilişkilendiriyorlar. Söz gelimi, önce bir grup arkadaşın sahilde dolaşmasını, konuşmasını, dertleşmesini, eğlenmesini ya da piknik yapan bir aileyi izliyoruz. Çünkü reklamlar bizim topluluk olmayı, dostluk ve aile bağlarını arzuladığımızı biliyorlar. Aslında istedikleri şey, bizi yalnız olarak tüketmeye yönlendirmektir. Bu nedenle, muhtemel arzu edilen dostluklar sonrasında bize en yüksek hızda kullanamayacağımız pahalı ve güçlü araba almak dürtümüzü harekete geçiriyorlar. Kitle kültürüne yönelik sert eleştirilere rağmen, medya çalışmalarında genellikle yapıldığı üzere, her negatifliğin temel nedeni olarak medyayı göstermek, televizyon programlarının, gazete yazılarının, radyo dinletilerinin eğitici ve düşündürücü özelliğini göz ardı etmektir. Aksine, gerek belgeseller, gerek tartışma platformları, gerek kamu spotları, gerek eğitim içerikli programlar sayesinde ve yeni medya alanlarının sunduğu ifade ve sorgulama özgürlüğüyle medyanın toplumsal dönüşüme bir katkı sunduğu yatsınamaz bir gerçektir.

 

EKMEL GEÇER , SOSYAL MEDYA VE İLETİŞİM PSİKOLOJİSİ, DİYANET YAYINLARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir